Havuz medyasının, bugün Mustafa Koç güzellemeleriyle dolu olduğuna bakmayın. Elbette Mustafa Koç, değerli bir insandı ve bütün olumlu sözleri hak ediyor. Ama ben, madalyonun öbür yüzüne, daha doğrusu “medya yüzsüzlerine” bakmak istiyorum. Sadece, Fethullah Gülen’le samimi ve saygılı bir ilişkileri var diye, Ali Sabancı, Turgay Ciner, Mahmut Nazif Günal, Mustafa Koç gibi işadamlarını yerden yere vurmuşlardı.

Uganda’dan gönderilen ananası, “elmas” diye yazmışlar, ayrıca bunun bir rüşvet olduğunu belirtmişlerdi. Neyin rüşveti bu belli değildi… Zira ananasın rüşvet olabilmesi için Koç’un ya da Sabancı’nın vermesi gerekirdi. Uganda’da rafineri alınacak ama, ananaslar da Uganda’dan geliyor. Bu tam bir çelişki! Buna rağmen, ananası, “Gülen’e verilen rüşvet” diye yutturdular ya da yandaşlar, sukût eden ahlâkları yüzünden buna inanmış göründüler.

***

Cemaat, bir sivil toplum kuruluşu; bir baskı grubu. Benzerleri her demokratik ülkede olabilir. Büyük maddi kaynakları, okulları, üniversiteleri ve geniş kitlelere ulaşan medya kuruluşları da vardı. Bu haliyle göze battı. Benim anladığım kadarıyla sistem şöyle işliyordu:

Okullar önce Cemaat’e yakın esnafın katkılarıyla kuruldu. Bu okulları ziyaret eden işadamları da destek vermek istedi. Türkçe Olimpiyatları gibi herkesin iftihar ettiği ve yabancı ülkelerdeki okulların başarısını gösteren organizasyonlar da yapıyorlardı. Hükümetle yakınlıkları, kendilerine ayrı bir ağırlık kazandırıyordu. Bundan da istifade ettiler. Yurt dışına açılmayı düşünen işadamlarına, yabancı ülkelerdeki okulları sayesinde kurdukları ilişki ağından yararlanma imkânı temin ettiler.


Bu olguyu objektif bir biçimde değerlendirip, eleştirebilirsiniz. Ama tutup da, “Yok bunlar devlet içinde yapılanan bir terör örgütü. Yok darbe planladılar” demek, ya da manşetlerde Fethullah Gülen’i afişe edip, işadamları ile ilişkisini ananas (elmas) alışverişiyle sergilemek, tam bir kara propaganda. Bugün o kara propagandayı unutup, farklı bir telden çalıyorlar. Gezi’den sonra da Koç ailesini hedef alan bunlar değil miydi?“Neden Divan Oteli’ni açmışlar? Niçin yaralılara hizmet vermişler?” 

Şu medya müsveddelerine bakarak Türkiye’ye acıyorum. Ahlâkı, namusu, vefayı, adaleti bitirdikleri gibi, Babıâli’nin üzerinden de geçtiler. Her türlü değer ayaklar altında.

DEVLET ÇÖKÜNCE… BUNLAR OLUR 

Samanyolu Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile tutuklu polislerin reddihâkim talebini kabul ettiği ve haklarında tahliye kararı verdiği için, Metin Özçelik ile Mustafa Başer 10 aydır tutuklu. Suçları, “silahlı örgüt üyeliği ve hükümeti devirmeye teşebbüs.” 

Türkiye’de hiçbir dönem, yargı bu kadar ağır bir yara almadı.

Anayasa’nın yargı bağımsızlığı maddesi açıkça ihlâl ediliyor. Hâkimler verdikleri karardan dolayı, üstelik terör örgütü üyeliğiyle suçlanıyorlar. Henüz Fethullah Gülen’in bir terör örgütü kurduğuna dair hiçbir karar yok. Olmayan bir terör örgütüne, bu hâkimlerin tahliye kararıyla destek verdikleri ileri sürülüyor. Bundan böyle, hangi hâkim, tutukluları tahliye edebilir? Ya da hangi savcı, takipsizlik kararı alabilir?

Ben askeri darbe dönemlerini de gördüm. Hiç değilse, askerin devlete bir saygısı vardı. Devlet kurumlarına, yargıya, böylesine açıktan müdahale etmekten çekinirlerdi. Bugün ise devlet çözülüyor; çöküyor.

12 Eylül’den sonra Kenan Evren, Süleymancıların yurtlarını kapatmak istemiş, ama özel teşebbüse ait olan bu yurtlara el konulmasını idari yargı engellemişti. Darbe yapan Evren, güçlü olmasına rağmen, Sulh Ceza Hâkimlikleri kurmayı düşünmedi. Oysa günümüzde kayyım atamalarıyla, mülkiyet hakkı kolayca gasp ediliyor.

***

Akın İpek’in açıklamalarına kulak verin. Kanuna göre kayyımların, maaş dışında holdingin hiçbir imkânından yararlanmamaları gerekirken, Koza İpek Holding’e çökenler, Akın ve Tekin kardeşlerin makam araçlarını da kullanmaya başlamış. Ayrıca, Marmaris’teki Angel’s Peninsula Oteli’nde kışın kalmak amacıyla bir termosifon taktırdıkları ileri sürülüyor.

Kanuna göre, “Atanan kayyımların görevi, yalnızca şirketin kontrol altında tutulmasını ve iddiaya konu suçun bu şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmesinin önlenmesini sağlamaktır… Kişilerin taşınır veya taşınmaz malları üzerinde, karşılık ödenmek suretiyle de olsa, zorla tasarrufta bulunan kamu görevlisi, fiil daha ağır cezayı gerektiren bir suç oluşturmadığı takdirde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 

Savcı atamayı yaparken, tespit edilen maaşların, barınma, yemek, ulaşım giderlerini de kapsadığını açıkça kayyımlara tebliğ etmişti.

Akın İpek, “Kayyımlar, İpek ailesine ait makam araçlarına nasıl biniyorlar? Bu bir suç değil mi?” diye soruyor.

Suç değil, çünkü bir ‘Muz Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Buranın kuralları, keyfilik, adaletsizlik, iftira… Kimin gücü kime yeterse…

“Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin” zihniyeti hâkim.