Sessiz sedasız, kimsenin fazla ilgisini çekmeden, bazı hâkimler ve savcılar görevlerinden uzaklaştırılıyor. Meselâ, İzmir Askeri Casusluk davasının hâkimleri Zafer Kılınç ve Serdar Ergül… Oysa, iddiaların ciddi olduğunu gösteren birçok haber o günlerde medyada yer almıştı. Sözgelimi, Akit, cinsel içerikli fotoğrafları “İşte o şok görüntüler” başlığıyla yayınlamıştı.
Bugün, bir davayı itibarsızlaştırmanın yolu, “Cemaatçi polis kumpası”demekten geçiyor. Bunu da medya içindeki uzantıları vasıtasıyla yapıyorlar. Nitekim, Hürriyet’ten bir gazeteci, İzmir Askeri Casusluk davasını kapatma gayretlerine hizmet için, “Delilleri o eve polis koydu” haberini yayınlamıştı. Bunun üzerine, dosyanın hâkimlerinden Serdal Ergül, Twitter’dan o kişiye cevap vermişti. Tabii gazeteci, Ergül’ün iddiaları karşısında sessiz kaldı. Arazi oldu.
Bakın hâkim Serdal Ergül ne diyordu:
“İzmir Askeri Casusluk olarak bilinen davada, sanık Safiye Köten’de ele geçen delilleri polisin koyduğunu, davanın kumpas olduğunu savunanlara soruyorum. Aynı davada Bilgin Özkaynak’ın Sapanca’daki evinde ele geçirilen hard diskler ve örgütün arşivi olan Pandora veri tabanını da polis mi koydu?Aynı davada Narin Korkmaz’da ele geçirilen, bulunduğunda büyük bir davaya konu olacağını söylediği, içeriğinde ajanda vs. olan hard diski de polis mi koydu?Peki Narin Korkmaz’ın Ergenekon’la kıyaslayıp ‘Elimde neler var benim, evimi bassalar ayrı bir dava başlatacaklar’ konuşmasını polis mi yaptırdı?Narin Korkmaz’dan elde edilen ÇALIŞMA A, B ve C isimli dokümanlarda yer alan örgütün çalışma planlarını polis mi yaptı?Aramalarda ele geçirilen çok sayıda fiziksel ve dijital gizli belge, bilgi, evrak, harita, kişilere ait çok sayıda gizli kamera, cinsel görüntüler, tehdit yazıları, kişilere ait fişlemeler, çocuk-hayvan porno görüntüleri, kan-sperm örneği için hazırlanan tüpler, tape kayıtlarındaki görüşmeler, buluşmalar, tanık ve mağdurları da polis mi koymuştur?Hukukun uygulandığı normal bir ülkede böyle geniş çaplı bir dava dosyasını itibarsızlaştırmak hukuken ve ahlâken utanılacak bir durumdur.”

MEHMET YILMAZ HEP GÜNDEMDE

Ergenekon’un baştacı edildiği günümüzde, HSYK 2. Dairesi’nin, Seferberlik Tetkik Dairesi’ne girip araştırma yapan savcı Mustafa Bilgili, hâkimler Nihat Uslu, Halil İbrahim Kütük, Abdullah Bahçeci ve Dündar Özdemir’i de meslekten uzaklaştırmasına şaşırmamak gerekir. Zira Seferberlik Tetkik Dairesi, zaman zaman “Kontrgerilla” diye de adlandırılan bir düzenin kalbi. Ve ilk defa siyasetin askeri vesayet üzerinde başarısını tescil eder şekilde, yargı, o merkeze girebilmişti. Zaten bu eylemin arkasında siyasi irade de vardı. Şimdi şartlar tersine dönüyor. O başarının hesabı, yargı mensuplarından soruluyor. Hükümet ise “Aldatıldım” diyor.
Daha önce, Selâm Tevhid dosyasında casusluk iddialarına ilişkin dinleme kararı veren 49 hâkim, MİT TIR’larını durduran savcılar, tahliye kararı veren hâkimler de görevden uzaklaştırıldılar.
Bu yetki HSYK 2. Dairesi’ne ait. Başkanı Mehmet Yılmaz.
Mehmet Yılmaz’ı kamuoyu tanıyor. Genelde hâkimler, kararlarıyla konuşurlar ama, o, sık sık, röportajlarla ve Twitter’dan attığı mesajlarla gündeme geliyor. Meselâ Tayyip Erdoğan, tahliye kararı alan 2 hâkimin (Mustafa Başer ve Metin Özçelik) hâlâ görevde kalmasını eleştirince, Yılmaz, hemen özür dilemişti. Bu özür, geniş bir kitlenin tepkisini çekmişti. O tarihte YARSAV da şu açıklamayı yapmıştı: “TIR savcılarını görevden alarak, dolaylı katkıda bulunduğunuz, Suruç katliamında yitirdiğimiz canlardan özür dileyin. Muhtemelen sizden sonrakiler de, sizin, erozyona uğramış yargıyı enkaza çevirmenizden dolayı özür dileyeceklerdir.”
Mehmet Yılmaz’ın son tweet’i de bir hayli tartışıldı. Ankara katliamından sonra, “Bu milletin evlâtlarını hâlâ tanıyamadınız. Şimdi daha kararlıyız; daha kenetlendik. Bizi ürkütemezsiniz. Artık çok daha korkun bizden”diye yazdı. Yılmaz, HSYK’nın 2. Dairesi’nin başkanı mıydı? Yoksa Genelkurmay Başkanı mı?
Yargı güven mi vermeliydi? Yoksa korkutmalı mıydı?
Kafamız iyice karıştı…
KEMAL SUNAL
Numan Kurtulmuş’un “Ha Salih Neccar, ha Abdulbaki Sömer… İsim farklı olsa da gerçek değişmez” demesi üzerine, Kemal Sunal’ın filminden bir sahne Twitter’da dolaşıma başladı. Define avcıları, ellerinde kürek, hazinenin yerini bulmaya çalışıyorlar. Nişantaşı’na geliyorlar. Kemal Sunal diyor ki: “Saatli taş, definenin yeri değil miydi? Ha saatli taş, ha nişan taş…”

Terörde de aynı hesap: “Ha Salih Neccar, ha Abdulbaki Sömer..” Ama onların ismi arasında bir uyum da yok.
Bu durumda Kemal Sunal 1-0 galip.
KADER’iN ADI YOK
Soma’da 301 madencinin ölümüyle neticelenen kazanın duruşmasında, otopsi tutanakları okunurken, hayatını kaybedenlerin isimleri yerine, rakamlar veriliyordu. 32 yaşında ölen Kader Yıldırım’ın annesi feryat etti: “Benim oğluma nasıl 141 dersiniz!”

Terör saldırıları da o kadar yoğunlaştı ki, aynen yukarıda anlattığımız vakada görüldüğü gibi, sayılar, acıların önüne geçti. “8 ayda 330 şehit” diyoruz.
Maalesef, ana, baba, kardeş, eş ve evlâtların gözyaşları, her ocakta tüten o ıstırap, istatistik rakamlarının soğukluğu ile perdeleniyor. Acıları toplayıp, çıkarıyoruz. Hicran, hasret, toprağa karışan bedenlerle buharlaşan sevdalar, tamamlanamayan hayaller, suya düşen umutlar, boynu bükük yetimler… Şehit veren hanelerde bunlar yaşanıyor. Ama, her sabah “ses getirici bir başka eyleme uyanan” bizler, o acılara yeterince ortak olamıyor, şehitlerin isimlerini değil, sadece rakamları hatırlıyoruz.
YÜZÜKLERİN EFENDİSİ
Erdoğan ile Yüzüklerin Efendisi filmindeki “Gollum” karakterini sosyal paylaşım sitesinde yan yana yayınlayan Bilgin Çiftçi, filmin yönetmeni Peter Jackson’un duruşmaya katılmak istediğini söyledi. Filmi izleyenler bilir…Sméagol, yüzüğü ele geçirdikten sonra, hayat süresi uzar ama, tanınmaz hale gelir. Bundan sonra konuşurken çıkardığı çirkin, midesinden yankılanan sesler yüzünden Gollum adıyla tanınır.
Bilgin Çiftçi, Refah Partisi’nde il başkanlığı yaptığı yıllarda yüzüğünü göstererek “Bundan başka varlığım yok” diye konuşan Erdoğan ile Gollum arasında nasıl bir paralellik kurdu bilemiyorum… Ama Peter Jackson, mahkemeye bilirkişi atanırsa, bu davanın uluslararası bir boyut kazanacağını şimdiden söyleyebilirim.
Kaynak: Nazlı ılıcak – Özgür Düşünce