Kolektif hafıza nedir diye düşündüğümüzde, aslında hepimizin içinde yaşadığı ortak anılar dünyasından bahsediyoruz. Bu, sadece bireysel hatıralarımızın ötesinde, topluluk olarak paylaştığımız ve kimliğimizi oluşturan deneyimler bütünüdür. Maurice Halbwachs’ın da vurguladığı gibi, hafıza aslında toplumsal bir inşa sürecidir – hiçbirimiz tek başımıza hatırlamayız.

Düşünsenize, bir aile içindeki anılar nasıl kuşaktan kuşağa aktarılır ve o ailenin kimliğini oluşturur? İşte kolektif hafıza tam olarak böyle çalışır, ama aileden ulusa, dini cemaatlerden ideolojik topluluklara kadar her ölçekte. Toplumsal belleğimiz iki temel süreçle oluşur: konuşarak aktardığımız iletişimsel hafıza ve fiziksel olarak kaydettiğimiz kültürel hafıza.

Peki gelenek burada nasıl bir rol oynuyor? Fransız din sosyoloğu Daniéle Hervieu-Léger’in belirttiği gibi, gelenek, kuşak ve hafıza üçgeninde toplumsal pratikler ve dini kimlikler şekillenir. Hervieu-Léger’in çalışmaları, özellikle hafıza ve din arasındaki ilişkiyi “hafıza zinciri” kavramı üzerinden analiz ederek, geleneğin nasıl aktarıldığını ve dönüştüğünü göstermiştir.Gelenek, kolektif hafızanın en önemli taşıyıcısıdır. Düşünün, dini ritüeller, bayramlar, anma törenleri – bunlar hep geçmişten geleceğe uzanan köprülerdir.

Mesela İslam geleneğinde hadis literatürü başlı başına devasa bir kolektif hafıza hazinesidir. Sadece metinler değil, yaşayan uygulamalar da bu hafızanın parçasıdır. Müçtehid olmak için o kolektif hafızaya vâris olmak, yani onu içselleştirmek gerekir.

Gelenek donmuş bir şey değildir aslında, sürekli günün ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlanır. Nur dairesinde nasıl sadece risaleleri okumak yetmez ve yaşayan hafızalara başvurulursa, her gelenekte de böyle canlı bir aktarım vardır. Burada önemli olan katı kalıpçı yaklaşımlara girmeden geleneğin özünü koruyarak onu güncel tutabilmektir.

Mekân da kolektif hafızanın vazgeçilmez bir unsurudur. Bir şehirde yürürken bazı yerler size neden diğerlerinden daha anlamlı gelir? Çünkü o mekânlar kolektif hafızanızla bağlantılıdır. Pierre Nora’nın dediği gibi, hafıza mekânlara tutunur – mezarlıklar, anıtlar, meydanlar, ibadet yerleri hep bu hafızanın fiziksel uzantılarıdır.

Günümüzde medya, özellikle televizyon, sinema ve sosyal medya kolektif hafızanın şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Tarihsel olayları nasıl hatırlayacağımız, hangi detayları unutup hangilerini öne çıkaracağımız, medya aracılığıyla şekillenir. Bu süreç, bazen geçmişi ideolojik amaçlarla yeniden inşa etme çabasını da içerebilir.

Şimdi soykırım gibi travmatik olaylara geldiğimizde, kolektif hafızanın önemi daha da belirginleşir. Soykırım, bir topluluğun sadece fiziksel varlığını değil, hafızasını ve kimliğini de hedef alır. Bu yüzden soykırımdan kurtulanlar için hatırlama ve tanınma talepleri hayati önem taşır.

Soykırım sonrasında toplumlar bir hafıza mücadelesi içine girer. Kimlerin hikâyeleri anlatılacak? Hangi anlatı hakim olacak? Nasıl anılacak ve anlaşılacak? Bu sorular politik bir mücadele alanı yaratır. Anıtlar dikilir, müzeler açılır, anma günleri belirlenir… Ama bir yandan da unutturma, inkâr veya hafızayı manipüle etme çabaları olabilir.

Günümüzde Hizmet hareketi mensuplarının yaşadığı süreçte gördüğümüz gibi, bir topluluğun hafızasını silme ve üyelerini kimliksizleştirme çabaları, bir tür kültürel soykırım niteliği taşıyabilir. Bu durumda kolektif hafızayı korumak ve aktarmak, sadece geçmişi hatırlamak için değil, topluluğun kimliğinin ve varlığının devamı için hayati önem taşır.

Soykırım hafızası, iyileşme ve barış için de kritik önemdedir. Holokost’la yüzleşme süreci, kolektif hafızanın nasıl dönüştürücü olabileceğini gösterir. Her travmatize topluluk için geçmişle sağlıklı bir ilişki kurmak önemlidir.

Kolektif hafıza, adaletin tesisi için de önemlidir. Mağdur toplulukların deneyimlerinin tanınması, hem onların iyileşmesine katkıda bulunur hem de toplumlar arası uzlaşma zeminini hazırlar. Ancak burada önemli olan, geçmişin intikam duyguları için değil, ortak geleceğin inşası için hatırlanmasıdır.

Sonuç olarak, kolektif hafıza ve gelenek, kimliğimizin ve insani varoluşumuzun temel unsurlarıdır. Soykırım gibi travmalar karşısında bile, hafızanın iyileştirici ve dönüştürücü potansiyelini kullanabiliriz. Geçmişi yadsımadan ama ona esir olmadan, geleceğe yönelmek mümkündür. Her topluluğun kendi hafızasını koruma ve aktarma hakkı, sadece o topluluğun kimliği için değil, insanlığın ortak mirasının zenginleşmesi için de değerlidir.

Yazar: Hakan Albayrak