“Ahmet İlhan Güler, Kemalettin Özdemir’in çevresindeki grubun en etkin elemanlarındandı. Hem Cemaat’le hem hükümetle hem derin odaklarla iyi ilişkisi vardı. Birinden feragat etmesi gerektiğinde, hükümeti feda etti.” “Kemalettin Özdemir ve onun Emniyet’teki uzantıları durumunda olan Hanefi Avcı ve Sabri Uzun, çevrelerindeki ekip kenarda kalınca bu sefer iyice derin odaklara yanaştılar ve onlarla ittifak içerisinde, benim ve benimle birlikte çalışan kadroların tasfiyesi için çok uğraştılar.” Dünkü söyleşimizde, Ali Fuat Yılmazer, bir zamanlar Hanefi Avcı’nın ve Sabri Uzun’un, Cemaat’in önemli adamlarından biri olarak adı geçen Kemalettin Özdemir ile yakın ilişki içinde olduklarını anlattı.
Yılmazer, İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürlüğü görevindeyken, ulusalcı yapıların üzerine gittiğini, fakat, Hanefi Avcı, Sabri Uzun ve onların yanındaki grubun direnciyle karşılaştığından söz ederken de, bu tavırlarını, Kemalettin Özdemir’in telkinine bağladı.
Bugün, Cemaat-Emniyet ilişkileri hakkındaki kanaatlerini aktarmaya devam ediyor. Ahmet İlhan Güler için de çok önemli bir iddiada bulunuyor. Sözü Yılmazer’e bırakalım:
ÖZDEMİR’İN EKİBİ
“Benim devlet bünyesindeki derin çetelerle mücadele başlatmam, cemaat içerisindeki tartışmaların boyutlanmasına sebebiyet verdi. Ben, sırf seçilmiş meşru hükümet olduğu gerekçesiyle, hükümetin desteklenmesi ve hükümeti devirmeye yönelik gayr-i meşru, illegal faaliyetlerin de üzerine gidilmesi gerektiğini düşünüyordum.
Sonradan anladım ki, cemaat içerisinden buna karşı çıkanlar, Kemalettin Özdemir’in etrafında kümelenmiş şahıslarmış. Zaman içerisinde, Başbakan da sürece dahil olunca (2008 Şubat), Cemaat’e yakın medya organları, bu mücadelede hükümetin desteklenmesi yönünde daha güçlü bir inisiyatif geliştirdi. Ve bu destek sayesinde, o günlerde çok cılız imkânlarla başlayan mücadele, kamuoyunda da, -hiç değilse belli bir kesimdendestek görmeye başladı.
İşte o zamanlarda, zaten geçmişe dayalı sıkıntıları olan Kemalettin Özdemir, iyice cemaatten uzaklaştı. Fakat yine bunu açıkça kamuoyuna deklare etmedi. Gizliden gizliye, cemaat içerisinde küçük paralel bir grup olarak biraz da kenara itilmiş bir şekilde varlıklarını devam ettirdiler. Ahmet İlhan Güler, işte bu grubun en etkin elemanlarından biridir.
Onlar, bütün kurulu düzenlerinin benim tarafımdan bozulduğuna inanıyorlardı. Kendilerini nasıl bir çerçeveye oturtmuşlarsa, hem cemaatle hem hükümetle hem de derin odaklarla iyi ilişkiler geliştirmişlerdi. Hepsini birden idare ediyorlardı. Türkiye’de, o dönemde gelişen konjonktürel sürece bağlı olarak, birinden feragat etmeleri gerektiğinde, hükümeti feda ettiler. Cemaat içerisinde ve hükümetle ilişkiler bağlamında konumu zayıflayan Kemalettin Özdemir ve çevresindeki dar bir grup, beni tam anlamıyla düşman ilan etti. Aydınlık’a “İşte Emniyet’teki Fethullahçı yapılanma” başlığıyla yayınlanan ve içinde benim ismim de bulunan 57 kişilik listeyi, Aydınlık Gazetesi’ne Ahmet İlhan Güler hazırlayıp gönderdi.
2011’DE BAŞBAKAN DEĞİŞTİ
Kemalettin Özdemir ve onun Emniyet’teki uzantıları durumunda olan Hanefi Avcı ve Sabri Uzun, çevresindeki ekip kenarda kalınca bu sefer iyice derin odaklara yanaştılar ve onlarla ittifak içerisinde, benim ve benimle birlikte çalışan kadroların tasfiyesi için çok uğraştılar. Uzunca bir süre başarılı olamadılar.
2011’den sonra, her nedense Başbakan’ın tavrı değişti. Bu değişim daha önce tamamen aleyhinde olan derin odaklara ve tabii ki, bir dönem hükümeti feda edip derin odaklara yanaşan Kemalettin Özdemir grubuna alan açtı. Birdenbire Fethullah Gülen’e ve o çerçeveye oturtulduğum için de bana karşı tavır geliştirdi.

TERSİNE DÖNDÜ
Halbuki geçmişte Fethullah Gülen, devletin içindeki derin güçleri karşısına almama hassasiyetlerini de bir kenara bırakarak ve hiç umut vaat etmediği bir dönemde, bu hükümete, Tayyip Erdoğan’a sahip çıkmıştı. Evet, bu süreci ben başlattım ama sonrasında Cemaat’in medya organlarıyla destekleyici bir tavır geliştirmesi hükümeti de cesaretlendirdi. Aslında o dönemde, hükümet içerisinde de ciddi karışıklıklar/ayrışmalar vardı. Erdoğan her geçen gün yalnızlaşıyor (o günkü algılara göre) siyaseten sona yaklaşıyordu. Ergenekon süreciyle ve aldığı bu desteklerle yeniden güce kavuştu.
Bir anda her şey tersine dönmüştü!
Biz halkın seçtiği bu hükümete sahip çıkalım diye, olmadık işlere girdik; Allah’ın izni ile o süreçten de selâmetle çıktık. (Bugünkü soruşturmalar hiç önemli değil! Bütün iftiraların ne kadar boş ve asılsız olduğu nasıl olsa açığa çıkacak. Çünkü asla hukuka aykırı bir iş yapmadık.)
İŞÇİ PARTİSİ
Fakat kaderin cilvesi, kendisi için olmadık risklere girdiğimiz Erdoğan, zamanında kendisine her türlü düşmanlığı yapmış kadrolarla ittifak geliştirdi ve bize karşı (zamanında etrafında hiç kimsesi kalmadığı bir dönemde kendisine sahip çıkmış insanlara) bu zulmü reva gördü.
Türkiye’yi, (sözde) bugün bir AKP hükümeti yönetiyor.
Zavallı halkım!
Halbuki tam anlamıyla İŞÇİ PARTİSİ iktidarda.
Onlar (İşçi Partisi) her zaman darbe yoluyla devleti ele geçirmek isterlerdi. Ve hatta geçmiş darbe süreçlerinde de paydaşlıkları vardır. Ama onları kullanan darbeciler bile, devlet yönetiminde, onlara, bugün Erdoğan’ın açtığı kadar alan açmamıştı. İlk defa bu ölçüde derin çeteler devleti ele geçirmiş oldular. Biz, hırsızlarla, ideolojik takıntılı şizofrenlerin ve menfaat tasmasıyla onlara eklemlenen sözde dindarların kurbanı olduk!
Bunlar, benim kendi açımdan yaptığım değerlendirmeler. Bu süreçlerin, benim görebildiklerimin çok daha ötesinde farklı boyutları mutlaka bulunmaktadır. Her bir konu müstakilen ele alınıp ince ince değerlendirilmelidir.
Benim de esasen, bu anlamda ciddi bir özeleştiriye ihtiyacım var. Ben ne olursa olsun “seçilmiş hükümetten yana tavır almalıyım” diye düşünüyordum. Ama yanılmışım… Şimdilerde, siyasi yönden neyin doğru olduğuna karar veremiyorum.
28 ŞUBAT
28 Şubat döneminin bütün mekanizmalarında görev aldım. Generallerin katıldığı en gizli toplantılara İçişleri Bakanlığı temsilcisi olarak gidiyordum. İnanın bana, o günün kadroları, bugünlerle kıyaslanmayacak ölçüde insani ve vicdani hassasiyetlere sahiptiler. İşin doğrusu anlatıldığında herkes ikna oluyordu. Onlar, suçlu olduklarına inandıkları insanların üzerine gidiyorlardı; isnat edilen suçun vaki olmadığı anlaşılınca ikna oluyor ve geri adım atıyorlardı. O beğenmedikleri (!) Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz demokrasi adına çok güçlü bir tavır geliştirdiler.
Velhasıl, işin siyaset boyutu itibariyle duygularım karma karışık!…
Ancak, kişisel düzlemde yaptıklarımdan hiç pişman değilim. Yine olsa, böyle bir mücadelenin içerisine yine girerim. Ben çocuklarıma çok onurlu bir miras bıraktığıma inanıyorum.
SABRİ UZUN, TUNCAY GÜNEY VE CEMAAT
Eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Fatih Altaylı’ya, 2009 yılında gönderdiği mektupta, “Trabzon’dan gelen bir ihbarla Ergenekon’u başlattılar” diyor ve Cemaati suçlayarak şöyle devam ediyordu:“Türkiye’nin ‘Ergenekon’ adını taktığı şeyle (asla terör örgütü demedim, demiyorum, diyemeyeceğim), 14 Haziran 2001 günü tanıştım.” Sabri Uzun, 2001 tarihi derken, dönemin İstanbul Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü (KOM) Adil Serdar Saçan’ın Tuncay Güney’i sorgulaması sırasında ortaya çıkan belgeleri kastediyordu. Trabzon’dan gönderilen ihbar derken de, Ümraniye bombalarının bulunduğu evde oturan Ali Yiğit’in babası Şevki Yiğit’in Jandarma’ya ihbarını. Malum Ergenekon, Ümraniye’de bulunan bombalardan sonra adım adım bir soruşturmaya dönüştü. Sabri Uzun,“2001’de başaramadıklarını, 2007’de başardılar” demek suretiyle, Cemaat’in ikinci teşebbüsünde sonuç alabildiğini belirtiyordu.
Bu hususta, Ali Fuat Yılmazer’in görüşünü şöyle özetleyebiliriz:
“Sabri Uzun’un, 2001 yılında bu dokümanların kimin tarafından kendisine sunulduğunu ve Adil Serdar Saçan tarafından gerçekleştirilen bir operasyonu, cemaatle nasıl ilişkilendirdiğiniaçıklaması gerekir! 2001 yılında, bir şekilde İstihbarat Daire Başkanlığı’na intikal eden o dönemki dokümanlardan benim hiçbir şekilde haberim olmadı. Zaten o dokümanlar, genel arşive de (İDP-İstihbarat Değerlendirme Projesi) dahil edilmemiş, geldiği şekliyle Başkanlık/Organize Şube Müdürlüğü’nde muhafaza edilmiş.
GÜNEY, YARDIMCI İSTİHBARAT ELEMANI
Tuncay Güney, bir dönem Veli Küçük ile yakın temas içerisinde bulunmuş biri; onun adına bir nevi arşivcilik yapmış, sekreteri gibi özel bilgilerini muhafaza etmiş, medyaya haber üretmiş, kara propaganda faaliyetleri icra etmiş ve bu vesile ile o dönem cereyan eden olaylara ve derin devlet ilişkilerine de büyük ölçüde vakıf olmuş.
Bir ara Fethullah Gülen cemaati içerisine de sızdığını dikkate alırsak, İstihbarat kuruluşlarınca ajan (Yardımcı İstihbarat Elemanı) olarak kullanılan birisi olduğu da anlaşılıyor. Güney, hem Veli Küçük (Jandarma) hem de (muhtemelen MİT ile iltisaklı), alabildiğine kaypak ama belli ölçüde de zeki ve çok şey bilen birisi. Bize göre hiçbir şekilde güven telkin etmiyor. (Bu yorumu bir istihbaratçı olarak yapıyorum.)
Kendi beyanlarıyla da, Organize Şube’de gözaltına alındığında, sorgusunda o günün görevlilerine bol bol hikâye anlatmış. Kendisi şu tarz beyanlarda bulunmuştu:
“Adil Serdar Saçan bana durmadan Veli Küçük’ü soruyordu. Halbuki ben onlara çok daha önemli ve ciddi konulardan bahsediyordum. Fakat benim anlattıklarımı anlayabilecek hiç kimse yoktu içlerinde. Konulara vakıf olmadıklarını anlayınca ben de onlarla dalga geçiyordum.”
FIRILDAK BİRİYDİ
Bu önemli bir husus. Tuncay Güney gibi elemanlar biraz fırıldak olur, üzerlerine gittikçe olmadık anlatımlara girerler. Bildikleri somut gerçekler olduğu için de, onun etrafına spekülatif yalanlar ekleyerek sanki doğru anlatımlarmış gibi başkalarını da inandırabilirler. Bu tam anlamıyla Aydınlık grubunun taktiğidir. Belli ki onların tezgâhından da geçmiş. Ellerine ulaşan (ulaştırılan) bazı bilgi ve belgeleri kullanarak toplumu manipüle edici kara propaganda uzmanıdırlar. Böyle tiplere asla güvenilmez, çok dikkatli olmak lâzım. İfadesindeki anlatımlar belli; gerekli hassasiyetler gözetilerek o anlatımlar soruşturma safahatında bir şekilde kullanıldı. Ancak, onun anlatımlarından çok daha fazlasına, operasyonlarda ele geçirilen belgelerden zaten ulaşılmıştı.
Haber Kaynağı: Nazlı Ilıcak / Özgür Düşünce





