CHP, Anayasa Uyum Komisyonu’ndan çekilmekle en doğrusunu yaptı. Zira, böyle bir komisyon, sadece, Tayyip Erdoğan’ın eline “iyi niyetli davrandıklarına” dair malzeme verecekti. “Bütün partilere eşit oy imkânı tanıdık. Mutabakatla yasal düzenlemeler yapalım dedik. Ama, amacımıza ulaşamadık. Gelin bu işi parlamentoda halledelim” diyecek, 330’a varması için eksik olan milletvekili sayısını bir şekilde tamamlayarak, Başkanlık düzenlemesini gerçekleştirecekti.
Dünya bir yana, Başkanlık bir yana… Türkiye savaşın eşiğinde. Zaten içeride birçok Güneydoğu vilayetinde kan gövdeyi götürüyor; her gün şehit haberleri geliyor… Bizim Cumhurbaşkanı, daha fazla yetki istiyor. Çünkü, belki parlamentodan çatlak bir ses çıkar, Ahmet Davutoğlu mırın kırın eder… Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi isimler AK Parti grubunu hareketlendirir; AKSaray’ın bazı kararlarını tartışmaya açabilir…
Bütün bunları bertaraf etmenin yolu, Türk usulü Başkanlık’tan geçiyor. Başkanlık’ın en önemli özelliği, sert bir kuvvetler ayrılığı iken, bizimki, ‘kuvvetler uyumu’nu öneriyor. Oysa, Yürütme ve Yasama’nın ahenk içinde çalıştığı kuvvetler uyumu, zaten parlamenter sistemde mevcut. Lâkin Tayyip Erdoğan, parlamenter sistemi kaldırıp, fiilen uyguladığı Başkanlık rejimini anayasal teminat altına almayı arzu ediyor. Bütün kavga bu yüzden veriliyor.
Bakmayın siz Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın “Darbe hukukundan arınalım” demesine. Darbe hukukundan arınmak istiyorsanız, önce YÖK’ü kaldırın. Demokrasinin standardını yükseltmek için, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’nu değiştirin. Daha adil bir temsil için, barajı düşürün. Yargıyı siyasete bağımlı hale getiren HSYK’yı, baştan düzenleyin. Sulh Ceza Hâkimliklerini feshedin. Tutuklu polisleri, gazetecileri cezaevinden çıkartın.
Geçtiğimiz yasama döneminde, anayasa müzakereleri gene Başkanlık teklifiyle tıkanmıştı. Ama 60 maddede mutabakat sağlanmıştı. Gelin öncelikle bu değişiklikleri yapın.
ERGENEKON DAVASI VE CEMAAT’E CADI AVI

Ergenekon ve Balyoz davalarının çok önemli bir işlevi oldu. 27 Mayıs sonrası ortaya çıkan ve giderek güçlenen ‘askeri vesayet’in ortadan kalkmasına, hiç değilse belinin kırılmasına hizmet etti. İleri demokrasinin yolunu açtı. Ama tek adam rejimine dönüşen AK Parti iktidarının, gerekli yasal ve anayasal reformları gerçekleştirememesi sebebiyle, arzu edilen amaca ulaşılamadı.
Bu davalarda, adil yargılama yapılamaması, toptancı bakış açısıyla çok sayıda ordu mensubu hakkında orantısız cezalara hükmedilmesi, darbe teşebbüslerini, AK Parti iktidarına kurulan tuzakları ve Ergenekon’un (Kontrgerilla’nın) demokrasiye musallat olan varlığını inkâr etme sebebi sayılmaz. Aynı zamanda, “Askeri vesayete karşı yürütülen mücadele, sonunda AK Parti’nin keyfi davranmasının önünü açtı” şeklindeki eleştiriler de yersizdir, yanlıştır; siyasi iktidarların tepesinde askeri müdahale baskısının, Demokles’in kılıcı gibi asılı durması anlamına geleceği için antidemokratiktir.
Ergenekon ve Balyoz davaları, demokrasimizin daha yüksek bir standarda erişmesini sağlayabilirdi. Olmadı. Zira AK Parti, bu fırsatı kullanmadı.
Bugünkü Cadı avını, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla kıyas edenler var. Oysa, Cadı avı sonunda, Cemaat okullarını, yardım kurumlarını ve yayın organlarını tasfiye edince, Türkiye’nin ne gibi bir kazancı olacak? Dünyaya açılan, hoşgörüyü tavsiye eden, yüksek kaliteli eğitimi önemseyen bir dini anlayışın bıraktığı boşluğu, siyasi çıkarlar için dini istismar edenler, AK Parti siyasetinin arka bahçesi olsun diye sayıları artırılan İmam Hatipler ya da El Kaide’ye yakın düşüncedeki radikal Müslümanlar mı dolduracak? Vicdanı, dürüstlüğü, ahlâkı, adaleti gözardı edip, dünya malı için herkesi ezip geçen bir zihniyetin ya da cihat adına kelle alanların dinle, diyanetle ne ilgisi olabilir?
Ya biat edeceksin, ya ihanet etmiş sayılacaksın” gibi iki seçenek arasına sıkıştırılmış bir Türkiye’ye, bu Cadı avı yüzünden vardık. Değerlerin aşındığı bir iklimde, küfür kıyamet, yalan dolan, çalan Türkiye’si inşa edildi.
Askeri vesayetin ortadan kalkmasıyla doğan umutlar berhava edilirken, ileri demokrasi hayal oldu.
ALMAN ATASÖZÜ
“Bir savaştan geriye 3 ordu kalır. Sakatlar, yas tutanlar ve hırsızlar ordusu.”
AYM TOPU TACA ATTI

Can Dündar ve Erdem Gül’ün müracaatını dün görüşmesi gereken Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, karar almadı. Başvuruyu Genel Kurul’a gönderdi. Bölümler, 7’şer üyeden oluşuyor; 4 üye ile toplanıp karar verebiliyor. Oysa Genel Kurul’da 17 üye var; 12 kişiyle toplanabiliyorlar.
Anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi de bağımsızlığını kaybetmiş. Bu yüzden topu taca attı. Oysa, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması, doğrudan düşünce özgürlüğünü ilgilendiren acil bir iş. Bu arada, Mehmet Baransu’nun müracaatının, 10 aydır sümen altına atılıp, bekletildiğini de hatırlatalım.
BAYKAL’IN TAVRI

Deniz Baykal, “Azez-Halep hattını açık tutmak için Türkiye’nin bombalama hakkı vardır” dedi. Acaba, parti disiplini açısından bakıldığında, CHP politikasına bu kadar ters düşen bir açıklama, mümkün mü?
Ayrıca, işin içinde başka bir iş mi var? Beni parti disiplininden ziyade, arka planda bir başka hazırlık olup olmadığı hususu ilgilendiriyor. CHP’nin içinde, Deniz Baykal’ın Kemalist ve ulusalcı çizgisini benimseyen bir grubun mevcudiyeti biliniyor.
Bu açıklamalar, partinin bölünmesine yol açıp, CHP’den ayrılan milletvekillerinin AK Parti ile Başkanlık pazarlığına oturmasının hazırlığı olabilir mi? Deniz Baykal’ın siyasi tecrübesi, böyle bir pazarlığa manidir diye düşünüyorum. Umut ederim yanılmam.