7 Haziran sonrasında yaşadığımız süreci anlatan en güzel ifade Sabah gazetesinin manşetindeydi. Recep T. Erdoğan’ın büyük boy fotoğrafının yanında şu başlık vardı: “Seçim, ya terör ya demokrasi” Star’ın “Ya istikrar ya kaos” manşeti de ondan farklı sayılmaz.

7 Haziran seçimlerinde AKP’nin yaşadığı büyük hayal kırıklığından sonra terör, bir anda ülkedeki her şeyi allak bullak etmiş, millete iki şey sunmuştu; ya demokrasi ya terör, yani kaos… Toplum bu rest karşısında 7 Haziran’daki tavrından nedamet etmişti. Terör ve kaostan korkup demokrasi gibi görüneni tercih etmişti.

Bugün yaşadığımız süreci özetleyen cümleyi de Akit Gazetesi’ne konuşan Burhan Kuzu söylemişti: ‘Ya başkanlık ya kaos’. Bu ifade, 7 Haziran sonrasında dile getirilenlere çok benziyor hatta tehdidi bir tık daha ileriye götürüyordu. Başkanlığı seçene kadar… Cümleyi ben tamamlamayayım, siz noktaların yerine uygun cümleleri yazarsınız.

1 Kasım seçim stratejisinin toplumda karşılığının olduğunu ve bundan sonuç alındığını düşünenler artık ‘Ya başkanlık ya kaos’ sözünü daha yüksek sesle dillendirmeye başladı. Sanıyorum bundan sonra da parmaklarını sallayarak söyleyecekler.

Bugün ülkeyi yönetenler için başka bir yol da görünmüyor. Çünkü her şeyin meşruiyet kaynağı olan anayasayı fiilen askıya aldılar ve bir gün içinde onlarca anayasal suç işliyorlar. Recep T. Erdoğan’ın kaymakamlara yaptığı konuşmada alenen ‘yasaları önemsemeyin, kanunen suç olan şeyleri rahatlıkla yapabilirsiniz’ mealinde sözler vardı. Bu, hukuksuzluğun alenileşmesinden başka bir şey değil. Tıpkı daha önce söylediği ‘cadı avıysa cadı avı’ gibi sözler, normal şartlarda yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nde anayasal suçtur.

Türkiye normalleştiğinde, ülkeyi kimlerin yönettiğinin hiçbir önemi kalmayacak ve işlenen suçlar bir bir gündeme gelecek. Kanunsuz emirleri yerine getiren bütün bürokratlar yaptıklarının karşılığını görecek. Bu saatten sonra kaymakamların imza atacağı her hukuksuz işlem, hem Recep T. Erdoğan’ın durumunu tartışmaya açacak hem de kaymakamları yasalarla karşı karşıya getirecek. Dediğim gibi ülkeyi kim yönetirse yönetsin, bunlar yargıyla baş başa kalacak. Aradan kaç yıl geçtiğinin de hiç önemi yok.

Bu yüzden hâlihazırda ülkeyi yönetenlerin tek bir çıkış kapısı var o da; bugün yapılan şeylerin defterinin bir daha açılmamasını sağlayacak şekilde rejimi temelden değiştirmektir. Rejimin bütün genetik kodlarını ters çevirip, alenen anayasal suç işleyenlerin durumunu kurtaracak bir ‘devrim’ yapmaktır. Sağdan baksanız da soldan baksanız da, yukarıdan ya da aşağıdan baksanız da anayasal suç işleyenlerin başka kurtuluş yolu yok.

Bugün herkes çok daha iyi anlıyor ki, ülkedeki kavga, AKP’nin Hizmet’le ya da toplumun diğer kalanlarıyla kavgası değil. Yaşanan; Türkiye Cumhuriyetinin mevcut yasalarına göre boğazına kadar suça batmış bir grubun bütün Türkiye ile kavgasıdır.

Burada ‘nasıl bir başkanlık’ konusuna da açıklık getirmekte fayda var. ABD’deki gibi bir başkanlık rejimi istenmiyor. Bir kişinin yaş ve kuru her şeye karar vereceği, ülkedeki bütün ekonomik kaynaklara tek kişinin hükmedeceği bir ‘başkan’ sistemi talep ediliyor. Denetlenemeyen, başka birilerince herhangi bir itirazın olamayacağı tek kişilik bir rejim…

Haber Kaynağı: Zaman