Bu ülke çok ‘hukuk faciaları’ yaşadı. Özellikle de olağanüstü dönemlerde. Yargı muktedirlerin emrine girdi.
Yukarısı ne buyuruyorsa o oldu. Adalet tatile çıktı. Yassıada’da Yargıç Salim Başol ‘Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor’ dedi. Önündeki kitaba değil, Ankara’ya kulak verdi.
Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanını idamla cezalandırdı. İskilipli Atıf Hoca ‘şapka devriminden’ önce yazdığı kitaptan yargılandı. Ve idam edildi. Çok gerilere gitmeye gerek yok aslında. 28 Şubat’ın ‘hukuk felaketleri’ de geri kalmaz. Erdoğan, şiir okuduğu için önü kesildi. Hapis yattı.
Ergenekon ve Balyoz davalarında titiz davranamadı. Doğru başladı. Arkası iyi gelmedi. Davalar bir dizi hukuksuzluklara sahne oldu. Savcısı siyasetti çünkü. Bugün yaşananlar eskilere rahmet okutacak türden. İstiklal Mahkemeleri’nin izdüşümü sanki. Veya Yassıada yargılamalarının günümüzdeki uzantıları.
Siyasi kavga ‘istiklal mücadelesi’ olarak görülürse olacağı bu. Yargı, pozisyonunu ona göre alır. Mahkemeler ‘İstiklal Mahkemeleri’ne dönüşüverir. 2016’da Salim Başol’un, Kel Ali’nin ruhu hortladı. Askeri dönem yargısı bile adaletten bu kadar uzak değildi. ‘Selam Tevhit’ davasında avukatlık yapan İrfan Sönmez’in şu sözlerine bakın: “12 Eylül’de idamla yargılandım. Böyle adaletsizlik görmedim. Vallahi de billahi de 12 Eylül de, 28 Şubat da daha adildi.”
Sönmez, inançlı bir adam. Allah’ın adıyla yeminin ne anlama geldiğini bilir. Yeminin şakası olmaz. Şiir okuduğu için hapis yatan Erdoğan’ın idaresindeki ülkede maalesef hukuksuzluklar zirve yapmış durumda. Mahkeme salonları inançlı bir avukata yemin ettirecek kadar adaletten uzak.
Adliyeler feryat figan… Cezaevleri ‘güç öyle istediği’ için tutuklularla dolu.
Bu kadar lafı Can Dündar ve Erdem Gül iddianamesine getirmek için yazdım. Büyük bölümünü okudum… Aman Allah’ım. Böyle bırakın hukuku, gukuk metni bile olamaz. Hukuk fakültelerinde işe yarar. Öğrencilere ‘Nasıl iddianame yazılmayacağını’ anlatmak için.
İddianamede Ekrem Dumanlı bölümü var. Savcı telefon konuşmalarını koymuş. Yurtdışı aramalarını… Daha doğrusu HTS kayıtlarını. İçerik yok. Belli ki ‘Dış mihrak, üst akıl veya ajan, casus’ tezlerini güçlendirmek için ne bulduysa boca etmiş. İstiklal Mahkemeleri’nde, DGM’lerde gerçekler eğilip bükülürdü ama hukuka uydurma çabası vardı. Bu iddianamede ele ne geçtiyse ‘uysa da uymasa da’ torbaya atılmış. Dumanlı’nın Amerika’da eğitim gören kızıyla yaptığı telefon görüşmesinin dökümünü koymuş.
Baba kız arasındaki görüşmeleri bilerek koyduysa facia, farkına varmadan koyduysa daha büyük facia. Bir babanın kızıyla yaptığı telefon trafiği neden iddianamenin konusu olur? Belli ki algı oluşturmayı hedeflemiş. Yargı gerçeğin, suçun, suçlunun peşinde değil. Varsa yoksa algı…
Telefon trafiği içinde kendimi de gördüm. Ben de dış mihrak oluvermişim. İsmim yok. Ekrem Dumanlı’yı Pakistan’dan arayan benim. Savcı, uluslararası bağlantıları zenginleştirmek için Batı ülkeleriyle yetinmemiş, Pakistan’ı da dahil etmiş. Evet, aradığım doğru. O tarihlerde ‘dönemin başbakanı’ Erdoğan’ın Pakistan seyahatine katılmıştım. 17 Aralık operasyonunun sıcaklığı üzerindeydi. Her gezide olduğu gibi geçeceğim haberler konusunda bilgilendirdim. Sadece ben mi? Bunu yapmayan yok. Mesleğin olağan işleyişi.
O telefon konuşması Ekrem Duman-lı’nın uluslararası görüşmeleri kapsamında iddianameye girmiş. İyi mi? Bu durumda ben de dış mihrak oluyorum herhalde. İddianameye göre tabii. Uluslararası da olsa telefon görüşmelerine esrarengiz anlam yüklemeye gerek yok. Kimin, niye aradığını öğrenmek çok kolay. Bu yargılamalardan ne hukuk çıkar ne adalet… Lütfen biraz ciddiyet…
Haber Kaynağı: Mustafa Ünal / Zaman Gazetesi