“Organize Şube Müdürlüğü döneminde, tehdit ve şantaj ile nasıl kumpas kurulduğu televizyonlarda canlı anlatımlara konu olmuştur. Emniyet teşkilatında şantaj iddialarıyla gündeme en fazla gelen kişidir.”
“Saçan, Güney’in anlatımlarının kendisine şantaj imkânı sağlayacağını düşünmüş ve onu, belli kişiler hakkında ifade vermeye zorlamış olabilir.”
– Tuncay Güney’in ifadesini ilk alan Adil Serdar Saçan’dı… Tuncay Güney, karışık ve önemli bilgiler vermişti. Ama bunun üzerine gidilmedi. Sabri Uzun ise, “Cemaat, ilk kumpası 2001’de kurdu” derken bu ifadeleri kastediyor. Adil Serdar Saçan’ın rolü nedir?
SAÇAN VE GÜLCÜ
Ben İstihbarat Dairesi’nde (İDB) ilk göreve başladığımda (1989) A. Serdar Saçan, o dönem İDB’de Haberalma Şube Müdürü olan (sonrasında İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı oldu) Mustafa Gülcü’nün maiyetinde çalışıyordu. Teşkilatta Mustafa Gülcü’nün adamı olarak bilinir. Ve her ikisi de Milli Görüşçülerle yakın ilişki içerisinde olmakla birlikte, aynı zamanda bu kişilikleriyle bağdaşık olmayan dikkat çekici iltisaklara da sahiptirler.
AYDINLIK İLİŞKİSİ
Mustafa Gülcü’nün eskiden ‘solcu’ olduğu söyleniyor. 80’li yıllardan itibaren de ‘milli görüşçü’ kimliği ön planda. Ancak bu süre içerisinde, aynı zamanda Aydınlık Grubu ile de yakın ilişkisi var. Teşkilat içerisinde Fethullah Gülen karşıtlığı ile şöhretlenmiş biri. (Hanefi Avcı da ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ kitabında, Gülcü’nün Gülen karşıtı olduğunu yazıyor.) Ve son süreçte Beşir Atalay’ın en yakın adamı. Aydınlık Grubu ile olan ilişkisi de şuna dayanıyor: İrfan Erbarıştıran ile çok eski yıllara uzanan bir münasebeti mevcut. İrfan Erbarıştıran, Aydınlık Grubu’ndan (2000’e Doğru Dergisi). İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen bir ihbar mektubunda, Erbarıştıran’ın Mustafa Gülcü’nün adını kullanarak yasadışı işlere bulaştığı ileri sürülüyordu. Erbarıştıran dolandırıcılıktan gözaltına alındı. İfadesinde Mustafa Gülcü ve bazı emniyet müdürleri aleyhinde beyanlarda bulundu. Ciddi soruşturmalık konulardı ama kapatıldı…
Adil Serdar Saçan’ın nasıl bir polis müdürü olduğunu herkes bilir. En iyi de Sabri Uzun’un bilmesi lazım. Fethullah Gülen Cemaati ile uzaktan yakından ilgisi yoktur (Bunu söylememin sebebi, Uzun’un 2001’deki Tuncay Güney operasyonunu Cemaat’e mal etmesi.) Saçan, 2001’de Organize Şube Müdürlüğü döneminde siyasilerle yakın ilişki kurmuştu. Ayrıca o dönemde, Özel Yetkili Başsavcı vekili Aykut Cengiz Engin ile de samimi idi. Gücünü buralardan almaktaydı.
Adil Serdar Saçan’ın Organize Şube Müdürlüğü döneminde tehdit ve şantaj yöntemleri ile nasıl kumpaslar kurulduğu, televizyonlarda canlı anlatımlara konu olmuştur. Emniyet teşkilatında, hakkında şantaj iddiaları gündeme en fazla gelen kişi, hiç tartışmasız Adil Serdar Saçan’dır.
Teşkilattan ihraç edildikten sonra böyle kötü şöhretli bir polis müdürünün Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak işe alınmış olması da, onun kişisel durumu hakkında fikir vermektedir. Yeditepe Üniversitesi’nin Ergenekon sanığı ve askerlere çok yakın olduğunu bildiğimiz Bedrettin Dalan’a ait bir vakıf üniversitesi olduğunu hatırlatmak isterim.
O dönemde Adil Serdar Saçan, Tuncay Güney üzerinden bir şeye niyetlenmiş. Muhtemelen, o anlatımların bir şantaj imkânı sağlayacağını düşünmüş ve Tuncay Güney’i belli kişiler hakkında ifade vermeye zorlamış. Tuncay Güney de zoru görünce hem istenilen doğrultuda ifade vermiş, hem de akıllıca bir taktikle istenilenden fazlasını anlatarak dosyayı altından kalkılamaz hale getirmiş. Polislik mantalitesi, tehdit ve şantaj üzerine kurulu olan (hukuktan nasipsiz) Adil Serdar Saçan da belli ki baştan bu işe sevinmiş; nasıl tufaya getirildiğini fark etmeksizin savcılıktan (Aykut Cengiz Engin) soruşturma izni alarak işi hemen projeli bir çalışmaya dönüştürmüş. Fakat zamanla bu konulara çalışmanın risklerini fark etmiş, sırtını dayadığı insanlar üzerinde bu yapının etkisini ve yaptırım gücünü görünce çark etmiş. Bu dosya iki yıla yakın bir süre açık kaldığı halde, kendi başlattığı projeli çalışmayı, hiçbir işlem yapmadan yine kendisi kapatmış.
DEDİKODU YAPIYOR
Bunun benimle, 2007 yılında başlatılan Ergenekon soruşturması ile ya da cemaat ile ne ilgisi var?
Sabri Uzun, ilk kumpasın 2001’de Tuncay Güney ile kurulduğunu iddia ediyor. O dönemde önüne gelen dokümanların kumpas olduğunu gördü ise, neden üstüne gitmemiş? Kendisi İstihbarat Daire Başkanı; hem yetkisi hem de gücü var! Neden kumpası açığa çıkarmamış? İş yapma makamında iken hiçbir işlem yapmamış, şimdi dedikodusunu yapıyor!…
“KENTEL TUTUKLANACAK” İDDİASI TEZGÂHTI
Ali Fuat Yılmazer, KCK operasyonları ve bu operasyon sırasında Ferhat Kentel’in tutuklanma iddiasına da açıklık getiriyor: “Özgür Düşünce gazetesinde, Hüseyin Keleş, Ferhat Kentel ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Röportajda, benimle ilgili de çok önemli bir detay var. Kentel şöyle diyor: “KCK operasyonlarından sonra, bana tutuklanacaktın ama bunu Erdoğan engelledi bilgisini verdiler. Şu anda, bana bu haberi getiren kişinin bile, bizzat bu işin içinde olduğunu düşünüyorum… Belli ki bir tür korkutma, güvensizleştirme hesapları yapılıyordu. Tutuklanacak mıydık bilmiyorum.”
Türkiye’deki derin odaklar, devlet sistematiğinin önemli bir parçası olarak ‘siyasi irade’nin ele geçirilmesinde beni kendileri için büyük bir engel olarak gördüklerinden, aleyhimde yoğun biçimde yalan ve iftiralara dayalı İTİBARSIZLAŞTIRMA KAMPANYALARI yürüttüler. İşte bu konu da, aleyhimde kullanılan kara propaganda argümanlarından biri olarak, ismim de açıktan zikredilmek suretiyle, sistematik bir şekilde haberleştirildi.
İddia ilk olarak Ali Bayramoğlu tarafından şu şekilde gündeme getirildi: “KCK soruşturmaları kapsamında, Ferhat Kentel’in gözaltına alınacağı söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Biz de konuyu teyit edebilmek için hükümete yakın bir arkadaştan bu işi araştırmasını rica ettik. O da, dönemin bu soruşturmalarda etkin bir ismi olan İstihbarat Müdürü’ne (Beni kastediyor) sorduğunda, söylentinin doğru olduğu anlaşıldı. Ferhat Kentel, çok üst düzeyde, hükümetin müdahalesi ile gözaltına alınmaktan kurtuldu.”
Ali Bayramoğlu’nun anlattıkları doğru değil ya da benimle görüşen gazeteci (Mustafa Karaalioğlu’nu kastediyor. N.I.) tarafından yanlış yönlendirilmiş olabilir. O gazeteci, bana, “Kentel ve Çandar tutuklanacak mı?” diye sorduğunda şu cevabı vermiştim: “KCK çalışmasında Çandar ve Kentel’in isimleri yok. Adları fezlekede yer almıyor. Ancak gözaltındaki şüpheliler, Çandar ve Kentel’i tanıyan kişiler. Savcılık sorgusunda aleyhte ifade verirlerse, ne olur biz bilemeyiz. Savcı çağırıp ifadelerine başvurabilir. Yoksa polise bakan yönüyle bu kişilerin gözaltına alınması söz konusu değil.”
Bu konuşma, o gazeteci tarafından “tutuklanacaklar” diye aksettirilmiş olabilir. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra, olay tamamen şirazesinden saptırıldı ve “KCK operasyonlarının arkasında Cemaat vardı. Zaten Tayyip Erdoğan’ı da onlar etkiledi” bilgileri sıkça kullanıldı.
Halbuki, operasyonların arkasında siyasi irade vardı. Zaten Tayyip Erdoğan, Büşra Ersanlı’nın tutuklanması üzerine “Siyaset Akademisi’nde ders vermiyor mu bu kişi?” demiş, Ersanlı’nın tutuklanmasını eleştiren gazetecilere, G-20 Zirvesi için Fransa’nın Cannes şehrine giderken şu uyarılarda bulunmuştu (4 Kasım 2011):“KCK’ya sahip çıkan arkadaşların kendilerini gözden geçirmeleri lazım. KCK denilen örgüt nedir? Bunun başında kim var? Kime dayanıyor? Arkadaşlarımızın bunlar üzerinde durmaksızın bu işi sahiplenmeleri gerçekten üzücüdür. KCK’nın, PKK terör örgütüyle bir ilişkisi olmadığını mı iddia ediyorlar? Bu iş İmralı’ya dayanıyor mu, dayanmıyor mu, ona bakılmalı…”
Ben iftiraları yalanladıktan sonra, benimle görüşen gazetecinin de ismi duyuldu ama kendisi hiçbir şekilde bu hususta konuşmadı. Ali Bayramoğlu da sustu.
O tarihlerde, Ferhat Kentel hakkında, bana, yakın bir dostum da sormuştu: “Kentel’in Şehir Üniversitesi’nde göreve başlatılması düşünülüyor. Acaba bunda sakınca var mı?” Ona da, “Bizimle ilgili herhangi bir husus yok. Siz nasıl uygun görüyorsunuz, karar verirsiniz” demiştim. Kentel, bugün hâlâ Şehir Üniversitesi’nde görev yaptığına göre, demek ki hakkında menfi bir beyanım olmamış.
Medyada yoğun bir şekilde bu tartışma yürürken Oda TV ve KCK davasının savcılarından bir açıklama gelmişti (13 Aralık 2013):
“Ne Ahmet Hakan ne Ferhat Kentel, soruşturmalarda yer almamıştır. İddialar kesinlikle yalan. ‘Alınacaklardı’ denilen kişiler gelsinler baksınlar dosyaya.”
Özgür Düşünce gazetesindeki o röportajda Ferhat Kentel’in, “Belli ki bir tür böyle korkutma, güvensizleştirme hesapları yapılıyordu”sözleri dikkat çekici. Madem Ali Bayramoğlu, zamanında bu konuyu tedavüle soktu ve bu suretle, Kentel’in korkutulup güvensizleştirilmesi projesine alet oldu, meselenin bütün detaylarını kamuoyu ile paylaşma durumundadır. Anlaşılıyor ki, o söylentileri çıkaranların bir hesabı vardı. O yalan ve iftiralar, Türkiye’yi bugünkü kanlı senaryolara taşıma projesinin bir parçası idi. Bir algı operasyonuydu. Herkes konuşsun ki, kimlerin gerçek anlamda “TEZGÂHTAR”olduğu açığa çıksın; hiç değilse kimse bu ucuz tezgâhlara düşmesin. Ben şahsen bir özür beklemiyorum fakat, AKP’nin nasıl ele geçirildiğinin anlaşılmasına katkı sağlayacak bu konunun daha esaslı bir şekilde vuzuha kavuşturulması gerektiğine inanıyorum.”
AVCI ERGENEKON’A İNANIYORDU
Sabri Uzun, Ergenekon davasının tamamen bir kumpastan ibaret olduğuna inanıyor. Hanefi Avcı da, şimdi onu destekliyor. Nitekim, Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabının ikinci bölümünde, Ergenekon’un boş bir dava olduğunu belirtiyordu. Oysa, kitabının birinci bölümünde Ergenekon örgütünün varlığına inandığını şu cümlelerle ifade ediyordu.
İşte kitabında yazdıkları:
“…Tuncay Güney’de bulunan Ergenekon’un reorganizasyonu dokümanına bakıldığında, rejimi korumak amacıyla ağırlık merkezi silahlı kuvvetler içinde bulunan, sivil unsurlarca da desteklenen ve her türlü illegal yol ve yöntemleri kullanabilen Ergenekon isimli bir örgütün mevcut olduğu, faaliyetlerde bulunduğu, bu örgütün günün şartlarına göre yeniden yapılandırıldığı, görüş ve önerilerin örgüt içindeki birimlerce üst yönetime yazılmış olduğu iddiaları boş şeyler değildi; uydurma olamazdı; doğru olma ihtimali çok yüksekti…
…Ergenekon, devletin, rejim için öngördüğü temel ölçütleri yerine getirmeyen veya getirmek istemeyen bir siyasi görüşün iktidar olmasına mani olmak veya iktidar olmuşsa, zorla, antidemokratik yöntemlerle onu devirmek anlayışını savunanların adıdır. Daha açık bir ifadeyle, Ergenekon, demokratik yöntemlerle iktidara gelmiş bir yönetimin ve siyasi kadroların, illegal yöntemlerle, zorla, şiddetle, militarist araçlarla devrilmesini, siyasi kadroların ve onların siyasi anlayışının tasfiye edilmesini savunan ve bu düşünce çerçevesinde bir araya gelen bir gruptur.”
***
Gördüğünüz gibi, Hanefi Avcı, Ergenekon üzerinde düşünmüş, analiz yapmış; Ergenekon’un varlığına inanmış. Değerlendirmeleri 2001 yılında Tuncay Güney’de ortaya çıkan belegelere kadar dayanıyor. Aslında kitabının birinci bölümünde söyledikleri, Ali Fuat Yılmazer ile paralellik arz etmekte. Kitabın ikinci bölümünde, Ergenekon’un varlığına itiraz etmesi ise, Ali Fuat Yılmazer’in, “Hanefi Avcı, Kemalettin Özdemir’in tesiriyle belirli bir dönüşüm geçirdi”şeklindeki iddiasını da doğrulamaktadır. Bir zamanlar, Ergenekon denilen derin yapıların varlığına inanırken birden bire farklı bir çizgiye girmesi başka nasıl izah edilebilir?
-SON-
Haber Kaynağı: Nazlı Ilıcak / Özgür Düşünce





