Hrant Dink cinayetini, kendi emelleri için kullanma çabasında, hükümet, “tetikçilerden” istifade ediyor.Amaç, cinayeti aydınlatmaktan ziyade, bu suikastı, Cemaat’in üzerine yıkmak. 

İlk günden itibaren Dink cinayetinden ekmek yiyen bir gazeteci var. Bu gazeteci, suikastla ilgili bir kitap yazdı ve baş sorumlu olarak Ali Fuat Yılmazer’i gösterdi. Zaten gazetedeki yazılarında da, Yılmazer’i,“Cemaat’in polisteki imamı” olarak takdim ediyordu. Bu bilgiyi de Hanefi Avcı’dan duyduğunu söylemişti. Elinde başka hiçbir delili yoktu. Ali Fuat Yılmazer, Hanefi Avcı’ya dava açtı. Mahkemede, Avcı, kendisinin Yılmazer için “Cemaat’in imamı”demediğini açıkladı. Böylece, gazeteci ortada kaldı.

Bir derin devlet operasyonunu, tek bir kişiye yüklemek, aslında, Ergenekonvari yapıları da aklamak anlamına gelir. Hanefi Avcı da, böyle bir hataya düşmüş, Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabının birinci bölümünde, Ergenekon’un varlığına inandığını söylemekle birlikte, ikinci bölümde “Hrant Dink cinayetini, Ergenekon’un işlediğine beni kimse inandıramaz” demişti. Öyleyse bir başka fail bulmak gerekirdi: Cemaat. 

Hrant Dink öldürüldüğünde, kimsenin aklına Cemaat’i suçlamak gelmemişti. Sadece, Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda, İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in ismi, soruşturulması gerekenler arasında yer alıyordu. Yılmazer’in “Cemaatçi” olduğuna ilişkin iddia ise, -Ergenekon operasyonlarının ilk dalgalarıyla birlikte- meşrebi herkesçe malum Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesinde çıktı. Ergenekon’un peşine düşen Yılmazer’i itibarsızlaştırmak amacıyla bu yakıştırma yapıldı. Hanefi Avcı da polis teşkilâtı içindeki rekabette aynı iddiaya sarıldı.

Sonra 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları gündeme geldi; her şey altüst oldu. Ergenekoncularla hırsızlar el ele tutuştu. Bu defa, Dink suikastında, Ali Fuat Yılmazer’in, tek başına, bir fert olarak değil, paralel örgütün bir mensubu sıfatıyla rol aldığı ileri sürülmeye başlandı. Bu noktada, eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un ve Ergenekon sanığı İlker Başbuğ’un önemli katkıları var. İlker Başbuğ, “Paralel yapı, Hrant Dink cinayeti çözülürse deşifre edilebilir” diye konuştu. Sabri Uzun ise, “Ergenekon operasyonunu başlatmak için, Ali Fuat Yılmazer’in, C Şubesi’nden İstanbul İstihbarat Şubesi’ne atanması gerekiyordu. Dink cinayetine yol verilerek bu sağlandı” dedi.

O kadar ters bir mantık kuruluyordu ki, sanki bir kamu görevlisini bir yere atamak için, birinin öldürülmesi gerekiyordu. Madem İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek de iddiaya göre Cemaatçiydi… Cinayete başvurmadan Ali Fuat Yılmazer’i İstanbul’a atayamaz mıydı? Kaldı ki, daha Hrant Dink öldürülmeden, Akyürek, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler’i değiştirmek istiyordu. Kendisini cinayetten bir hafta kadar önce Ankara’ya davet etmişti. Özellikle Danıştay saldırısı sonrasında, Ahmet İlhan Güler’in derin kadrolarla irtibatı olduğu kanaatine varmış, bu yüzden onu daha pasif bir göreve, İzmir İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne göndermeyi planlamıştı. Ahmet İlhan Güler’in yerine ise o sırada Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü’nü yürüten Muharrem Durmaz gelecekti. Hesapta Ali Fuat Yılmazer yoktu.

19 Ocak 2007’de Hrant Dink suikasta uğradı, hayatını kaybetti. İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, ihmali dolayısıyla birinci derecede sorumlu görüldü. Hemen, görevden alındı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, -Danıştay cinayeti, dincilerin üzerine yıkılmaya çalışılırken, aslında arka planda ulusalcı, Kemalist laik bir yapının olduğunu tespit eden ve çalışmaları bu istikamette yürüten- Ali Fuat Yılmazer’i başarılı buldu. Onun, İstanbul’a, boşalan makama atanmasını uygun gördü. Yılmazer, buna direndi. Zira, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler zihniyetindeydi ve “siyasi vesayetin” hoşuna gitmeyecek adımların atılmasına karşıydı. Nitekim, Danıştay cinayetini de, Ahmet İlhan Güler ile birlikte Salih Kunter adında bir yaşlı din adamına yüklemeye çalışmışlardı. Bu davranış, askerin vermek istediği “İrtica hortladı” mesajına uygundu.

Ali Fuat Yılmazer’in İstanbul’a gitmeyi istememesi üzerine, Celalettin Cerrah, Ankara’ya davet edildi ve kendisinden, Yılmazer ile uyumlu çalışacağının sözü alındı. Bütün bunlar İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun ısrarı yüzünden gerçekleşti.

Şimdi tutuyor, Yılmazer’in atanması için Hrant Dink cinayetine yol verildiğine inanmamızı bekliyorsunuz…

SUİKAST VE CEMAAT

Hükümetin tetikçileri, Nedim Şener, Fuat Uğur, Melih Altınok, Cemaat’e yakın bazı gazetecilerin Hrant Dink suikastının protesto edildiği toplantıya katılmasını eleştiriyor. Mesela Nedim Şener, -kendi genetik yapısını unutarak- Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdülhamit Bilici için “Utanmaz” diyor.

Melih Altınok ise havuz medyasında “Katil olay yerine döndü” başlığıyla şöyle yazıyor: “Gülen çetesinin savcılarının, polis şeflerinin ve gazetecilerinin sorumlu olduğu ortaya çıkmışken… Hrant’ın ölümüne giden yola taş döşeyenlerle omuz omuza ‘Katil devlet’ sloganı atan Hrant’ın bazı arkadaşları…” 

O kadar büyük mantık hataları var ki! Savcı Muammer Akkaş’ın Hrant Dink dosyasını savsakladığı ileri sürülüyor veyahut Ali Fuat Yılmazer’in bu cinayete yol verdiği iddia ediliyor. Ama haklarında hiçbir somut delil mevcut değil. Bir an için cinayetin işlenmesinde ya da aydınlanmamasında kusurları olduğu kabul edilse bile, onların ihmallerini ya da kusurlarını nasıl Cemaat’e bağlayacağız? Bu kişiler Cemaat üyesi mi? Bunu kendileri de kabul etmiyor.

Ve Dink cinayetinin işlendiği günlerde Zaman’da yayınlanan yazılara bir bakınız… Her satırdan büyük elem fışkırıyor.

20 Ocak 2007… Zaman’ın başyazısı: “Kınıyoruz… Hrant Dink’e yapılan menfur saldırıyı nefretle kınıyor, meslektaşımızın yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Kurşunlar, ülkemizdeki barış ve demokrasiye sıkılmıştır. Menfur saldırının fail ve azmettiricilerinin bir an önce adalet önüne çıkarılmasını bekliyoruz… Dink’e sıkılan kurşun, farklı din ve etnik kökene mensup insanların asırlardır bir arada yaşadığı ülkemizin dünyadaki imajını hedef almıştır.”

Ekrem Dumanlı’nın yazısı: “Türkiye yeni bir siyasi cinayetin şokunu yaşıyor. Her siyasi cinayet gibi Hrant Dink’in katledilmesi de yeni uçurumlar açmaya yönelik haince ve alçakça. Tek zararlı çıkan Türkiye.” 

Mehmet Kamış: “Anadolu’nun birlikte yaşama kültürüne sıkılmış çok ama çok derin bir kurşun daha… Başkasını tehdit gören, farklı olanı kabul etmeyen, hatta yok eden düşünce tehlikeli bir hastalık. Hrant Dink’e sıkılan kurşunlar, her an farklı olan bir düşünceye yönelebilir.”