Gazeteci Arzu Yıldız, Reza Zarrab’ın ABD’de gözaltına alınması, ABD yargı makamları tarafından yayınlanan iddianame ve bu gelişmelerin Türkiye’deki 17-25 Aralık sürecine dair yansımalarının neler olabileceğine dair Onyediyirmibeş’e çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Arzu Yıldız, ABD’li savcı Bherara’nın yayınladığı iddianamede 2015 yılına kadar olan bir takipin sözkonusu olduğuna dikkat çekiyor.

Yıldız; ‘Bu bize gösteriyor ki 2013 yılında Türkiye’de üstü kapatılan süreçten sonra da suç işlenmeye devam edilmiş’ tespitinde bulunuyor.

Yayınlanan iddianameyi ‘bilgi notu olabilir’ olarak niteleyen Yıldız, ‘Açıklanan kısımda sadece mail yazışmaları ve takibi mevcut. Halbuki Türkiye’de yaşanan süreçte referans mektupları, belgeler, ses dosyalarıda mevcuttu. Türkiye’deki iddianame daha kapsamlı. Bu belgelerinde ABD’deki sürece dahil olmasıyla soruşturma çok daha farklı boyutlara taşınacaktır’ tespitinde bulunuyor.

İşte Arzu Yıldız’ın Onyediyirmibeş’e yaptığı çarpıcı değerlendirmeler...

Reza Zarrab’ın Amerika’da tutuklanması herhalde kimsenin beklemediği bir gelişme oldu. Bu gelişmenin arkasından bizlerin esasen sorması gereken sorular şunlar: Neden burada yargılanmadı? Süreç nasıl işleyecek ve Türkiye’ye yansımaları nasıl olacak? 17-25 Aralık süreci üzerinden gelişmeleri nasıl değerlendiryorsunuz?

Şimdi şöyle düşünelim, 17 Aralık dosyasında 6 bilirkişi raporu, onlarca yazışma, telefon tapesi, elde edilen paralar, ajanda gibi yüzlerce delil olan bir dosya kapatıldı. Üstelik kapatanda Reza’nın tutuklanma müzekkeresini müşterek imza ile onaylayan savcı. Aynı savcı tahliye taleplerinin reddine ilişkin de mütalaa vermişti. Daha sonra kendisinin tutuklamaya sevk ettiği, hatta tahliye talebini reddettiği kişiler hakkında takipsizlik verdi.

Ben bunun hükümetin baskısı ile olduğunu düşünüyorum. Korku ve panikten apar topar dosyayı kapattılar. Oysa daha önce karşımıza çıkan Deniz Feneri e.V soruşturmasında da benzer şeyler yaşanmıştı. Orada 3 savcıyı yargılattıktan sonra göstermelikte olsa bir iddianame hazırlandı ve yine göstermelik bir yargılama ile sanıklar beraat etti. Elbette bunu da tasvip etmiyoruz. Yargılama kamuoyunun vicdanlarını rahatlatmadı ancak yine de yargılıyoruz mesajı verildi. 17 Aralık’ta ise bu yaşanmadı.

17 Aralık sonrasında , yasa değişiklikleriyle, savcıların ve polislerin görevden alınması tutuklanması, mahkeme kararının çöpe atılması, sulh ceza hakimliklerinin kurulması gibi birçok anormalikler yaşandı. Ama 17 Aralık sonrası olan şey sadece 17-25 yolsuzluk dosyalarını kapatmak değildi. AKP’lilerin adlarının geçtiği neredeyse tüm dosyalar kapandı. İzmir Liman, Ankara TCDD gibi. Bunların akıbetlerini de soran olmadı. 18 Aralık günü yargıdan kaçanlar hukuka darbe yaptı. O tarihten sonra kritik görevlere yasalara uyan, yasalara bağlı kalanlar yerine iktidarın sözünden çıkmayacak kişiler getirildi. Bunların sicillerindeki suçlar sıfırlandı.

Göründüğü üzere tüm bu girişimler, sadece beklenen sonu ertelemeden öteye gidemez. Zira günü kurtarmak adına hızlı ve hesapsız adımlar atılıyor. Bunların sonuçları hesaplanmıyor. 17-25 bugüne kadar bu bakımdan işlenen suçlar açısından en hafifi olarak görünüyor. Devletin yargı organını işlemez hale getirmenin cezası müebbettir.

Mesela, HSYK’ya bakıyorsunuz çoğunluğu Yargıda Birlik Platformu üyesi olan bir kurul var. Bunlar göreve ilk önce kendileri ile seçim yarışına girenlerin yerlerini değiştirmek ile başladı. Bugüne kadar da YBP üyesi olmayan hiç kimse Yargıtay üyeliği, başsavcılık, başsavcı vekilliği göremedi. YBP’cilerin dışında hükümetin beğenmediği kararlar veren herkese hemen hemen işlem yapıldı. Düşünün darbe dönemlerinde dahi İçişleri bakanlığı, valilik hakim savcı şikayet etme cesaretini bulamadı. Kaldı ki bu dönemde bunlar buldu diyelim. Kurul, bu şikayetleri yapanlar hakkında işlem yapmadı. Suç duyurusunda bulunamadı. Anayasa 138 çok açık: hiç kimse yargıçlara talimat veremez.

Bugün Amerika’da Reza tutuklandı. Yarın 25 Aralık’da adı geçenlerin bir başka ülkece tutuklanmayacağının ya da TIR dosyasından tutuklanmayacağının garantisi yok. Dünya devletlerinin istihbarat ağı geniş, siz içeride bazı şeyleri örtbas ettiğinizi sanarsınız ancak onlar bunları dosyalar, kendileri ile ilgili bölümleri soruşturma konusu yapar, hatta ülkenize yaptırım amaçlı bu dosyalar önünüze getirilir. Ve bu korku ile yaşanmaz.

Eğer biz Reza ve ekibini Türkiye’de yargılasaydık, bugün Amerika’da yaşananlar ülkemiz için bir panik durumu oluşturmazdı. Biz burada bu suçları yargıladık, bizlik bir şey yok savunmasına gidilebilirdi.

Ne bileyim mesela paralel yapı diye bir şey uydurdular. Alenen nefret suçu işliyorlar. İnsanlar kendilerinin cemaatçi olmadığını ispat etme yarışına gitti. Sorun cemaatçi şucu bucu olmak değil, sorun insanların neci olduğunu araştırıp, bu kimlik üzerinden ona değer biçmek. Bu ahmakça zihniyet malaasef tuttu.

Mesela orduda cemaatçiler tasfiye edilsin deniliyor. Bu bir tasfiye gerekçesi olamaz. Bu anca bu şekilde fişleme ile yapılan suç olur. Kişinin neci olduğu değil, alanında başarılı olup olmadığı bir kriter olmalı. Bir gruba amaca hizmet ediyorsa bunu ispatlarsanız eyvallah bu sadece cemaat için değil tüm kesimler için geçerli.

Reza dosyası ABD’den Türkiye’ye sıçrayarak, ancak kimleri yakacak şu an konuşmak için çok erken. Beklemek lazım. Fakat ABD’li savcıya gösterilen ilgi bizde 17-25’i yapanlara gösterilmedi, ya da destek verilmedi. 17 Aralık savcısı yurt dışına gitti. Kalsa ne olacaktı, suçluların gönlü olsun diye zindana atılacaktı. 25 Aralık’ta arama gözaltı kararını veren hakim Süleyman Karaçöl aylardır tek kişilik hücrede adını anan yok. Yargı dernekleri gazeteciler için nöbet tutuyor. Bunun üzerinden sempati toplamaya çalışıyor. Ancak meslektaşlarına sahip çıkamıyor. Davaları izlemeye hakim savcılar gelemiyor. TIR savcıları 6 Mayıs’tan beri, 2 Hakim ise 1 Mayıs’tan beri tutuklu. Kimsenin umurunda değil. Bu yüzden HSYK da hükümette istediği gibi at koşturuyor. Aynı şeyler bugün Amerika’da ya da bir başka ülkede yaşansa neler olabileceğini tahmin ediyor musunuz?

KAYNAK: ON7YiRMi5 / ADEM KILIÇ