Gücü elinde tutmak, iktidar sahibi olmak, insanı sadece yozlaştırmıyor, aynı zamanda aptallaştırıyor.

Çıplak gücün, üstelik uzun süreli iktidar gücünün bilgiye, beceriye, zekâya ihtiyaç duymadan hükmetmesinden ibaret değil sorun. Zekâ, yetenek ve birikim iktidarın ana halkasındaki iç rekabette bir dezavantaja dönüşüyor. Daha yoz olanın, daha yetenekli olanı ezip geçebilmesi için aptallığın bir ortak paydaya dönüşmesi gerekiyor. Nasıl olsa yetenekli silahşörlere ihtiyaç duyacağınız bir muhalefet cephesi de ortalıkta yok. İktidarın akıl hocası kadrosunun bu “aptallaştırıcı” dinamiklerle hızla değişmesi, iktidar sözcülüğü üstlenenlerin fikir, ifade ve meram yeteneğinin yerlerde sürünmesi bu durumun her gün karşınıza çıkan belirtileri olarak kabul edilmeli. Tetikçilerden bir-iki yazı okumayı deneyin. Polemiğin bu kadar zekâdan, incelikten yoksun, derme-çatma kulübeler gibi çatıldığı, yerlerde süründüğü bir dönem bu ülkede yaşanmış mıdır? Okurken gözümde canlanan sahne şöyle: Arkadaş okey masasında çatur-çutur seslerle, malayani laf atmalarla oyun oynarken yan tarafta çıtı-pıtı bir kızcağıza, okeye dolanırken fırsat bulduğu boşluklarda günlük yazısını yazdırıyor. O boşluklarda üreteceği yegane şey, iktidar şımarıklığı ile üretilen basit kurnazlıklar.

İktidar’ın ana halkasında vuku bulan bir sürtüşme örneği: Müptedî bir kalem, Etyen Mahcupyan’a zehir-zemberek giydirmiş, sonunu da “Ben Mahcupyan’ın ‘Oportünist’ yazısından hiçbir şey anlamadım” diye bağlamış. Mahcupyan cevaben, tam da benim o satırı okurkenki halimi tarif ederek “çok güldüm” diye karşılık veriyor. Muhtemelen genç yazar Mahcupyan’ın “neden çok güldüğünü” de anlamamıştır. İktidar sahibi olmanın avantajı işte bu: Birçok şeyi anlamanız da, anlatmanız da gerekmiyor. Nasıl olsa güç arkanızda, ne olsa gidiyor.

İktidarın aptallaştırıcı etkisi, belli ki gerçek gücü, yani devlete has egemenlik araçlarını kullananlara doğru çıktıkça daha da artıyor. Yazar-çizer takımı, iktidar sözcüleri hiç olmazsa halkın karşısına çıkıyor; ya devletin tepelerinde, derinlerinde iş görenler? Hırsızlık-yolsuzluk dahil, kalın bir koruma zırhı altında devlet yetkisi kullanırken işlediğiniz suçlardan dolayı hesap vermeniz söz konusu olmadığına göre hukuk bir yana, aklınızı bile kullanmanıza gerek var mı?

Önceki gün zihnimde Sami Selçuk’un “Suçlanan, kedi yavrusu değil, insandır…” başlıklı yazısının tadı, Hrant Dink’i anma toplantısına, Agos’a gittim. Türkiye’de “hukuk vicdanı”nı cesaretle temsil eden eski Yargıtay Başkanı, bizi zaman tünelinde bir yolculuğa çıkartıyor ve genç bir savcı olarak bizzat şahit olduğu hukuk skandallarını anlatıyor. Nurcu olduğu gerekçesi ile karakolda üç gün boyunca ağır işkencelere maruz kalan kasabanın terzisinin hikâyesi bunlardan biri. Sonra suç unsuru kitabın bir “Nurcu eser” olmadığı, Nurculuğu eleştiren bir kitap olduğu ortaya çıkıyor. Kaymakamların, hakimlerin, savcıların, jandarma komutanlarının rol aldığı bütün zulüm hikâyelerinin vazgeçilmez bir ortak paydası var: Cahillik, bağnazlık, aptallık. Beyler devletin verdiği gücün her konuda bilgi eksikliğini de doldurduğunu zannediyor ve aptalca-hoyratça iş gören zalimlere dönüşüyorlar.

Hrant Dink cinayetini de, habislik, korkaklık, şeytanlık dışında cahillik ve aptallıkla açıklayabilirsiniz. Böyle bir cinayete karar verdikleri zaman icra edecek araçlara ve kıvraklığa sahip olmaları sizi yanıltmasın; Hrant bir cinayetten önce aptallığın kurbanı oldu.

Dün silahla hüküm süren bu aptallık bugün devletin ekonomik araçlarını kullanarak, gasp ve yağma yöntemi ile hüküm sürüyor. Korkmalıyız; çünkü bu iktidar gücü çok aptalca kullanılıyor. Sonunu da bu korkunç aptallıkları üretme kapasitesi getirecek.