Bir zamanlar “Medya bu hale mi düştü?” diye üzülüyordum. Şimdi bazı tetikçilerin yazdıklarını görünce, çok eğleniyorum. Zira böyle adamlar, gerçek olamaz… Fıkra gibi okuyacaksın ve basacaksın kahkahayı!
Bir tanesi Aydın Doğan’ın “püsküllü belâsı.” Devlet adına konuşuyor havasında… Hani söylediklerini gerçek sansanız, “Vah devletim, sen bu küçük adamlarla ne zamandan beri birlikte yol alıyorsun?”  diye üzüleceksiniz. Ama biliyorsunuz ki sözleri üfürük; hava, cıva. Ben Aydın Doğan’ın da fazla ciddiye aldığını sanmıyorum. Öyle ya, o tetikçi devlet katında muteber olsa, Ethem Sancak kulağından tutup, televizyon programlarını sonlandırır mıydı?
Bizimki, sık sık ortaya çıkar “Onu kov, bunu kov” der. Son olarak, 1128 akademisyenin imzaladığı dilekçede ismi bulunan Yasemin İnceoğlu’nun, Doğan Medya Yayın İlkeleri Kurulu’ndan çıkarılmasını istemiş. Oysa çok daha önceden İnceoğlu’nun Kurul’la ilişiği kesilmişti. Aydın Doğan’ın, bu durumu izah eden tekzip yazısının bir bölümünü, bizim komik adam, sütununda yayınlayıp“Doğan’dan mektup aldım” demez mi! Böbürleniyor… “Aydın Doğan beni muhatap kabul etti” diye keyifleniyor. Sevincinden lastik top gibi zıplıyor. Kimsenin aklına, tekzibi, mektup diye yutturmak gelmez. Fakat insan, itibar fukarası olursa, muteber kişilere bulaşıp, sırnaşıp, “adam” kategorisine ister.
Neler demiyor ki Aydın Doğan’a… “Sen yiğidin harman olduğu Kelkit’ten çıkmış bir adamsın. PKK terör örgütünü nasıl dolaylı olarak savunursun?
Kelkit’imizin adını ağzına almaya utanmayacak mısın? Bu rezaletinizi nasıl açıklayacaksın?”
Üslûp bu denli bayağılaşınca, polemikten çıkıyor, vodvile dönüşüyor. Hele bir cümlesi var ki, Muammer Karaca’ya, ya da Dümbüllü İsmail’e taş çıkarır: “Fethullahçı Terör Örgütü yandaşı, mücrim Nazlı Ilıcak’ın evinde yapılan kutlamada Aydın Doğan da vardı. Haydi yalanla bakalım, yanlış mıyım Aydın Doğan? Bu PKK yandaşı akademisyenle ünsiyetin yok mu?”
Nuray Mert’in profesörlüğünün kutlanmasını kastediyor. Mert, profesör olduğunda, onun şerefine evimde bir yemek daveti verdim. Bizim cemiyetimizde, alışılmış bir adet. Ama görgü fukarası lümpenlerin yadırgayacağı bir durum. Bu yüzden, bizimki, daveti, terör örgütü toplantısı sanmış!
Komik adam, küçük adam… Çamur adam. Ve de arsız. Yıkarsın, gene bulaşır. Silkip atarsın, ayağına dolaşır.
Ama böyleleri de olmasa, iyice karanlık basan ülkede kim yüzümüzü güldürecek! Televizyon programının kalkması çok fena oldu.“Hacivat-Karagöz” gibiydiler ve bir hayli eğlenceliydiler.
Ethem Sancak yap bir kıyak bize, gene bunları sahneye çıkar! Hiç değilse, Gülse Birsel’in yokluğunda, komedi sıkıntısı çekmesin televizyonlar.
KÜÇÜK MENFAAT, BÜYÜK KAVGA
AK Parti cenahında küçük menfaatler çatışıyor. Kavga, kirli çamaşırları da ortaya döküyor. Tartışma, Kanaltürk’ün çıkartıldığı Digitürk’teki 28’inci sıraya kimin geleceğine ilişkin. “Deniz Feneri kahramanı” Zekeriya Karaman’a ait Kanal 7’ye bu sıra verilmedi.
Haber 7,  TMSF’ye baskı yaparak, taleplerinin karşılanmasını Ethem Sancak’ın engellediğini iddia etti. Cem Küçük, Kanal 7’nin cemaziyülevvelini hatırlatan bir yazı kaleme aldı: “O kanal, bizler gibi milyonlarca Müslüman’ın parasıyla kurulmuştur. Orası, o şahısların ekonomik birikimleriyle elde ettikleri bir mülk değildir. Bu milletin dindar çoğunluğunun mülküdür.”
Kanal 7 Ankara Temsilcisi ve Haber 7 yazarı Mehmet Acet, ona çok sert bir cevap verdi: “Mahallemizin yaralı tetikçisi, yediği çizikten kurtulmak için olsa gerek, bugünlerde daha bir saldırganlaşmış. Utanma duygusunu kaybetmiş.”
Esra Elönü de lâfını esirgemeden devreye girdi: “Zekeriya Karaman’ın adamlığının zerresi olamayacak küçük naylon şarjör bil ki, pazar limonu bile senden iyi sıkıyor. İster saldırın, ister kudurun, ister ekrana salyanızla yapışın, bu camianın tetikçilere ihtiyacı yok. Davanın da yok.”
Ufak bir menfaat, bunları nasıl da birbirine düşürdü. Her biri, kendi patronu nezdinde göze girme yarışında. Artık kol kırılıyor, yen içinde kalmıyor.
Keşke, bu arada,  Kanal 7’nin Karaman’ın mülkiyetine nasıl geçtiğini ve Deniz Feneri savcılarının kimin baskısıyla görevlerinden alındığını da birileri izah ediverseydi.
MAHÇUPYAN SANSÜRLENDİ
Etyen Mahçupyan, işine son verilen Gülay Göktürk’ün arkasından hiçbir şey yazmadı mı diye üzülüyordum. Meğer yazmış, ama kullanılmamış. Akşam gazetesi, jölelinin söylediği çirkin sözlere manşetten yer verirken, Etyen Mahçupyan’ın Gülay Göktürk’e sahip çıkmasını ve kendini Yiğit Bulut karşısında savunmasını engellemiş.
Mahçupyan’ın yazısı ancak, Egoist Okur dergisinde yayınlanabildi. Mahçupyan, Yiğit Bulut’un “millilik” sözüne şu eleştirileri getiriyor:“Millilik, beleşçilikle elde edilen bir nitelik değil. Tehdit ve kavga mantığı içinde üretilen bir millilik, toplumu daha da bölmekle kalmaz, kalitesizliğin derinleşmesine neden olur. Nitekim bugün AKP çevresinde oluşan bir tür fırsatçılık, bu kalitesizliğin taşıyıcılığını yapıyor.”
Gülay Göktürk’e tahammül edemedikleri gibi, Mahçupyan’ın sözlerine de tahammül edemediler. Zaten yavaş yavaş birbirlerine de tahammül edemiyorlar.

Geçin köşenize, kimilerine “dram” gibi gelen, ama özü itibariyle komediye benzeyen bu küçük hesaplaşmaları keyifle seyredin.

Haber Kaynağı: Nazlı Ilıcak / Özgür Düşünce