Siyasi rengi ne olursa olsun profesyonel gazetecilere bireysel olarak; sektörde koyu patron tahakkümü altındaki özel medya şirketlerine kurumsal olarak akla gelen-gelmeyen adli ve finansal yaptırımların sistematik imha saldırısı niteliği kazandığı son beş yıllık ‘gazeteciliğin çöküşü’ dönemini anlatan Harvard raporumun Almanca baskısının tanıtımı için birkaç gündür Almanya’dayım.
Stuttgart, Bonn, Berlin…
Kitap okuması için gittiğim her yerde en az bizler kadar endişeli insanlardan -Almanlar,
Türkler, Kürtler, Balkanlılar ve başkaları…- yağmur gibi soru alıyorum.
‘Siz gazeteciler tamamen devreden çıktığınızda ne olacak?’
‘Türkiye nereye gidiyor?’
‘Buradan izliyoruz, çaresiziz, özgürlüklerinizi savunmak için biz sivil toplum olarak ne yapabiliriz?’
Ve bütün bunlar olurken, burada bulunduğum her günün sabahına, endişeleri katmerleyen yeni haberlerle uyanıyorum:
‘Radikal sitesi kapatıldı, bir gazete daha tarihe karıştı…’
‘Kayyım, dört gazetenin dağıtımını, okurlara ulaşmasını keyfi olarak durdurdu…’
‘Aydın ve Hanzade Doğan ile Ersin Özince’nin de suçlandığı, 24 yıla kadar hapis talebi içeren POAŞ iddianamesi kabul edildi…’
Dün, Can Dündar ve Erdem Gül duruşması öncesi soruları yanıtlarken, ekrana bir haber daha düştü:
‘Today’s Zaman eski Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 2 yıl 7 ay hapis cezasına mahkum edildi…’
Sonu gelmeyen bir kabus gibi herşey.
***
Bu satırları yazarken Dündar-Gül duruşması sürmekteydi.
Türkiye’nin sayısı üçe dörde inen bağımsız yayın organlarından Cumhuriyet’i (daha sonra da ülkenin en üst düzey yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’ni) hedef tahtasına koyan MİT TIR’ları davası, pis kokularla destekli, ‘özgür-bağımsız gazeteciliği boğalım’ senaryosunun en dramatik sahnelerinden biri.
Umduğumuz gibi mahkeme tutuklama kararı vermezse, bizler bu ülkede cılız da olsa hâlâ bağımsız bir yargı vardır inancımızı koruyacağız.
Verirse?
İşte o zaman, ana gövdesi iktidarın uzaktan kumandasına bağlanmış, gerisi de zaten perperişan edilmiş olan medyanın işinin bitirilmesi için bir set yıkılmış olacak.
Çok daha kara günler herkesi bekliyor olacak.
Habercilik düpedüz ‘suç’a eşitleneceği için, haberlere ve özgür köşe yazılarına ‘kamuoyu sokağına çıkma yasağı’ fiilen, topyekun uygulamaya konacak.
Erdem Gül’ün dünkü savunmasında vurguladığı gibi:
“Bizim iki gazeteci olarak bu kadar ağır cezalarla yargılanmamız aslında ülkemizdeki basın için ağır bir yaptırımdır. Bu dava bu nedenle kişisel olmanın sınırlarını aşmıştır. Artık gazeteciler bazı haberler için sırf bu dava sürdükçe haber yazmaya yazı kaleme almaya cesaret edemeyecektir. Bunun basın dilindeki anlamı koyu bir oto sansürdür. Ve halkın haber alma ve bilgilenme hakkının gaspıdır.”
Baştan aşağı siyasi olan bir davadır bu.
Can Dündar’ın dün savunmasında altını çizdiği gibi:
“İlk kez bir Cumhurbaşkanı, bir gazeteciyi, yaptığı doğru haberden dolayı açıkça tehdit etmiş, bununla da yetinmeyerek, ortaya çıkan kendi sırrıymış gibi şahsen davacı olmuş ve basın tarihinde bir cumhurbaşkanının bir gazeteci için istediği en ağır cezayı istemiştir.”
“Devletlerin sırları olabilir. Ama o sır, bir suçu örtbas etmekte kullanılamaz. Suç, gizlilik örtüsü altına saklanamaz…”
“Bir eylem suç oluşturuyorsa, gizli kalması savunulamaz.”
“Halkı bundan haberdar etmek de, bu ülkede kendine gazeteyim diyenlerin sadece görevi değil, aynı zamanda sorumluluğudur.”
Yargılanan, gazeteciliktir.
Tutuklama çıkarsa, bir bir mahkum edilen diğer meslektaşlarımız gibi, asıl Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi hayalleri olacaktır.
Onurlu bir mesleğin ölüm kalım savaşında son raunddayız.
Bilinsin.
***
Yazı bittikten sonra, mahkemenin erteleme kararı haberi geldi.
Öyle anlaşılıyor ki, son raundu daha dramatik bir şekilde 1 Nisan günü yaşayacağız.





