“Türkiye, kendine özgü hassasiyetler çerçevesinde, halen rejimin güvenliğine yönelik giderilememiş tehditlerin varlığını gerekçe göstererek derin devlet yapılanmasını lağvetmeye yanaşmamış, direnmiştir.”
“Ergenekon denilen derin devlet yapılanması, TSK bünyesindedir. Ergenekon’un tasfiyesi hiçbir zaman söz konusu olmamıştır; ihtiyaç durumunda, değişen konjontüre göre reorganizasyona gidilmesi planlanmıştır.”
“Sözde, devletin güvenliği ve bekası için yola çıkılmış ama terör tehdidi, bir aşamadan sonra Türkiye’de hep canlı tutulmuştur. Bu yapı, ülkede terör tehdidini ortadan kaldırmak bir yana, onları kontrol altına alarak kendi amaçlarına uygun şekilde kullanmış ve hayatiyetlerini sürdürmelerinin de asli sebebi olmuştur.”
Ali Fuat Yılmazer, NATO üyesi ülkelerde, Ergenekonvari yapıların lağvedildiğini söylemekle birlikte, tam olarak kaldırılmadıklarını, bir ölçüde faaliyetlerinin sürdüğüne inandığını da ilave ediyor.
– Bu tarz yapılanmaların Avrupa’da hala, belirli ölçüde faal olduğunu neye dayanarak iddia ediyorsunuz?
Bu tarz teşkilatların, iç siyaset aracı haline dönüşüp suça bulaştıklarının tespiti üzerine Avrupa’da lağvedildikleri sıklıkla dile getirilen ve yaygın kabul gören bir anlayış olsa da, aslında iki sebepten ötürü komple lağvedildiklerini kabul etmek güçtür.
Bu gibi gizli ve tabii ki devlet gücünün sağladığı imkânlarla toplumun bütününde örgütlenmiş yapıların, salt adli süreçlerle tamamen deşifre edilip yok edilmesi, fiilen imkânsız denecek ölçüde zordur.
TÜRKİYE’DEKİ HASSASİYETLER!
Avrupa devletleri, halen NATO üyesi ülkeler durumundadır ve NATO’nun konjonktürel değişimlere bağlı olarak güvenlik konseptindeki öncelikler değişse de, asli güvenlik düzlemi ve mantalitesinde bir değişim olmadığı sürece -ki olmamıştır- bu teşkilatlanmalarla amaç edinilen güvenlik ihtiyacını karşılayacak yeni enstrümanların hayata geçirilmiş olması zorunluluğu vardır. Muhtemelen, amaca uygunluğu konusunda (bütünüyle NATO merkezi yönetiminin inisiyatifine terk edilmeden) yerel ülkelerce daha etkin denetim mekanizmalarının da devreye girdiği ve özellikle de harcamaların daha sıkı kontrol altına alındığıalternatif oluşumların hayata geçirildiği varsayılmalıdır.
Dolayısıyla bu yapıların Avrupa’da da bir şekilde kökten lağvedilmek yerine, kuruluş amaçlarına uygun bir şekilde reorganize edildiğini söylemek daha makul görünmektedir.
Bu tarz teşkilatların Avrupa ülkelerinde lağvedilmesi sonrasında, NATO bünyesindeki bütçeleri de kaldırılmıştır. Bu yüzden Türkiye’ye gönderilen NATO tahsisatı kesilmiştir.
Türkiye, kendine özgü hassasiyetler çerçevesinde, halen rejimin güvenliğine yönelik giderilememiş tehditlerin varlığını gerekçe göstererek bu teşkilatlanmayı (Ergenekon) kaldırmaya yanaşmamış, direnmiştir. Derin devlet yapılanması olan bu tarz teşkilatların,ülkedeki rejimin güvenliğini korumayı amaç edinmiş olduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır!…
YAPILANMA TSK BÜNYESİNDE
Ergenekon/ANALİZ dokümanında “AMAÇ” başlığı altında şu tanımlama yapılmıştır:
“Bu çalışmanın amacı; … Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon’un reorganizasyonuna katkıda bulunabilmektir.”
Bu cümleden önemli çıkarımlar yapmamız mümkündür:
Ergenekon denilen ‘derin devlet yapılanması’ TSK bünyesindedir.
Ergenekon’un hiçbir zaman tasfiyesi/ lağvedilmesi söz konusu olmamıştır; ihtiyaç durumunda değişen konjonktürel şartlara bağlı olarak reorganizasyona gidilmektedir.
“…katkıda bulunmaktır” tabirinden de, bu çalışmayı yapanların aslında bir şekilde sistemin dışında oldukları ve dışarıdan destekleyici bir gayret sergiledikleri izlenimi edinilmektedir.
ABD, Türkiye’deki bu yapının tüm işlevselliği ile birlikte mevcudiyetini devam ettirmesinin gerekliliğine inandığından, örtülü bir şekilde Türkiye’deki bu derin devlet gerçeğinin destekleyicisi olmuştur. Avrupa ülkeleri de, Türkiye’nin kendine özgü rejim tehdidi hassasiyetlerinden kaynaklı bu istisnai durumunu anlayışla karşılamış ve sessiz kalmayı tercih etmiştir.
Bizdeki askeri darbelerin ABD tarafından yaptırıldığı iddialarının asıl dayanağı budur.
Ergenekon’un isim bazında lağvedilmesi sonrasında, bu tarz faaliyetler “Seferberlik Tetkik Kurulu”, “Özel Harp Dairesi” ve benzeri şekilde farklı isimlerle yapılandırılmış, “Bilgi Destek Daire Başkanlığı” gibi yeni birimler bünyesine kaydırılmış ve muhtemelen darbelerle şekillenen anayasal sistemin sağladığı avantajlardan da istifade ile -kurum dışı sivil denetime karşı korunmalı hale getirildiğinden- bu faaliyetler, TSK içerisinde değişik birimler arasında paylaşılmıştır.

DENETİME KARŞI ZIRH
Soğuk savaş döneminin konjonktürel gerçeklerine bağlı olarak, tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, kuruluşlarını müteakip hemen kısa bir süre sonra suça bulaşan, suikastlar düzenleyen, sözde milis güçleri adıyla terör örgütleri kuran ve zamanla etkinliklerini geliştirmelerine bağlı olarak, ülke içerisindeki sosyal, siyasal, ideolojik, ekonomik vs. gibi tüm alanlardaki örgütlü yapıların içine nüfuz ederek kontrol altına alan bir yapıdan söz ediyoruz. Denetimsiz bir şekilde, sınırsız yetki kullanımları, hukuktan bağımsız faaliyet göstermeleri, devlet destekli şiddet kapasiteleri (devlet terörü) bu yapıları tartışmasız bir şekilde ülke yönetimlerinde baskın (dominant) hale getirmiştir.
Bu teşkilatlanmalar, Avrupa’da, ayyuka çıkan ve deşifre olan suç faaliyetleri sebebiyle lağvedilirken (ya da ciddi anlamda disipline edilirken), Türkiye’de tam tersi bir süreç yaşanmış, (her ne kadar isim değişikliğine gidilmişse de) işlevsel anlamda gerçek bir dönüşüm sağlanmadığı gibi, askeri darbelerle kavuştuğu kazanımlar sayesinde koruyucu yasal zırhlar oluşturulmuş, zamanla bu avantajların temin ettiği cüretkârlıkla çok daha güçlü ve kurumsal statüler elde edilerek her türlü suçu rahatlıkla işler hale gelmişlerdir.
YASAL GÖRÜNÜM ALTINDA
İllegal faaliyetlerin, yasal görünümlü birimler içerisinde yuvalandığını ileri sürüyorsunuz. Nitekim Ergenekon davası sürecinde bunlara rastladık.
Ergenekon kapsamında soruşturma konusu edilen faaliyetler, uzunca bir süre Seferberlik Tetkik Kurulu ve özellikle de Özel Harp Dairesi bünyesinde icra edilmiştir. Daha doğrusu bu yapılanmanın illegal faaliyetlere angajmanlı kadroları, devlet içerisinde yasal görünümlü bu tarz resmi birimler bünyesinde kamufle edilmiş ve sözde yasal bir statüye kavuşturulmuştur. Bu birimlerin faaliyetleri devlet bütçesi ile icra edilmiş, ancak harici bir denetim olmadığı için, yasal görünümlerin arkasında, daha başka ne gibi faaliyetlerin yürütüldüğü gözlerden kaçırılmıştır.
TERÖR ÖRGÜTLERİNİ KULLANDILAR
Bu anlamda Ergenekon yapılanmasının her dönemde ağırlık merkezi TSK olmuştur. Askeri darbeler sayesinde kurumsal olarak dış denetime kapalı yapısı da, bünyesinde örtülü bir faaliyet olarak Ergenekon sistematiğinin barındırılmasına imkân sağlamıştır.
Fakat bu birimler (bünyelerinde illegal faaliyetler de icra edilmekle birlikte) bütünüyle illegal değildir. Bunların, devlet ve güvenlik sistematiği açısından izah edilebilecek meşru görünümlü (!) faaliyetleri de söz konusudur.
Burada en büyük sorun, bu birimlerde kamufle edilen gücün, yasal amaçlarına uygun kullanılıp kullanılmadığıdır. En büyük sorun bu düzlemdedir. Sözde devletin güvenliği ve bekası için resmi olarak teşkilatlandırılan bu birimler, varlığına gerekçe olarak kullandığı terör tehdidini, bir aşamadan sonra, Türkiye’de hep canlı tutma ihtiyacını hissetmiştir. Bu amaçla da, ülkede, terör tehdidini ortadan kaldırmak bir yana, tam aksine terör organizasyonlarını kontrolü altına alarak kendi amaçlarına uygun şekilde kullanmış ve devamlı canlı kalmalarının da asli sebebi olmuştur.
Soruşturmaların başlangıcından önceki yıllara baktığınızda, kendi içlerinde -en üst düzeydeki yönetim kademelerinde- bir kararsızlık var; tartışmalar yaşanıyor, ancak fikir birlikteliği sağlanamıyor (Özden Örnek’in günlüklerindeki anlatımlar). Nitekim, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın Balyoz Darbe Planı (sözde Plan Semineri) Komuta kademesinin bilgi ve onayı alınmadan icra edilmiş/harekete geçirilmiş bir teşebbüstür. (Bu Plan Semineri’nin oynanmasına dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman izin vermiyor.) Bunun için de zaten akim kalmıştır. Aslında Balyoz Darbe Planı’nın (sözde plan semineri adı altında) meşru görünümlü bir çerçevede ele alınmış olması, yukarıda anlattıklarımı destekleyen bir örnektir. Legal görünümlü faaliyet alanları, bu gizli örgütün illegal faaliyetleri için kamufle edici bir fonksiyona sahiptir.
MEDYAYA NÜFUZ ETTİLER
– Ergenekon hakkında deliller nasıl elde edildi? Ve bizde, kimi deliller neden kabul görmedi? İnandırıcı olmadı?
Ergenekon’un Türkiye’de ne gibi suçlar işlediği, konuyla ilgili herkes tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir. Ancak buradaki güçlük, bu tarz faaliyet ve kadroların deşifresi, adli olarak delillendirilip yargı önüne çıkarılmasıdır. Ne yazık ki, bu, öyle zannedildiği kadar kolay bir şey değildir. Bu soruşturma bir şekilde başlayıp hayata geçtiği andan itibaren, tüm devlet mekanizması engelleyici, baskılayıcı bir tavır geliştirmiştir.
Avrupa ülkelerinde, derin devlet yapılanmalarının tasfiyesini tetikleyen, destekleyen ve takibini yaparak bir sonuca kavuşmasına olanak sağlayan, esasta sivil alandaki demokrasi bilincidir. Bizim ise bu konudaki en önemli dezavantajımız, ne yazık ki toplumun en güçlü örgütlenme araçları olan siyasi partiler de dahil olmak üzere, böyle bir süreci destekleyebilecek ölçüde kurumsallaşmış, demokrasi adına işlevselleşmiş sivil toplum kuruluşlarının bulunmayışıdır.
Türkiye’de sivil toplum adına en önemli güç SİYASET KURUMU ve MEDYA’dır ve ne yazık ki bunlar da, Ergenekon sistematiğinin en güçlü şekilde sirayet ve nüfuz ettiği ve bir şekilde kontrol altında tuttuğu alanlardır.
ERDOĞAN YALNIZ KALDI
Geçmiş dönemin delil olabilecek belgeleri zaten çoktan yok edildiğinden (ya da bu yapının uluslararası boyutu itibariyle, yurt dışındaki güvenli merkezlere aktarıldığından) geçmiş dönemdeki faaliyetlerin adli yönden delillendirilebilmesi mümkün olmamıştır.
Ergenekon’dan tutuklanan şüpheliler, cezaevlerinde devamlı surette yakın markaj altında kalmış, onlara bir taraftan cesaret aşılanırken bir taraftan da örgüt aleyhine ifade vermelerini engelleyici baskı ve tehditler uygulanmıştır. Özellikle dönemin Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ, bu anlamda süreci ciddi şekilde sabote etmiştir ve şüphelilerin olayın çözümlenmesine katkı sağlayıcı ifade vermelerini engellemiştir. Bu sürecin en büyük handikabı da, sadece adli mekanizmalarla sınırlı kalmasıdır. Siyaset kurumu (iktidar ve muhalefetiyle) destekleyici olmadığı gibi, hep ayak diremiş, mani olmuş, idari tasarruflarla hiçbir şekilde süreç desteklenmemiştir.
Recep Tayyip ERDOĞAN görünürde destek vermişse de, onun bu kişisel katkısı, gerçek anlamda siyasal iktidarın kurumsal desteğine dönüşmemiş, devlet mekanizmalarına, sürece fayda sağlayacak bir işlevsellik kazandıramamıştır. Erdoğan’ın her şeyden önce, siyasal vizyonu, demokrasi anlayışı kökten çözüm için yetersiz kalmaktadır. Başının sıkıştığı bir zaman diliminde, son bir şans olarak meseleye dahil olmuş, ancak o dönemde yeterince gücü bulunmadığı için, devletin kurum ve kuruluşlarına tesir edememiştir.
Devletin kurum ve kuruluşları bir tarafa, süreç boyunca iki kez Adalet Bakanı’nın değişmiş olması ve yine değiştirmeye çalıştığı halde değiştiremediği İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın mutlak surette süreci engelleyici tavırları, ERDOĞAN’ın desteğinin kişisel kaldığı, kendi kabinesini bile ikna edemediğinin en önemli göstergesidir.
CERRAH’I DEĞİŞTİRMEDİ
Başbakan ile 2008 Şubat’ında ilk görüştüğümde, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın bu operasyonları nasıl engellediğini, TEM Şube Müdürü Selim KUTKAN’ın operasyon hedefi şahıslarla iş birliği içerisinde, çalışmaları nasıl sabote ve deşifre ettiğini etraflıca anlattım.
Başbakan “Bu konular çok önemli mutlaka çalışalım. Sen onları düşünme, hemen değiştiririz. Cerrah için şimdilik acele etmeyelim” diyerek TEM Şube Müdürlüğü’ne benden isim bildirmemi isteyince, ben de kendisine bir teklifte bulunmuştum. İlerleyen zamanda, Cerrah görevden alınamadığı gibi, Vali yapılarak taltif edilmiş oldu. Onu bırakın, TEM Şube Müdürü Selim KUTKAN bile görevden alınamadı. Erdoğan, Beşir ATALAY üzerinden üç kez talimat göndermesine rağmen, Cerrah, bu görev değişikliğini gerçekleştirmedi. Selim KUTKAN, 2008 yılının Temmuz ayında bir üst rütbeye (Emniyet Müdür Yardımcılığı) terfi sebebiyle TEM Şube’den ayrıldı. Bu arada AKP malum kapatma davasının en kritik süreçlerini yaşıyordu. O günlerde Başbakanın durumu buydu. Selim KUTKAN, bugün Polis Başmüfettişi olarak, Paralel yapı operasyonlarını başlatan kişi.
Haber Kaynağı: Nazlı Ilıcak / Özgür Düşünce