Zaman Gazetesi Yazari Sair Hilmi Yavuz 17 Haziran 2014 / Isa Simsek

Gazeteci şair Hilmi Yavuz, İslami kesimde entelektüel olmadığını, var olanların da dışarıdan transfer edilen zayıf karakterli kişiler olduğunu söyledi.

Şair ve gazeteci Hilmi Yavuz, kültürservisi.com’dan Aslı Uluşahin’e bir söyleşi verdi. Edebiyata ve İslami kesimin ‘entelektüel’ anlayışını değerlendiren Yavuz, “İslami kesimin entelektüelleri yok. Ne yapıyorlar? Çok zayıf karakterli birtakım “entelektüelleri” transfer ediyorlar. Hasan Bülent Kahraman bana sorarsanız bunlardan biridir” ifadesini kullandı.

 

Hilmi Yavuz’un kültürservisi.com’da yayınlanan söyleşisi şöyle:

 

Behçet Necatigil’e uygulanan sansürden başlayalım. Siz Necatigil’in öğrencisiydiniz. Nasıl değerlendiriyorsunuz olup biteni?

 

Bir derginin politik bir tavrı olabilir. Bu politik tavır sadece politik meselelerde bağlayıcıdır. Yaşanan olayın politik herhangi bir göndermesi, referansı yok. Bunu bir bahane olarak kullanıp Necatigil’in kızıyla yapılan bir röportajı basmamak bana saçma görünüyor. Anlamsız değil, saçma! Çünkü ortada ciddi bir mantık hatası var. Gramer hatası yok, gramer hatası olsaydı anlamsız derdim.

 

Dolayısıyla başka bir bağlamda irdelenmesi gereken bir meseleyi, sanki farklı bir bağlam değilmiş gibi bir başka meseleye taşımak bana son derece absürd, saçma görünüyor.

 

Ben işin önce mantığına bakarım; mantıklıysa o zaman o mantığın hukukla, politikayla ya da başka birtakım meselelerle uyumlu olup olmadığına bakarım. Ama mantıksızsa bunun etiği vs’si olmaz. Saçmanın etiği olmaz.

 

Sonrasında Rasim Özdenören de konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “Solcular daima sağdaki yazarlara kör olduğu halde şimdi Türk Edebiyatı dergisinin yaptığı ‘Behçet Necatigil Özel Sayısı’ için bir kaşık suda kıyamet koparıyorlar” dedi. 60’lardan bu yana benzer bir “görmezden gelme”nin olduğu iddia ediliyor. Sizce bu tarihsel bir tespit mi?

 

İktidarı tek merkezli ya da merkezi bir şey olarak düşünmek fevkalade yanlış bir yaklaşım. Politik iktidar dediğimiz makro iktidarın dışında mikro iktidarlar vardır. Bunun en güzel örneklerinden biri de -bağlama yüzde yüz oturduğu için bu anekdotu anlatmam gerekiyor- ibrikçibaşı hikâyesi: Adam sıkışmış, caminin tuvaletine gidiyor, ibriği alıp tuvalete girecek. İbrikçibaşı, “sen bunu değil, şunu alacaksın” diyor, diğeri “peki” diyor, tartışmaya vakti yok. Çıkınca soruyor: “İbriklerin hepsi aynı, niçin onu değil de bunu dediniz?” Adam kasılarak “Biz burada bokyedi başı mıyız?” yanıtını veriyor.  Bakın bu iktidardır.

 

Bu iktidarı -onların terminolojisini kullanırsak- “solcular bizi adam yerine koymadı, sağcılar biri göz ardı etti” türünden yaklaşımlarla değerlendirmek fevkalade yanlış; çünkü her ikisinin de her zaman kendilerine özgü mikro iktidarları olmuştur. Herkes kendi sınırları içinde iktidardır.

 

‘Bir tek iktidar yok, iktidarlar var’

 

Tam bu noktada sormak isterim: Kültür iktidarı ifadesinin altını nasıl doldurmak gerek? Örneğin, fuarlara katılmak, daha çok göz önünde olmak, daha fazla kitap satmak mıdır mesele?

 

Her şeyden önce bize şunun öğretilmesi lazım; kavramlar tanımlanırlar, tarifleri yapılır. Dolayısıyla bir kavramın açık seçik biçimde tarifi, tanımı yapılmadığında, herkesin zihninde farklı bir anlama karşılık gelmesiyle, kavram kargaşası dediğimiz durum ortaya çıkar. Ülkemizde bunun örneklerine sıkça rastlıyoruz.

 

Onun için, biri bana böyle bir şey söylediğinde, kavramsal bir mesele konusunda tartışma başlattığında, önce bu kavramlar konusunun aydınlatılmasını isterim.

 

Siz bir parantez açtınız, çok güzel. Mesela TÜYAP Kitap Fuarı’nın onur konuğu olmak meselesi. Çünkü İskender Pala daha Zaman’dayken, bu konuyla ilgili bir yazı kaleme aldı. Yazı, açık bir biçimde, “niye beni seçmiyorsunuz” anlamına geliyordu. Şimdi mesele bu mudur? Yani mesela TÜYAP Kitap Fuarı’nın başlı başına makro bir kültürel iktidar oluşturduğunu ya da böyle bir kültürel iktidar inşa ettiğini söylememiz mümkün mü? Buna karşılık biri de kalkıp TDK diye bir kurum var, o da “solculara” ödül vermiyor diyebilir.

 

Aslına bakarsanız, kimin “sağcı” kimin “solcu” diye nitelendirildiği de belli değil. Tanpınar’ın çok güzel bir sözü vardır: “Sağcılar beni solcu, solcular beni sağcı sanıyordu” diyor. Cemil Meriç için de aynı şey söylenebilir.

 

Demek istediğim, her ikisi de mikro iktidardır. Elinde belli bir erki, iktidarı tutan -bu ibrikçibaşı da olabilir, TÜYAP’ın onur konuğunu seçen kurul da- mikro iktidardır.

 

İktidar bir şeyi ya yüceltir ya aşağılar ya da yok sayar. Değerlendiren, değersizleştiren ya da yok sayan her kurum, her kimlik iktidardır. Erk sahibidir. Cumhuriyet gazetesinin Kültür Servisi’nin başında Celal Üster varken Celal’dir iktidar olan. Onunla anlaşmazlığa düşen yayın yönetmeni varsa müdahale eder, odur iktidar. İktidar kaygan bir şeydir, bir zeminden diğerine kayabilir.

 

Dolayısıyla bu meseleyi “sağcıların iktidarı, solcuların iktidarı”, ya da birilerinin iktidarsızlığı gibi bir bağlamda ele almak yanlış. Bir tek iktidar yok, iktidarlar var. Mesele bu…

 

Öyleyse süren neyin kavgası? Özellikle son yıllarda bu konuda o kadar çok yazıldı ki…

 

Bunların hepsi bana sorarsanız abesle iştigal ediyorlar. Böyle bir sorun yok ortada. İslami kesim kendi aydınlarını yetiştirmeli, elbette. Ben de bunu söylüyorum. Ama İslamcılar kendi aydınlarını yetiştirmelinin altında, bunun bir içermesi olarak, yetiştirilen bu aydınlar iktidar olsunlar diye yetiştirilmeli gibi bir şey söylemiyorum.

 

Daha önce de bu konuda yazdığım için söylememde bir sakınca yok, İslami kesimin entelektüelleri yok. Ne yapıyorlar? Çok zayıf karakterli birtakım “entelektüelleri” transfer ediyorlar. Hasan Bülent Kahraman bana sorarsanız bunlardan biridir.

 

Onun cehaletini açık seçik ortaya koyduğum en az on yazı yazmışımdır. Yazmadığım şeyler hakkında konuşmam ben, Müslümanlar buna gıybet diyorlar, ben gıybet yapmam. Dolayısıyla Hasan Bülent gibi gerçekten zayıf karakterli, entelektüelliği kendinden menkul birtakım kişiler, kolaylıkla bir yere yanaşma olarak orada kendilerine bir iktidar vehmediyorlar. Neden? Köşesi oluyor, televizyonda programı olabiliyor. Oysa söylediklerinin hiçbir arka planı yok, derinliği yok. Örnekler de verebilirim ama konumuz Hasan Bülent değil.

 

‘İslami medeniyet göz ardı edildi’

 

Parantez aça aça ilerlersek, İslami kesimin aydınları yok dediniz. Oysa 2012’de yazılmış bir “sanat manifestoları” var. Buna göre, muhafazakâr sanat nasıl olabilir ya da İslami kesimin neden aydınları yok?

 

Aslında bu çok önemli bir mesele. Şimdi Müslümanlar, İslam’ı iki bağlamda düşünmek durumundadırlar. Biri şeriat, biz buna akait diyoruz, yani dogmalar… Bir de İslam’ın ürettiği bir medeniyet vardır ve unutmayın bu estetik bir medeniyettir. Şiiri, musikisi, ebrusu, hat sanatı… Bütün bunlar İslam’ın estetik anlamını oluşturuyor. Tabii bunlar ilkin akaitten yola çıkıyor. Elbette İslam’ın kendisi, kitabı, sünneti olmasa böyle bir medeniyetin üretilmesi mümkün değil. Ama Müslümanlar, özellikle Türkiye’deki Müslümanlar çok uzun bir süre İslam’ı sadece şeriat ve akait olarak alımladılar ve onun dışında İslam’ın bir estetik ve ahlâki medeniyet inşa ettiğini göz ardı ettiler. Şimdi eğer böyle bir göz ardı etmişlik söz konusuysa, estetik alanda ya da ahlâki alanda entelektüel üretim olabilir mi? Dolayısıyla entelektüel denilince hep ilahiyatçılar anlaşılmış. Mesele bu. İşte bu nedenle İslami kesimden entelektüel çıkmıyor. Eskiden beri bu böyle.

 

Eskiden beri böyle olsa da AKP döneminde mesele alevlendi. Güçlü siyasi iktidarın getirisi…

 

İktidar ile AK Parti bu durumu fark etti. Fark ettiler çünkü kendilerinden olmayan biri tarafından ikaz edildiler. İyi mi yaptık kötü mü yaptık bilmiyorum.

 

Evet siz bu konuda yazdınız, AKP kendi aydınını yetiştirmeli dediniz.

 

Farkına vardılar. Bakın, laik kesimdeki insanlar şiirden söz ettikleri zaman Nâzım Hikmet’ten Behçet Necatigil’e, Cahit Sıtkı Tarancı’dan Asaf Halet Çelebi’ye, Metin Eloğlu’ndan Edip Cansever’e birçok adı sayabilirler. Bakıyorsunuz, İslamcı entelektüeller şairlerden söz ederken saydıkları ad 5’i geçmez. Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel… Bir laf vardır, annem çok söylerdi; dön baba dönelim, hacılara gidelim… Bir küçük dairenin içinde dönüp duruyorlar.

 

KAYNAK: kültürservisi.com /ASLI ULUŞAHİN