Zaman gazetesinden Hanım Büşra Erdal’ın yazısı:
Güneş batarken Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’ndayız. Adı üzerinde burası bir ‘tutukevi’ değil, cezalandırma yeri.
İnsanlar, daha yargılanırken cezalandırılıyor. Bizim yolumuz da, cezaevinin, diğer bölümlerinden farklı olarak daha ağır ‘cezalandırma’ koşullarına sahip Silivri 9 No’luya düşüyor. Eskiden avukatlar araba ile koğuşların yakınına kadar gidebiliyormuş. 1 Ocak 2016’dan itibaren buna yasak gelmiş. Jandarma, cezaevi servis aracını beklememizi söylüyor. Az sonra Anadol diye bilinen kasalı bir araç geliyor. Bir an ‘Kasasına mı bineceğiz?’ diye düşünürken şoförün arkasındaki koltuğu görüyoruz. Bir süre sonra gazeteciler Hidayet Karaca, Mehmet Baransu, Gültekin Avcı, Can Dündar ve Erdem Gül dahil ‘paralel’ safsatasıyla tutuklu sanıkların kaldığı Silivri 9 No’luya geliyoruz. Avukatlara dair bir dizi prosedürden sonra artık görüş kabinlerinin olduğu bölümdeyiz. 1,5-2 metrekarelik yan yana dizili 10’a yakın kabin, kapılarında anahtarlar var ve birbirinden pencere gibi camlarla ayrılıyor. Böyle olunca, bir numaralı kabinden 5 numaralı kabin içine kadar görüş alanında kalıyor.
Rütbeler arttı, iki müebbet
Bir numaralı kabinde Gültekin Avcı’yı görüyoruz. Avukat meslektaşı ziyaretine gelmiş. Talebimiz üzerine önce Hidayet Karaca sonra Mehmet Baransu getiriliyor. Karaca, iki, Baransu ise üç numaralı kabinde. Bu sırada Hidayet Karaca Ankara Sulh Ceza hakimince verilen tutuklama kararını daha yeni öğrenmiş ve diğer kabindeki kader arkadaşı Gültekin Bey’e haber veriyor. Omzunu göstererek ‘rütbeler arttı, 2 müebbet’ deyip gülümsüyor. Avcı da cevap veriyor, bağırarak şakalaşıyorlar kalın camın ardından. Anlaşılan o ki, yüksek güvenlikli cezaevinde tecritteyken, yüksek sesle bağırmayı ve işaret dilini öğrenmek gerekiyor. Bu sırada Can Dündar’ın, tahliye edilen gazeteciler Cevheri Güven ve Murat Çapan’ın ikram olarak kendisine çay, tost attıklarını yazdığını hatırlıyorum. Koğuşların yüksekliğine bakıyoruz, 8 metre filan, yani onları duvardan aşırmak için bilek gücü lazım. Ve en önemlisi ağır şartlarda hapse dayanmak için ‘iyi bir yürek gücü lazım’ diyor insan. Bu güç hem Karaca hem Baransu hem de Avcı’da var. Tutuklu Gazetecilerle sırayla görüşüyoruz. İlk sırada Karaca var. ‘Ağırlaştırılmış müebbet hapis’ talepli ikinci tutuklama kararından bahsediyor. Sulh ceza hakiminin ‘anlat bakalım’ deyip suçlamaya dair tek soru sormadığı bir sorgu sonucunda o kadar hukuktan uzak, kanunsuz bir tutuklama var ki şakayla karşılamasın ne yapsın! Baransu, haberi nedeniyle sanık olduğu Mersin’deki dava sırasında eski emniyet müdürü Anadolu Atayün ile tuvalette yatırılmalarını anlatıyor. Başını klozetin dibine koyduğunu, camı olmayan pencereden gelen soğuk havanın korkuluklar nedeniyle cereyan yaptığını ve daha neler neler… Üstad Said Nursi’nin hapislik günlerini okuduğunu söyleyip, tuvalette tutulduğu için şükrediyor.
Tecritteki son tutuklu
Gültekin Avcı ise şu anda tek kişilik hücrede (tecritte) kalan son tutuklu. Görevlilerin zaman zaman kar yağarken dış kapıyı açık bırakma gibi kötü muameleye başvurduğunu ancak ‘yargıya taşırım’ diyerek güçlü tepki verince bundan vazgeçildiğini aktarıyor. Eski bir savcı olarak mevzuatı bildiğinden bu hukuksuzlukların onu diğer tutuklulara göre daha çok etkilediği görülüyor. Üçü de konuşmaları boyunca gülümsüyor. En ufak bir çaresizlik, pes etme, boyun bükme emaresi yok. Biz oradan ayrılırken Can Dündar ve Erdem Gül’ün avukatı geliyor. Artık iyice akşam olmuş, koğuşlarda sayım vakti. ‘Dünyadaki en sağır edici ses, acı çeken bir mazlumun suskunluğudur!’ demiş Hz. Ali (ra). Silivri 9 No’lu Cezaevindeki mazlumların suskunluğuna ise sayım ile ara veriliyor.