Eylemci profili açısından IŞİD militanlarının bulunması oldukça zor. Bunlar PKK’dan farklı olarak ya yabancı uyuruklu ya da Türkiye’den örgüte katılan eylemciler.

Başka ülkeden gelip Türkiye’de eylem yapan teröristleri tespit etmek şu aşamada Türk istihbaratı için oldukça güç. Zira bizim istihbaratın özellikle yurt dışındaki istihbarat mantığı Türk vatandaşlarına odaklanmış durumda. Türkiye’ye giden cihatçıları tespit edebilecek bir altyapı da anlayış da mevcut değil. Dolayısıyla Çeçenistan’dan veya Dağıstan’dan kalkıp Suriye’ye giden, sonra oradan gelip Türkiye’de örgüt hücrelerine yerleşen bir teröristi tespit etmek neredeyse imkansız. Bu nedenle özellikle yabancı teröristlerin Türkiye içinde eylem yapması oldukça kolay.

Türkiye’den IŞİD’e katılan teröristler açısından da durum pek farklı değil. Özellikle Adıyaman, Konya gibi şehirlerden IŞİD veya El Nusra gibi jihatçı terör gurplarına katılan teröristlerin tespiti için ayrılan enerji ve insan kaynağı istihbarat gücü çok kısıtlı.

Buna ek olarak, PKK veya diğer örgütlerden farklı olarak IŞİD teröristlerinin örgüte katılma sürecinde aileleriyle ilişkileri bu teröristlerin tespitini yapmayı zorlaştırıyor. Şöyle ki; bir PKK’lı örgüte katılma sürecinde öncelikle örgüte müzahir siyasi yapılar ile sivil toplum yapılarına angeje oluyor. Siyasi eğitimini burada tamamlayan sempatizan daha sonra PKK’ya katılıyor. Bu noktada Güvenlik güçlerinin özellikle bölgedek sıkı takibi ailelerin çocukları için “kayıp” ilanı vermelerine neden oluyor. Bölgede bir genç durduk yere kayıp olmuşsa güvenlik birimleri o gencin PKK’ya katılmış olabileceğinden hareketle radarına alıyor. Dolayısıyla daha sonraki süreçte örgüt içinden de bu genci takip etmek kolaylaşıyor.

IŞİD veya diğer jihatçı örgütler için durum böyle değil. Genlçer IŞİD’e katılmak için Ebu Hanzala gibi IŞİD vaizlerinin mescitlerine ve sohbet hakalarına dahil oluyor. Bu süreçte ailelerden kopma başlıyor. Bir IŞİD üyesi bu süreçte “Müslümanların yanında kalıyor” ama genellikle ailesiyle aynı şehirde bulunuyor. Bu nedenle aileler çocuklarının terör örgütüne katıldığını düşümüyor. Daha sonra bu teröristlerin Suriye’den farklı şekillerle aileleriyle irtibat kurup haber vermeleri de durumu değiştirmiyor. Bu sefer de aileler korktuklarından durumu güvenlik birimlerine rapor etmediği için bir gencin IŞİD’e katılıp katılmadığını tespit etmek oldukça zorlaşıyor.

Ayrıca AKP’nin IŞİD ve El Nusra’ya operayosn yapan polisleri hapse attırması, özellikle Emniyet birimlerinde bu iki örgüte yönelik operasyon yapma isteğini tamamen öldürmüş durumda. Bu sadece AKP’nin daha önce operasyon yapan polisleri cezalandırmasından kaynaklanmıyor. Polis operasyon yapınca IŞİD veya El Nusra ile irtibatlı AKP’ye yakın isimler ve derneklere ulaşıyor bu derneklere ulaşan polis başımı belaya sokacağıma kuma sokarım değip gelişmeleri görmezden geliyor. Hatırlanacağı gibi El Nusra’ya yönelik operasyon yapan polis bir süre önce IHH kaynaklarına ulaşmıştı. IHH’ya operayson yapanlar da kendilerini cezaevinde buldular. Yine hatırlanacağı gibi İstanbul Sultanahmet’te kendini patlatan Diana Ramazanova’nın AKP’nin bir ilçe başkanı ile irtibatı çıkması üzerine soruşturma kapatıldı. Dolayısıyla IŞİD’e karşı etkin ve efektif bir soruşturma yapmak polis ve güvenlik birimleri için oldukça riskli bir iş. Bu nedenle de IŞİD ve El Nusra diğer örgütlere göre daha serbest hareket ediyor.

Daha önemisi şu: Jihatçı teröristler dosyası doğrudan MİT’i ilgilendiren bir dosya. Daha doğrusu MİT’in onayı alınmadan herhangi bir jihatçı terrorist gurba operasyon yapılamıyıyor. MİT’in Suriye’de iş tuttuğu karmaşık yapıların Türkiye’deki operasyonlarını polis ve jandarmanın izlemesi sakıncalı bulunuyor. Bu nedenle de jandarma ve polis cihatçı teröristleri izlese bile onlara operasyon yapmaktan çekiniyor. Bu da halka bomba ve katliam olarak dönüyor.

Bütün bunlara ek olarak Türkiye’de şehirlerin ainden kozmopoliteleşen yapısı ile güvenlik birimlerinin kapasitesi arasında tezat bir ilişki var. Daha açık konuşacak olursak, Türkiye son birkaç yılda gerek Suriye’li sığınmacıların gerekse Müslüman coğrafyasında gelen bir çok kişinin, Libyalılar, Kafkasya’dan Balkanlardan hatta Arap coğrafyası ve Avrupanın değişik yerlerinden gelen çoğu siyasi aktivist yapıların üyesi kişierin buluşma noktası ve yaşama alanı oldu. Buna karşılık AKP hükümeti polisteki kalifiye uzmanları paralel yaftasıyla tasfiye etti. Yerlerini dolduracak kimseler de bulamadı. Daha önemlisi bugün İstanbul’da konululan onlarca dilde yapılan telefon konuşmalarını dinleyecek o dili bilen güvenlik görevlisi yok.

İstanbul’da neredeyse bir milyona yakın insan artık Arapça konuşuyor ancak bunları dinleyecek arapça bilen polis ve istihbaratçı sayısı onu geçmiyor. Haliyle terör örgütelrinin faaliyetlerini telefonlarla dinlemek neredeyse imkansız hale geldi.

Ayrıca telefonlarda Arapça konuşan bir çok siyasi aktivistin, Hamas gibi Müslüman Kardeşler gibi AKP ile yakın ilişkisi var. AKP ile ilişkisi olan, AKP hastanelerinde tedavi edilen cihatçıları kazara dinlediniz diyelim. Sonunuzun Silivri olmayacağına dair kim garanti verebilir. Buna bir de önleme telefonu dinlediği için hapsedilen polisleri göz önünde bulundurduğunuzda siz olsanız Arapça konuşan kişilerin telefonlarını cesaretle dinleyip üstüne gidebilir misiniz?

İşte bütün bu gerekçeler ve daha fazla gerekçelerle IŞİD ve El Nusra gibi cihatçı teröristlere karşı büyük güvenlik zaafı oluşmuş durumda. Bu nedenle de IŞİD saldırıları kolayca önlenemiyor…

EMRE USLU

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...