Her şeyin tersinden işlediği bir ülke, Türkiye.

 

Mesela, alın Deniz Baykal’ın CNNTürk’te “Tarafsız Bölge” adlı programda durduk yerde ala valayla ekrana çıkarılması olayını.

 

Seyretme gafletinde bulunanlara şunu sorabiliriz:

 

“Neyi ne adına yeni bir şey olarak öğrenmiş oldunuz bunca lafı dinledikten sonra?”

 

“Baykal, değerli fikirlerini ıkına sıkına anlatıp ülkedeki en yakıcı meseleler üzerine kamusal tartışmayı zenginleştirecek, açacak, zihinlere yeni malzeme sağlayacak ne söyledi?”

 

“Baykal’ın sanki bir parti lideriymiş gibi böyle özel muamele görmesi, hangi sıfata, hangi gerekçeye dayanıyor?”

 

Cevabı kolay olmayan sorular bunlar.

 

Ana başlıklarla şunları söylemiş CHP eski lideri:

 

* Azez-Halep hattını açık tutmak için Türkiye’nin bombalama hakkı vardır. Bombalamaların etkili olduğu anlaşılıyor şu anda. Tarihi kimliği değiştirecek süreç yaşanırken ‘karışmayın, seyredin’ yaklaşımı çok anlamlı gelmiyor bana. Önemli olan PYD değil, önemli olan Halep. Esat olayıdır. (CHP’nin ‘iktidar savaşa sokacak’ açıklaması) İnşallah olmaz. Böyle bir kaygı yanlıştır diyemem. Elbette bende de öyle bir kaygı var. Bu büyük tırmanmadır, bu aşamadır. Bu bombalama o değildir, bu bir savaş ilanı değildir.

 

* PYD olayın özüne yönelik bir etkinlik sergileme gücünde değil. Herkesin kendi derdi var. Herkes kendi derdini IŞİD’in üzerinden takip ediyor. Dünyaya IŞİD’e karşı mücadele ediyoruz diyor, aslında kendi amacını gerçekleştirmeye çalışıyor. PYD de Türkiye’nin güneyindeki Suriye sınırında kantonları birleştirmeye yöneliyor. Bunun için de Kürt olmayan Arap köylerini göç etmeye mecbur ediyor, nüfus yapısını değiştiriyor, orada kendi oyununu oynuyor. Yani IŞİD’e karşı PYD’nin bir mücadele vermesi söz konusu değil.”

 

* Bizim hükümetin ciddi sorumluluğu var, ciddi yanlışları var. Hükümetin yanlışlarından dolayı Türkiye çektiğini çekti, bundan sonra çekmesin. Terör sorununda da tamamen kendi yanlışlarından bu hale geldi. Türkiye’ye sahip çıkmak lazım. Yeni bir savaşa sürüklenebilir, buna dikkat edelim. Bunun hesabını parti olarak biz soralım, vatandaş da sandıkta sorsun. Bazı yargıya da götürülmesi gereken konular da var.

 

* Partimi iyi görmek istiyorum, daha iyi görmek istiyorum. Kemal Bey büyük bir iyi niyetle sıkıntılı bir dönemde görev üstlendi o görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştı. Büyük bir görev ve sorumluluk duygusu içerisinde yapmaya çalıştı. Partimize bir sürü şey de kazandırdı. Halkla ilişkilerinde, CHP’nin algılanmasında olumlu kalıcı bir sürü açılımlar getirdi. Düşünce sisteminde yenilikler getirdi, yani çok şey kazandırdı. Hiç şüphe yok. Ama şimdi çok kritik bir sürece giriyoruz. Önümüzde 3 yıllık bir süreç var. Bu yapıyla bu süreci götürmemizi ben artık geride kalması gerektiği kanısındayım. Bu doğrultuda en büyük görevin Kılıçdaroğlu’na düştüğü kanısındayım

 

Beylik laflarla Türkiye’nin gündeminin etrafında dolanmanın başka türlü bir tarifi değil, bu laf kalabalığı. Süslü ama boş cümleleri ayıkladığımızda geriye, en fazla 90 saniyeye sığdırılacak ‘değerli görüşler’ kalıyor: “CHP, AKP’nin Suriye’yi bombalatmasını desteklemelidir”, “AKP (ve devlet), IŞİD’e karşı etkisi de sıfır olan PYD’ye karşı tutumunda haklıdır” ve “AKP çözüm sürecini açarak Türkiye’nin başına terör belası getirmiştir.”

 

Özetle bu.

 

Tam da “vay canına, ne kadar da yenilikçi, ne kadar yaratıcı ve değişim vaat edici” (!) dedirten, muazzam görüşler.

 

Baykal’ın Kılıçdaroğlu ve parti içi ile ilgili olarak ağzında gezdirip ortaya saçtığı baklalar ise, ekrana çıkış sebebini ele vermeye yeter.

 

Oturduğu yerde kıvranıp duran bir “siyaset esnafı” mensubu, medya tayfasının sansasyon merakından, “eski devlet”in AKP karşısında mevzi kazanma arzusundan istifade ederek, üst koltuğa bir “geri dönüş”ün zeminini hazırlamaya çalışıyor.

 

Başta yazdığım, insanın içini daraltan mesele de işte bu.

 

İktidarı, muhalefeti, medyasıyla kendi etrafında, gözleri bağlı değirmen taşını döndürmeye meraklı, ezber esiri bir Türkiye.

 

Baykal’ın sözlerinde, dikkat edin, vicdanın kırıntısı yok.

 

Güneydoğu yangınında ölen, yaralanan güvenlik mensupları ve TC vatandaşı Kürtlerle, onların aileleriyle ilgili bir ‘söz söyleme ihtiyacı’ mevcut değil. Çünkü ‘böyle şeyler olur’, gerek yok.

 

Türkiye’yi kangren gibi saran yolsuzluklara, artan yoksulluğa, kemilk erimesi gibi eriyen hukuk düzenine, buharlaşan adalet duygusuna dair de bir şey yok.

 

Hayatı boyunca topluma ‘siyaset’ kisvesi altında üst perdeden artık milleti canından bezdiren bir söylemle seslenip durmuş bir şahsiyet, sadece kendi ekseni etrafında dönerek, yine aynı ezberleri, jest ve mimiklerle, sanki yepyeni bir dünyaya bizi uyandıracakmış gibi, sakız gibi çiğneyip duruyor.

 

Sanki, onyıllar boyunca, CHP’yi aynı ezberci elitist, devletçi, “tıkaç” yaklaşımlarla, tabularla dolu bir çitin içine tıkan, müesses nizamın rehinesi halinde tutan kendisi değil.

 

Sanki, 7 Haziran’da köşeye sıkışan Cumhurbaşkanı’nın can havliyle kendisine gönderdiği davetiyeye o değil başkası icabet etti.

 

Sanki, ikbal hırsıyla, kendisine vaat edilen TBMM Başkanlığı’nı alacağım diye, muhalefetin koalisyon olasılıklarının önüne ilk seti çeken; AKP’ye meclis başkanlığını ‘hediye eden’ o değil de başkasıydı.

 

İnsanın içi sıkılıyor.

 

Anormal olan şudur:

 

Normal durumlarda, bir skandala özne olup da onu inkar edemeyen, ‘komplo’ dışında söyleyecek söz bulamayan bir siyasetçi, Malezya’dan İsrail’e, Brezilya’dan Japonya’ya kadar, her yerde bir kenara çekilir, tarımla balıkçılıkla uğraşır, hatıra yazar, resim heykel yapar.

 

Ama kenarda durur, hizmet verdiği partide gençlere imkan tanır, herşeyin değişeceği gerçeğini kabullenir.

 

Bu yok. Tersi var.

 

Haydi bundan da geçtik. Son 30 yılda, hızla büyüyen muhafazakar hareket karşısında akla yatkın, seçmeni heyecanlandırıp ikna edici, siyaseten cazip hiçbir yeni çizgiye katkısı olmamış, kendisinden geriye sadece bir ‘yenik’ (loser) imajı kalmış bir siyasetçinin ekrana dahi çıkmaması, soruları partinin etkin yönetim katmanındaki kişilere yöneltmesi gerekirdi.

 

Dünyada kendisini merkez solda gören her partide bu yaşanır.

 

Bakın o partilere, devri kapanmış her liderin, — İspanya, Almanya, Brezilya, Hindistan her neresi ise — bir köşede oturduğunu, en fazla parti okullarında ders verdiğini, en fazla arada sırada gazetelere makale yazdığını, en fazla bazı düşünce kuruluşlarında bilimsel analiz faaliyetlerinde bulunduuğunu göreceksiniz.

 

Ne gezer.

 

Türkiye hırsı bitmek bilmeyen, fikirleri geçen yüzyılın bir köşene tıkılı kalmış bir ‘siyaset esnafı’nın elinde rehin, o değirmen taşını körebe döndürmeye mahkum durumda ne yazık ki.

 

Talihimiz makus diyorsak, biraz da bu yüzden.

Haber Kaynağı: YAVUZ BAYDAR / HABERDAR