Kör olan gözler değil sinelerdeki gönüllerdir*
Bir bedevî, içinde biraz para olan bir keseyi çaldıktan sonra namaz kılmak için mescide girmiş. Bu bedevînin adı da Musa imiş. O sırada imam,

“Mûsa, şu sağ elinde tuttuğun şey de ne?” (Tâhâ Sûresi, 17) âyetini okuyormuş. Adam, imamın kendisini kastettiğini zannederek, “Vallâhi sen sihirbazsın!” demiş, ve namazı bırakıp kaçmış.

Sanırım artık toplumun ciddi bir yekûnu sihirbazlık ithamı altında yaşıyor. Hangi cürme nazar atfetseniz, birileri kendilerinin kastedildiği düşüncesi ile harekete geçiyor. Hangi yaraya parmak bassanız, ses yaralıdan çok yarayı açandan geliyor.

Fakat durum nüktede anlatıldığından daha vahim. Zamane mücrimleri kaçmak yerine imamı alaşağı etmeyi tercih ediyorlar. İmam ne olduğunu bile anlamadan derdest edilip götürülüyor. Kimliğine bakılmadan boynuna “paralelci” yaftası asılıyor. Hakkında bir iddianame hazırlansın da bu gülünç iftiradan temizlensin diye yıllarca hapiste bekletiliyor. Yetmiyor o sırada camide olanlar da soruşturmadan geçiriliyor. Cemaat hakkında örgüt bağlantısı araştırılıyor. İmamın arkasında namaza duranların bazıları serbest bırakılırken bazıları da tutuklanıp mahkemeye sevk ediliyor. Caminin tüm müdavimleri takibe alınıyor… İşin daha da garibi mahalleli, imamın komplocu olduğuna ikna oluyor. Aralarından “Oyuna getirildik” açıklaması yapanlar çıkıyor. Niçin özür dilediğini bilmeden özür dileyenler de…

Perde bir türlü kapanmıyor. Tiyatro bitmiyor. Üstad’ımın dediği gibi, hayat denilen yolculukta yolunu kaybetmiş ve pis bir çamura girmişler. Bataklıktan çıkamadıkları gibi o pis çamuru misk u anber zannederek yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Gayya gibi dipsiz bir kuyuda sürekli birbirlerini daha da aşağıya çekiyorlar. Dehşete düşmemek mümkün değil. Kuyunun duvarında tutunacak göğermiş bir dal parçası da mı bulamıyorlar? O kadar mı rahmetten uzaktalar?

KAYNAK: Emine Eroğlu/ZAMAN