Türkiye’de büyük bir ikiyüzlülük yaşanıyor. Pazartesi günkü Özgür Düşünce’de Yavuz Baydar bu hususa temas ediyor, “AK Parti’nin tehlikeli olduğunu önceden görmüştük” diye kendisine böbürlenme payı çıkaranları eleştiriyordu. Baydar şöyle diyordu: “Bu tuzu kuru kesim, sağlıklı bir analiz yapıp, çöküntüden asıl kimin sorumlu olduğunu, kimden hesap sorulması gerektiğini anlamak yerine, ahlâksızca bir ezbere sığınarak tüm faturayı ‘Yetmez ama evet’ diyenlere, bir avuç demokrat aydına, akademisyene yıkma peşinde. Bu ‘Bilir bilmezler’ grubu, oturdukları yerden meşru olmayan yollara göz kırptılar, için için bir ara rejim beklediler.”
Yavuz Baydar, AK Parti tepkisi yüzünden askerle el ele tutuşanlara göndermede bulunuyor; 2010 referandumundaki anayasa değişikliğinin demokratik bir kazanım olduğunu hatırlatıyor ve 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarından sonra, bu referandumun kazanımlarının AK Parti tarafından lağvedilmesini de buna bağlıyor.
Gerçekten de AK Parti, bugünkü icraatını, 12 Eylül 2010 referandumundan aldığı güçle gerçekleştirmiyor. Aksine, çarkı tersine çevirip, geri adım atıyor.
CEMAAT’E VURMA KOLAYCILIĞI
Türkiye’de, hukuk sistemi altüst edildi; keyfilik diz boyu. Hükümet üyeleri yolsuzlukların hesabını vermedi. Ama hâlâ birileri, AK Parti’nin bugünkü eylem ve tutumundan “Dün siz de onlarla beraberdiniz” diye Cemaat’i sorumlu tutuyor; âdeta Gülen ve arkadaşlarının cadı avının hedefi olmasını haklı buluyor. “Siz, buna müstahaksınız” demeye getiriyor.
Çarpıcı bir örnek Ahmet Hakan… Abdülhamit Bilici’nin Nazi Almanyası’ndaki bir papazın “Önce sosyalistleri topladılar” diye başlayan sözlerini hatırlatması üzerine, Hakan, Hürriyet’teki köşesinde şunları yazıyor:
“Zaman gazetesinin en tepesindeki ismin, bu sözleri şöyle ifade etmesi çok daha uygun düşerdi: Önce askerleri topladık, kimse sesini çıkarmadı. Sonra bilim insanlarını topladık, yine kimse sesini çıkarmadı. Sonra gazetecileri topladık, yine kimseden ses çıkmadı. Sonra Fenerbahçe’yi topladık, yine kimse ses vermedi. Sonra hükümettekileri toplamaya kalktık. Fakat fena halde yenildik. En sonunda hükümet bizi toplamaya başladı. Ancak sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” (18 Ocak 2016)
Bu tarz cümleler, siyasi iktidara selâm çakarak, “Bize dokunma” mesajı gibi duruyor. Zira, Cemaat’e yakın medyanın yayınlarını eleştirmek başka, Cemaat’i, bilfiil askerleri, bilim insanlarını, gazetecileri cezaevine tıkan, Fenerbahçe’ye kumpas kuran bir güç gibi göstermek başka.
28 Şubat davası dolayısıyla, postmodern darbe dosyasına Hürriyet yönetimini katmayı düşündüklerinde, kanaat ifade eden sivillerle, 28 Şubat’ın asıl mimarlarının karıştırılmaması gerektiğini yazmıştım. Zira, medya kuruluşları, bir tarafı destekleyen neşriyat yapabilir. Türkiye açısından irtica tehdidini yakın bir tehlike olarak değerlendirip AK Parti’yi haksız eleştirilerin hedefi hâline getirmiş de olabilirler. Gazete ve gazeteciler, sırf yayınlarından dolayı, “postmodern darbe iş birlikçisi” ilân edilemezler demiştim o zaman.
Aynı şeyi, Oda TV dosyası Ergenekon’a dâhil edilmek istenince de yazmıştım. Zira, yayın politikalarını, icra mevkiinde olanların faaliyetlerinden ayırt edemezsek, basın hürriyeti diye bir şey ortada kalmaz.
“KCK operasyonlarının sorumlusu Cemaat… Büşra Ersanlı’yı Cemaat cezaevine attı… Cemaat askerlere kumpas kurdu…”
Bugün de, PKK operasyonları birbirini takip ediyor. Gene Belediye Başkanları, KCK üyeleri cezaevine gönderiliyor. Cemaat’in desteği olmadığına göre, vaziyeti nasıl açıklayacaksınız? Bu defa kim tuzak kuruyor? Gene mi akan kandan başkaları sorumlu? Hiç mi iktidarın mesuliyeti yok?
“Askere kumpas” iddiasına gelince… Bunun böyle olmadığını iyi niyetli herkes biliyor. Ancak mahkeme safhasında bazı haksızlıklar yapılmış ve toptancı bir yaklaşımla, yargılanan bütün askerlere ağır cezalar takdir edilmiş olabilir. Ama bu husus, bir kumpastan ziyade, “adil yargılama” yapılmadığının işaretidir. Cemaat’e yakın medya organları haksızlığı görmezden geldiği için eleştirilebilir de…
Lâkin, söz konusu tavırları “Askerleri içeriye Cemaat attı” şeklinde yorumlanamaz. Kaldı ki, iyi ki Ergenekon ve Balyoz davaları açıldı ve siyasi iktidara karşı kumpas kuran askerler hesap verdi. Aksi takdirde, bugün, belki farklı bir 28 Şubat’ın ya da 12 Eylül’ün yeni versiyonunu yaşardık.

BİLİCİ’DEN HAKAN’A
Abdülhamit Bilici, Ahmet Hakan’a verdiği cevapta şöyle diyor: “Sayın yazar, Cemaat’e saldırıp iktidarla ilişkiyi düzeltir, aradan sıyrılırız anlayışının ne kadar fırsatçı ve çürük olduğunun farkında değil. KCK, şike, darbe veya yolsuzluk soruşturmalarını Cemaat’e fatura etmek artık demode. Soma faciasını, Rahip Santora, Garih, Dink, Zirve, Danıştay, Kışlalı, Rus uçağının düşürülmesini filan da Cemaat’e yüklemelisiniz.”
Cem Küçük’ün, Aydın Doğan’a tavsiyeleri arasında, “Ahmet Hakan’ı muhafaza edin ama bizim istediğimiz gibi yazsın” hususu da vardı. İster istemez, insan, bu tavsiyenin yerine getirildiğini düşünüyor.

AHMET HAKAN’A ÇAĞRI?
Ne zaman Cemaat’e vuran yazıların samimi olduğuna inanırız? Tıpkı Balyoz ve Ergenekon avukatları gibi, polis, savcı ve hâkimlerin avukatları da Tarafsız Bölge’ye katıldığı zaman. Sadece, eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı’nın avukatı, eski Baro Başkanı Muammer Aydın 25 Aralık dosyasıyla ilgili olarak CNN Türk’e çıksın yeter.
ANADOLU AJANSI
Joe Biden’ın Türkiye ziyaretini yabancı gazeteler nasıl yorumladı? Anadolu Ajansı ne şekilde abonelerine yansıttı?
Washington Post: “Biden Türkiye’de muhalefete baskıları eleştirdi.”
The Wall Street Journal: “Biden, Türkiye’nin ifade hürriyetine yönelik baskısını eleştirdi.”
Associated Press: “Biden Türkiye’yi ifade özgürlüğünü korumaya çağırdı”
Reuters: “Biden, Türkiye’yi ifade özgürlükleriyle ilgili payladı.”
Anadolu Ajansı: “ABD Başkan yardımcısı, Türk demokrasisini övdü.”





