Açılın!’ diye araya habire birileri girmeye başladı.

 

En son içeri dalarak ağızda bekletilen baklaları ortaya saçanların arasına Yeni Şafak’ın yazarlarından Yusuf Kaplan da katılmış bulunuyor.

 

Hayırlı olsun, daha şenlik yeni başlıyor.

 

Gayet normal.

 

Devleti ele geçirdiğini sanıp, kibir gazlaması bir yandan yolsuzluk kanunsuzluk ortaya çıkar paniği öbür yandan, toplum üzerine mezhepçi çoğunlukçuluk tahakkümü kurmaya çalışan AKP hükümeti içe dışa tehdit yağdırıp sopa gösterdikçe, Türkiye’nin sosyal dokusunda dikişler atma noktasına, dış ilişkilerde de kurumlaşmış ittifaklar, bağlantılar, perspektifler çatlama aşamasına geldi.

 

Bunlarla eşzamanlı olarak iktidar partisi AKP’nin içinde, ona destek veren çevrelerde ve onu alaşağı etmede kararlı odaklarda tam da Türkiye’nin bitmek bilmeyen sistem krizlerine yaraşır bir kargaşa başgösterdi ki, sormayın gitsin.

 

İktidar bozar, mutlak iktidar daha fena bozar, kuralı fena halde işliyor şimdi.

 

Aslında bunun neden bu kadar beklediğine şaşmak gerekir.

 

Çünkü gelişkin kafalı, uzak görüşlü, dünyayı anlama becerisine sahip bir yönetici kadro söz konusu olsaydı, çürüme yavaş gelişirdi, akıllıca tedbirlerle giderilirdi.

 

Ama 2008’de parti kapatma vartasını atlattıktan sonra, adım adım, tedrici olarak, son derece vasat, tam manasıyla taşralı, doğru dürüst tek yabancı dil bile bilmeyen, cahil cühela bir kadronun eline geçti AKP. Geri kalanlar geriye çekildi, küstürüldü, ‘ne haliniz varsa görün’ dedirttirildi, ve AKP geldi dayandı, İhvancı, mezhepçi, çoğunlukçuluktan medet umar, ahlaken çürümüş ve halkın yarısından fazlasına düşmanca meydan okuyan bir yapıya dönüştü.

 

Ama bunda önemli bir faktör daha var: Vesayetçi ‘müesses nizam’ içinde mevzilenmiş olan karanlık odaklar, davalarla, mahkemelerle, adalet sistemi içinde tasfiye edilemeyince; yani AKP her şeyi kendi iktidarı için ucuz taktiklere feda ettikçe, bu yapı yeniden harekete geçti. Şimdi dört koldan devreye girmiş görünüyor.

 

Ve bu yeni süreçte AKP’nin şaşkın destekçileri, çoğu bi-idrak vaziyette, birbirine düşmekle meşgul.

 

Epeydir girilen yolun yol olmadığı artık en düşük zekalı insanlarca dahi anlaşıoldığı için, cesaretini toplayıp ‘van minüts!’ diyen herkese ‘hainsin hain!’ yaftalarının yağmasının elbette bir sebebi var.

 

AKP yolun sonuna yaklaştı.

 

Saray’da öbeklenmiş kadro ile dışarda kendisine yol arayan Gül veya Davutoğlu yanlıları, partililer, yandaş medya ekipleri, senelerdir insan hakkı ihlallerine ses çıkarmamanın mahçubiyetini taşımayanlar arasında kavga sertleştikçe, bile bile saklanan gerçekleri duymaya başlayacağız sanki.

 

***

 

Yusuf Kaplan demiştik.

 

Meslektaşım Yavuz Oğhan’a ‘kükremiş’ Kaplan:

 

Evvelce,”Jölelilerle, şunlarla, bunlarla gaz veriyorlar; memleketi batırdılar” eleştirisi yönelttiği ‘başdanışman’ Yiğit Bulut hakkında “Söz konusu kişi ordu tarafından dayatılmış kişidir. Gerekçesi kendi yazdıklar ve ilişkileridir. Tayyip Bey’in eli büküldü. Bu toplumu herkesten özellikle jölelilerden korumak gerek” demiş.

 

Şu sözlerinden de gerçeklerin idrakına vardığını anlıyoruz:

 

“Türkiye’nin Suriye konusunda süreci değiştirme kapasitesi kalmadı. Türkiye’nin uzun vadeli kalıcı ve çok seçenekli politika üretmesi gerekirdi. Türkiye’nin muhalifler üzerinden oraya müdahil olma biçimi problemli. Muhalifler kimler, güçlerin ne olduğunu ne kadar etkili bilmiyoruz. Suriye’de bir diktatörlüğün devrilmesi için bunun devrilmesi için koşullar hazırdı. 54 ülke Esad’ın resmen gitmesi için toplandı. Ortak karar aldı. Bu bir tuzaktı. Biz bu tuzağa düştük. Aslında Türkiye burada stratejik hata yaptı. Uluslararası dengeler gözetilmeliydi. Şimdi taktiklerle ilerlemek zorunda kaldık. Batı ile herhangi bir şekilde karşı karşıya gelmemizden bir sonuç çıkaramayız. Kafamızı koparırlar.”

 

‘Jöleli’ tabir edilen şahsa yönelik suçlamalar olsun, aktardığı bölge tahlilleri olsun, kavgayı büyütmeye davet.

Bu açık.

 

Ama önemli olan, ‘jöleli’ ile ilgili iddiaların, epey bir süre AKP’de eş-dost sohbetlerinde kafa sallayarak konuşulduktan sonra, artık duba gibi su yüzüne çıkmaya başlaması.

 

Söz konusu kişi epeydir Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı.

 

Sayıklama gibi yazılmış, paranoya dolu yazılarıyla okuyanların pek azı tarafından anlaşılması önemli değil. Asıl önemli olan epey bir süredir, mesela İş Bankası, pek çok ‘makro’ konuda Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişen, hayretle izlenen ve sonu gelmeyen çıkışları.

 

Tabii Kaplan’ın iddialarının somut arka planı önemli.

 

Bu şahıs, Ergenekon’un patladığı 2006’lara kadar, herkes bilir ve hatırlar, TSK çevrelerinde ‘görünür’ idi, ve ulusalcı bir TV kanalında mesaisinin büyük bölümünü Tayyip Bey’e bağırıp çağırmaya, tehditkar üslupla seslenmeye ayırmıştır. Bunların hepsi kayıtlarda var.

 

Bunu bir yere not edin; kavga büyür derken bu arka planı kastediyorum.

 

Bundan sonra, bir yandan bu kavgayı izlerken, bir de şu sorunun cevabını AKP’lilerin aklı başında kalan kısmı daha sık soracaktır:

 

‘Ne oldu da ve kim hangi akla hizmet adına fikir değiştirdi de biz bu güzelim partiyi son dört yıl içinde devletin derinlerinin kullanımına açtık?’

 

Yeteri kadar ipucu var.

 

Bakın,HDP’ni hukukçu Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş – ki sistemin çok keskin bir gözlemcisidir – Cihan Haber Ajansı‘na verdiği (gözden kaçmaması gereken) mülakatta neler diyor, neler soruyor:

 

 

* Bir siyasi parti olacaksın, 14 yıl iktidarda olacaksın, devletin bütün kurum ve kurullarında yerleşeceksin, buna yargıyı da dahil ediyorum, her şeyi dizayn edeceksin, neredeyse ‘bensiz kuş uçmaz’ diyeceksin; sonra geçmişte yaşanan bazı vakalar üzerinden, ‘yok cemaat beni aldattı’, ‘yok asker beni aldattı’, ‘yok vesayet vardı’, ‘yok şu örgüt yaptı.’ Bu olmaz, buna kimse inanmıyor. Bu konuda bir algı yönetimi yaptıkları kesin. Şu anda da yaşanan insanlığa karşı suçlar var. Bunlara, yarın ne diyecekler, biz yapmadık mı diyecekler? Bu aldatılma ve kandırıldık hikayesine hiç kimse inanmaz.

 

* Ortada artık bir uzlaşmazlık yok görünüyor; bir uzlaşma var gibi. Şu anda bütün tablo, buna işaret ediyor. Bu kadar büyük iddialarla açılan davalar, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan insanlar, 4 -5 yıl tutuklu kalan insanlar ve Kürt illerinde, Kürt halkına yönelik suçlar ayrı tutulduğu halde; bir anda vahiy mi geldi, ne oldu beraat ettiler, aniden terfiler edildi? Bunun cevabı çok açık.

 

 

* Ben 20 yıl ceza avukatlığı yaptım; bu davaları da birazcık bilirim. Böyle bir dönüş mümkün değildir. Deliller, veriler, ifadeler, somut tartışmalar bellidir. Özellikle 4 -5 yıl tutuklu bırakıp, daha fazla tutuklu bırakıp ağırlaştırılmış müebbet talep edip, konjönktür tarifim o zaten, ceza verip sonra bir anda ne oldu? Yeni bir ülkeye mi uyandık, rejim mi değişti, hukuk mu değişti? Anayasa değişmedi, Türk Ceza Kununu değişmedi; hiçbir şey olmadı. Bunların cevabını da aslında kamuoyu biliyor.

 

* O dönem, dönemin ihtiyaçlarına uygun açılan davalardı. O dönem konjönktür onu gerektiriyordu. Tiyatro da diyebiliriz, mizansen de diyebilir; ayrı bir şey. Ama benim tezim şu: O davalar açılırken iki ana gerekçe ile hareket edildi. Bir; sadece hükümete karşı fiiller soruşturuldu. Bu çok önemli bir ayrım noktasıdır. Hükümet, ‘bana darbe yapılabilir’ ihtimaline karşılık, o operasyonları yaptı. Yoksa, bu vatandaşlar, ‘halka karşı suç işledi, insan öldürdü, evleri yakıp yıktı, halkı gerçekten derin güçlerle, derin devlet oluşturarak; kontrgerilla güçleri var, Jitem var, biz bununla mücadele etmeliyiz, devleti sadeleştirmeliyiz, devlet içinde örgütlenmiş yasa dışı güçleri açığa çıkarıp cezalandırmalıyız’ gibi bir mantık yok. En önemli boyutu o.

 

* Musa Çitil, (Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı oldu), Cemal Temizöz 4 yıl tutuklu kaldı ve göreve iade edildi. Musa Çitil, 14 cinayetten yargılandı, Şükran Aydın davasından ayrıca gözaltında tecavüz sanığı ve o ödüllendirildi. Hızlıca beraat ettirildi, Yargıtay’dan onama kararı çıkarıldı ve atandı. Bu davalar, bu arka planla açıldıktan sonra AKP iktidarı yeni bir karar verdi; yeni bir süreçti, yeni bir konjönktür, bunlarla uzlaştı aslında ve beraat kararları verildi. Bu, öyle sıradan beraat kararları değil. O dosyaları biliyoruz, çok ciddi mahkumiyetler çıkabilecek dosyalar, dediğim şeyler dahil edilmelidir tabi. Bu çok açık, benim durduğum yerden.

YAZININ DEVAMI