Veysel ayhan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Haşim Kılıç, Zühtü Aslan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın makam ve koltuk için bulundukları görevin hakkını veremediklerini yazdı.

Yeni Hayat Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Veysel ayhan AKP’de düşük profil tartışmaları yaşanırken Gül, Davutoğlu, Erdoğn  Haşim Kılıç ve Zühtü Arslan’ın profiini yazdı. Ayhan hepsi de bir sonraki makamı düşünüp bulundukları makamın görevinin gereğini yerine getiremediğini yazdı.


İşte Veysel Ayhan’ın Pelikanın kursağındakiler: Gül, Davutoğlu… başlıklı yazısı:

Genelde Japon turistler öyledir. Ellerinde fotoğraf makineleri sürekli fotoğraf çekerler. Gördükleri manzarayı o an seyretmezler. O anın keyfini lezzeti düşünmez, geziden dönünce o manzaraları seyretmeyi planlarlar.

Bu tuhaf refleksin sorumluluk sahibi makam sahiplerinde ortaya çıkan bir türü daha var.

Mesela bir yerde müdürdür. Fakat aklı genel müdürlüktedir. Müdürlük sorumluluklarıyla ilgilenmez. Aklı ve davranışları ‘nasıl terfi ederim’ sorusu ile meşguldür. O görevlerin hakkını vermez, gelecekteki ikbali için ‘bugün’ü harcar.

Abdullah Gül örneği

Mesela 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. 2007-2014 arası cumhurbaşkanlığı yaptı.  Ama tek bir gün dahi ‘cumhurbaşkanı’ olamadı. Derdi hep daha sonrasıydı.İmzaladığı kararlarda göz ucu  hep ‘Tayyip Erdoğan’daydı. Görevini bitirene kadar ‘Böyle yaparsam acaba ne der?’ diye endişe içinde kıvrım kıvrım  kıvrandı. ‘Hayretten hayrete’ düştü ama elini bir çakıl taşının dahi altına koymadı.

Attığı imzaların Türkiye’yi nasıl bir kabile devleti haline getireceğini biliyordu. Onayladığı Sulh Ceza Hâkimliklerinin memleketi diktatörlüğe çevireceğini görmemesi mümkün değildi.

‘Yanlış olduğunu biliyorum ama ben imzalayayım, AYM’den dönsün’ demenin tercümesi Erdoğan’ı üzmemek, parti desteğini cumhurbaşkanlığı sonrası kaybetmemekti. O nedenle de aklı hep ‘sonra’daydı. Cumhurbaşkanlığını bıraktıktan sonra ‘Allah’a şükür yanlış bir karar vermedim.’ diyebilecek bir onurlu bir cumhurbaşkanlığı yapmamış oldu.

Sonuç ne oldu: Türkiye’nin insan hakları, demokratikleşme ve basın özgürlüğünde yaşadığı dibe vuruş Gül’ün o talihsiz  imzalarıyla gerçekleşti. Hatta bu sefaletin asıl faili o oldu.

Peki, 7 yıl bir dediğini ikiletmediği Erdoğan’a yaranabildi mi? Hayır. Cumhurbaşkanlığı sonrasında tekrar ‘başbakanlık’ yapmak, ‘yeniden cumhurbaşkanı olabilmek’ hayalleri ne oldu? Maksadının aksi gerçekleşti. Kendini bir anda karga tulumba ekarte edilmiş buldu.

Davutoğlu

Ahmet Davutoğlu da bir başka ‘gelecek zaman’ mağduru! Koltuğa oturduğu sürece hiçbir başbakanlık yetkisini kullanmadı. Yetkilerini gönüllü olarak Saray’a teslim etti. Erdoğan gider diye hayaller kurdu.

Yaptığı başbakanlık bir 23 Nisan başbakanlığı kadar oldu. İşin gerçeğini bilmesine rağmen Saray’ın paralel safsatasına papağanlıktan geri durmadı. Her konuşmasında besmele niyetine ‘paralel de paralel’ dedi.

Yetkilerini kullanmadığı için altındaki bakanlar onu ciddiye almadı. Başbakanlığı döneminde binlerce insan cadı avına maruz kaldı. Zekât, sadaka ve burs yüzünden insanlar hapse atıldı. Medyaya çöküldü. Akın İpek grubuna saldırıldı. Bugün gazetesi kapatıldı. En yüksek tirajlı gazete olan Zaman’a kayyım atandı. Basın özgürlüğü paspasa çevrildi. Hepsini içine sindirebildi.

Tüm bu fecaat Saray’a yaranmak için yetti mi? Yetmedi. Ne olduğunu anlamadan kendini bir pelikanın kursağında buluverdi. Onurlu olarak istifa etme şerefi bile yaşayamadı.

Haşim Kılıç ve Zühtü Arslan

Haşim Kılıç hiç bir gün özgür iradesiyle adım atamadı. Türkiye’de yargının en tepesinde olabilme onuru yetmedi. Bir gözü konjonktürde diğer gözü emeklilik sonrası siyaset hesaplarında oldu.

Hak, hukuk ve adalet kelimeleri ancak emeklilik sonrasında gündemine girdi. Vereceği diğer hesaplar bir yana… Anayasanın 8 maddesinin birden çiğnendiği dershane kapatma yasası ile mağdur edilen yüzbinlerce dershane öğretmeninin vebali boynunda. Keşke gelecek hesaplarını boş verip o şerefli makamın hakkını verebilseydi!

Aynı imtihanı Anayasa Mahkemesi Başkanı  Zühtü Arslan ve ekibi yaşıyor. Çok doğru ve hakperestçe kararlara imza attılar. Ama bunlar Can Dündar ve Erdem Gül kararına benzedi. ‘Kış güneşi’ gibi gelip geçici oldu. İlhan İşbilen’ler, Hidayet Karaca’lar, Gültekin Avcı’lar, Mehmet Baransu’lar, Ali Fuat Yılmazer’ler, Yakub Saygılı’lar ve yüzlercesi…

Bu insanlar hukuki hiç bir delil olmamasına rağmen anayasaya her şeyiyle aykırı Sulh Ceza Hâkimlikleri eliyle savaş esiri gibi Silivri’de tutuluyor. Aileler mağdur. Can Dündar ve Erdem Gül’ün mağduriyetine seyirci kalmayan AYM Başkanı ve üyeler diğer davaları Erdoğan’ı üzmeme uğruna sümenaltı etmiş görünüyor.

İmtihanları şu: Ya vicdanlarını dinleyip o onurlu koltukların hakkını verecekler veya bir ‘Saray esiri’ olarak hem dünyada hem ahirette mahcup olacaklar.

Ve Erdoğan

Tüm bu ‘gelecek zaman mağdurları’nın faili olan Erdoğan’ın kendisi de bir başka ‘gelecek zaman mağduru’. Aklı hep ‘başkan’lıkta oldu. Başbakanın yetkilerine el koydu. Huzur içinde bir gün bile cumhurbaşkanlığı yapamadı.

Ne kendi rahat etti ne de yeminine sadık kalıp tüm partilere eşit mesafede olup onlara güven verdi. Halkın yüzde ellisine ‘gâvur’ muamelesi yaptı. Toplumun bütününü kucaklamayı hiç düşünmedi. ‘Cumhur’ başkanı değil ancak ‘partisinin’ başkanı olabildi. Sonuç olarak cumhuriyet tarihinin en düşük profilli cumhurbaşkanı oldu.

Yeni Hayat