Ve, beklendiği üzere, karara karşı çok sert bir ‘mütalaa’ kendisinden nihayet dün geldi.
‘’Bu olayın ifade özgürlüğü ile uzaktan yakında alakası yok. Bu bir casusluk davasıdır” dedi Cumhurbaşkanı.
Devam etti:
‘’Bana göre medyanın sınırsız özgürlüğü olamaz. Bu haberlerde, bu ülkenin başbakanına her türlü saldırı vardır… AYM bu şekilde karar vermiş olabilir. AYM’nin verdiği karara sadece sessiz kalırım. Verdiği karara da saygı duymuyorum, uymuyorum!”
Devam etti: ‘’Bu bir tahliye kararıdır. Onlarla ilgili karar veren mahkeme kararında direnebilirdi. Direnseydi bu karar boşa çıkacak veya tahliye olan kişiler AİHM’e gideceklerdi. Fakat bu süreç bana göre doğru adımlar değildir.”
‘’İfade özgürlüğü adı altında bu ülkeye saldırıyı kabul etmem.”
‘’Üst mütalaa” işte böyle.
***
Şimdi…
Anayasa’nın 153’üncü maddesi…
‘’AYM kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” diyor bu madde. Altını çizelim: ‘Bağlar’ diyor.
153’üncü maddeye ‘karşı koyma’ durumunu önce not edelim.
Geriye başka önemli soru ve tespitler de kalıyor. ‘Karara sessiz kalırım’ diyor, ama ardından sıraladığı itirazlarla tam aksini yapmış oluyor.
Acaba sessiz kalmasaydı ne yapacaktı, sorusu da böylece gündeme yerleşiyor.
‘Karara saygı duymuyorum, uymuyorum!’ ifadesi, soruları misliyle artırıyor.
Bir Cumhurbaşkanı’nın AYM kararına saygı duymadığını açıklaması, ‘uymak zorundasın’ diyen maddeyi hiçe sayması ne anlama gelir? ‘
Uymuyorum’ ifadesinin artçıları nasıl olacaktır?
Bu açıklama, ülkemizde zaten yıkıntı hâlindeki kuvvetler ayrılığının ölüm ilanı mıdır?
Devletin en ‘üst’ şahsiyetinin bu açıklamasıyla Yüksek Mahkeme’nin varlık nedeni, temel işlevi de son bulmuş mu oluyor?
Niye var bu AYM o zaman?
Bu ülkenin talihsiz insan ve kurumları adaleti nerede nasıl arayıp bulacak?
Meçhul.
***
“Uymuyorum” beyanının hemen arkasından gelen sözler de, normal işleyen bir ülkede ‘biz bu krizi artık taşıyamayız’ diyecek olan bir hükümetin, sorumluluklarını hatırlayarak istifasını gerektirecek nitelikte.
Alt mahkemeye ‘sitem’ eden Cumhurbaşkanı, ‘Direnseydi, (yani iki gazeteciyi tahliye etmeseydi) AYM’nin bu kararı boşa çıkacaktı’ diyor.
Yargıya açık müdahale ve yargı hiyerarşisi ile içtihadına saygısızlık telkiniiçeren bu ifadeyi yorumlamak bundan sonra hem vicdan sahibi siyasilerin hem de hukukçuların işi. Yüksek Mahkeme ucu iyice kaçan ayarları bir nebze olsun toparlamak için özgürlük alanını net bir şekilde çizip, denge-denetim görevini gecikmeli de olsa yapmaya çalışırken…
Anayasa’ya ‘tanımıyorum’ diye meydan okuyan…
Yargıya itaatsizlik, sitem ve telkin yoluyla açıkça müdahale eden…
Bir gazetecinin en doğal işi olan haber yayınlamayı ‘saldırı’ olarak gören…
‘’Bu gazeteciliktir ve korunmalıdır” diyen AYM’yi ‘hayır bu casusluktur!’ diye bertaraf etme güdüsü eşliğinde, demokrasi için kutsal bir mesleki faaliyet olan gazeteciliği ‘suç eylemi’ne eşitlemeye çalışan…
Her demokrasinin olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğü içindeki; iktidar odakları, hükümet, bürokrasiye karşı eleştiri hakkını bir bulamaç hâline getirip ‘bu ülkeye saldırı’ diye çarpıtarak nice ‘algı operasyonuna’ kapı açan… …
Şu ana kadarkiler yetmiyormuş gibi daha derin krizlere kapı açan tahripkâr bir zihniyetle karşı karşıyayız.
En önemli soruyla köşeyi kapatayım:
Yetkisini Anayasa’dan alan en yüksek yargı organının kararlarına saygı duymadığını, uymayacağını inanılmaz bir cüretle beyan eden bir zihniyetin, bu ülkeye demokratik yeni bir anayasa sunacağına, o anayasaya saygı gösterip uyacağına hâlâ inanan var mı?
Elinizi vicdanınıza koyun:
Var mı?