Pazartesi günü Hürriyet gazetesinde TSK’nın teröre karşı yeni stratejisini anlatan bir manşet haber vardı. Buna göre, TSK teröre tam saha baskı uygulayacak ve artık karakollarda beklemek yerine profesyonel askerlerle PKK’nın geçiş güzergâhlarını tutup, hareketli birliklerle terörün hareket alanlarını sınırlamayı hedefliyor.

Doğrusu bu strateji son yirmi gündür Hakkâri’de uygulamaya konuldu zaten. Bu, yerel yöneticilerin son bir yıldır istediği, ancak Ankara’daki müzakerecilerin engellemesi nedeniyle uygulanmayan bir stratejiydi. Ankara’nın yerel unsurların talebine kayıtsız kalıp “hareketli alan savunması” stratejisine izin vermemesinin en büyük nedeni de 9 haziranda Beşir Atalay’ın duyurduğu “PKK silah bırakacak” açıklamasındaki “müzakere arayışlarını” mümkün kılmak içindi.

Beşir Atalay’ın her zamanki gibi öngörüsü tutmayıp PKK silah bırakmak yerine PKK vur-kal stratejisini uygulamaya geçince TSK da “alana çık, sıkıştır” stratejisini benimsedi. TSK’nın yeni stratejisi doğrusu sonuç da vermeye başladı. PKK Hakkâri’de planladığı vur-kal stratejisini uygulayamaz oldu; Hakkâri’de sıkışmaya başladı. Bu nedenle de dikkatleri başka yöne çekmek için Bingöl-Tunceli ekseninde muhtemelen Ankara’daki KARANLIK destekçilerinin de yardımıyla iyi istihbarat bilgilerine dayalı stratejik eylemler yapmaya başladı.

TSK’nın yeni strateji uygulaması geç kalmış, kimilerine göre Uludere faciası sonrasında, PKK’ya can suyu vermek için Ankara’da bir klik tarafından bilerek akamete uğratılmış bir stratejiydi. Şimdi su yatağını buluyor.

Ancak Terörle Mücadele umutlarını bu stratejiye bağlamak ve bununla sonuç alınacağını beklemek yanlıştır. Bu strateji sadece PKK’yı saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna sokacağı için önemlidir. PKK’yı bitirecek bir strateji değildir. PKK aktif network’u, yavaşlatılıp uzun vadede marjinalize edilirken yerine alternatif network’ların çıkarılmasıyla etkisizleştirilebilir. Bunu için da kompakt bir planı olması gerekiyor devletin, ama maalesef 30 yıldır devletin planı yok “yap-boz”u var.


Dahası medyaya yansıyan bilgilere göre önümüzdeki dönemde hükümet PKK ile mücadeleye değil müzakereye hazırlanıyor
. Hürriyet gazetesine verilen bilgi Başbakan Erdoğan’ın 30 eylülde yapacağı Oslo sürecine ilişkin konuşma öncesinde toplumda biriken teröre karşı tepkiyi azaltmak için uygulamaya konulmuş bir tür medya stratejisi.

Zira daha dün BDP’lilerin dokunulmazlığını kaldırmaktan söz eden hükümetin sözcüsü Bülent Arınç ve Başbakan’ın baş danışmanı, “mücadeleci” Yalçın Akdoğan’ın verdiği mesajlar da Oslo sürecinin yeniden başlayacağının işareti. Aynı şekilde mevcut “açılım” felaketinin mimarı Beşir Atalay’da Başbakan’ın 30 eylülde vereceği mesajlara dikkat çekti. Yani ortada PKK’ya karşı Uludere öncesi bir strateji yok; daha çok Oslo sürecini yeniden başlatıp en azından önümüzdeki seçimlere kadar bir çatışmasızlık süreci yakalamak gibi bir niyet olduğu seziliyor.


Peki, yeni Oslo süreci başarılı olur mu?

Ankara’nın beklentisinin aksine şu an itibariyle PKK’nın savaşı durduracağına ilişkin hiçbir emare yoktur. Cemik Bayık ve Duran Kalkan da son yazılarında “artık oyalama, aldatma, zaman kazanma zamanı değil, köklü çözüm yaratma zamanıdır” şeklinde mesajlar veriyor. PKK’nın “çözüm yaratmak”tan kastettiği şey KCK modeli ve “demokratik özerklik” sistemini uygulamaya koymak.

Eğer hükümet MİT’in daha önce kabul ettiği Oslo mutabakatını imzalayıp demokratik özerkliği kabul edecekse evet ciddi ciddi bir “barış” ihtimalinden ve akabinde PKK’nın gelip Güneydoğu’da resmen hâkimiyeti alacağından söz edebiliriz. Bunun dışında, mevcut konjonktürde PKK başka bir öneriyi kabul etmeyecek gibi görünüyor.

Son savaş sürecinin mimarı Duran Kalkan son çatışmalı sürecin muhasebesini yaptığı yazısında şunları yazdı: “Mevcut durumuyla savaşı geliştiren AKP hükümeti ciddi bir zorlanmayı yaşamaktadır. Dolayısıyla ya savaşı yayacak, ya da bazı yerlerden geri çekilecektir. …İç ve dış koşullar [AKP’nin] aleyhinedir, bu nedenle Kürt soykırımını yürütme gücünü tam bulamamaktadır.”

Kalkan’a göre “Son bir yıllık mücadele PKK’ya açıkça gösterdi ki, uluslararası komplo dost-düşman herkeste ‘artık PKK’nin yenildiği, Kürt direnişinin sona erdiği, PKK ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini geliştirip bu uğurda savaşamayacağı’ anlayışını yaratmış. Bir yıllık savaş işte bu gerçeği hem açığa çıkardı ve hem de bu zihniyeti ciddi bir biçimde kırdı. Bir tür zihniyet devrimi diyebileceğimiz bu sonuç üzerinde her türlü siyasi ve askeri gelişme yaratılabilir, demokratik gelişme sağlanabilir.”

Kalkan PKK’nın önümüzdeki dönemde yapacaklarına ilişkin işaretler taşıyan o analizinde şu hususun altını özellikle çiziyor: “Gelişmeler gösterdi ki, komplonun [yani Oslo müzakerelerinin] Kürtler ve PKK zihniyeti üzerinde de derin etkisi olmuş. ‘Erken iktidar hastalığı’ bu durumu yansıtıyor. Bu zihniyet nedeniyledir ki, erken siyasi çözüm olacağı sanılmış, daha sert ve uzun vadeli direnişe hazırlanılmamış. Şimdi bu zihniyet aşıldıkça, sistem ve düşman gerçeğini daha derin ve doğru anladıkça Kürtler özgürlük direnişini daha doğru ve bütünlüklü hale getiriyorlar. Mücadelelerini daha planlı ve örgütlü yürütüyorlar. Politikada daha usta, tarzda daha sonuç alıcı hale geliyorlar. Yanılgıların ve zihniyet kırılmasının aşılması Kürt gençlerini ve kadınlarını daha mücadeleci kılıyor. Kürtler bu mücadelede kararlı ve ısrarlı oldukça da kazanacakları anlaşılıyor.”

Yani Duran Kalkan diyor ki, PKK Oslo sürecinde erken iktidar hevesine kapıldı ve kaybetti. Son bir yılda yaptığı savaşı daha uzun vadede yapacak, müzakereler “erken iktidar hastalığına” düşürüyor bizi. Dolayısıyla siz müzakerelere aldanmayın savaşa odaklanın. Bu arada Kalkan’ın müzakereyi “erken iktidar” olarak tanımlaması PKK’ya Oslo’da “iktidar” vaat edildiğine de işaret ediyor.

Ankara Oslo mesajlarına hazırlanıp PKK’ya yeni bir nefes aldırmaya uğraşsın, PKK kendi mensuplarını “erken iktidar hevesine kapılmayın. Uzun soluklu savaşa hazır olun” diye hazırlıyor.

Barış mı? “Ankara Müzakerecileri in Wonderland” dünyasında arayacaksınız onu…


[email protected]

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...