Bir süredir Gülen Cemaati içindeki bir bölünmeye dikkat çekiyor; bu bölünmenin zihinsel ve duygusal olarak tamamlandığını, yalnızca bir liderin bu ayrışmayı yeni bir forma dönüştürme iradesi ve çabasının olup olmadığını sorguluyorum. Öne çıkan potansiyel lider bunu zinhar reddettiği için, şimdilik bu alanın boşlukta olduğunu görüyorum. Aynı zamanda yeni lider adayları ve çabalarını da fark ediyorum. Ancak o isimlerin bu yükü kaldıracak kapasiteye sahip olmadığını gördüğüm için, bariz çabalarına rağmen onları lider olarak tanımlamayı uygun bulmuyorum.
Cemaat içinde “hakikat arayışı” iddiasıyla ortaya çıkan muhaliflerin artık amacının hakikati ortaya çıkarmak değil, bir “vindication” (kendi haklılığını kanıtlama) çabası olduğunu gözlemliyorum. Bu tespitime veri olarak geçtiğimiz günlerde şöyle bir değerlendirme yapmıştım:
“…Hakikat arayışı çoktan ölmüş. Taraflar oluşmuş. Amerikan yargısı karar verse bile taraflar sonucu kabul etmeyecek. Göreceğiz bunu. Mesele, hakikat arayışından çok inanca, hatta kimliğe dönüşüyor.”
Bu değerlendirmemin üzerinden çok geçmeden, muhaliflerin önde gelen “vaizlerinden” Dr. Birol Topuz, Sıradan Biri (@hakikatendis) takma adıyla katıldığı yayınlarda, “Amerika’daki mahkemeden karar cemaat merkezinin lehine çıksa bile bunu kabul etmeyeceğini, gördüğü delillerin kendisi için yeterli olduğunu” belirtip ABD mahkemelerinin kararlarının hakikati ortaya çıkarmayacağını iddia etti.
Gülen sonrasında cemaatte bir kopuşun olacağı zaten beklenen bir gelişmeydi. Ancak bu kopuşun AKP rejiminin bir operasyonu olarak mı gerçekleşeceği yoksa organik bir bölünme mi olacağı hâlâ belirsiz.
Zira son dönemlerde, Avrupa merkezli ve aralarında akademisyenlerin ve gazetecilerin de olduğu bir grubun MİT ile koordineli olarak bir açıklama yapmaya hazırlandığı biliniyor. Bu grubun bir metin hazırladığı ve bu metnin farklı ellerde dolaştığı da bilinen bir gerçek. Normal şartlar altında, AKP’den beklenen sinyal gelseydi (örneğin KHK’lılara af sinyali — ki daha önce MHP’den buna benzer sinyaller gelmişti), Gökhan Bacık’ın yazısının ardından bu grup bir deklarasyonla ortaya çıkacaktı. Ancak hem AKP’den beklenen sinyal gelmediği hem de cemaat içinde yeterince destek bulamadıkları için, MİT’in bu çalışmayı şimdilik biraz daha ertelediği düşünülüyor.
Bu çalışmanın geçmişi nereye dayanıyor?
Bu soruya cevap vermek için bir isimden söz etmek gerekiyor: Dr. Birol Topuz. Önceki yıllarda, cemaatin en üst düzey kurumlarından biri olan Respect School’da Kerim Balcı, Hamidullah Öztürk, Ayhan Tekineş ile aynı panelde bildiri sunmuş bir akademisyen. Alevi-Bektaşi konuları ve dinler arası diyalog çalışmalarıyla tanınan Dr. Topuz’un Carab Publishing House’dan çıkmış yayınları da bulunuyor.
İşte bu kadar geniş bir erişim imkânına sahip olan Dr. Topuz’un, 2022 yılından beri cemaat ile AKP’yi barıştırmaya çalışan “Hizmetin Hudeybiyesi I” ve “Hizmetin Hudeybiyesi II” başlıklı uzun yazılar yazarak cemaat mensuplarının WhatsApp gruplarına gönderdiği “korsan bildiriler” sunduğundan haberdarım. Son dönemde, X’teki adıyla Sıradan Biri (@hakikatendis) yani Dr. Topuz 2022 yılında yazdığı Hizmetin Hudeybiyesi başlıklı yazıda şunları savunuyordu:
“Hudeybiye’deki ashab gibi, cemaat açısından da gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse sosyolojik sebeplerin olgunlaştığını ve böyle bir sürecin artık adeta kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Bunun sadece şu an dışarıya çıkmayı başarabilmiş kişilerle alakalı olmadığını; Hizmet Hareketi’nin geleceği, muhatapları tarafından hareketin her zaman sulhu öncelediğinin bilinmesi, içeride hukuksuzca yatanlar, onları dışarıda bekleyen aileleri, %70 oranında antidepresan kullandığı bugün itibarıyla araştırmalarda gözlemlenen çocukları açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.”
Bu argümanlarla, cemaatin neden AKP ile barışması gerektiğinin altyapısını oluşturan Dr. Topuz, AKP’nin neden cemaatle barışmak zorunda olduğunu da şu şekilde çerçevelemişti:
“Bugün de mevcut iktidarın, aynen Mekke müşrikleri gibi ekonomik olarak çıkmazda oldukları muhakkak. Seçimlere bir yıl kalmışken; ülkede enflasyon kontrolden çıkmış, döviz kuru onca alavere dalavereye rağmen almış başını gitmiş, Merkez Bankası rezervleri eksilere düşmüş, cari açık uçmuş; ülkede yoksulluk gözle görülür hale gelmiş, insanların elektrikleri, gazları kesilmiş, kiralar ödenemiyor, faiz baskısı ne kadar dayanacak belli değil. Akaryakıt başta olmak üzere her gün zam üstüne zam milleti bıktırmış. Askıda ekmek, askıda bilet, askıda borç defterleri haber konusu olmuş. Sebze-meyveler taneyle, karpuz dilimle satılmaya başlamış. Marketler, ürünlere çalınmasın diye kilit takmaya mecbur kalmış…”
Metnin devamında, şu tespiti yapıyor:
“Yukarıda resmettiğim tablo ile kuralına uygun bir seçime gidecek olan hiçbir iktidarın kazanma şansı yoktur. Dolayısıyla ya köprüyü geçene kadar yalancı bir bahara, şafağa ya da seçimi iptal ettirecek bir bahaneye ihtiyaçları var. Yavaş yavaş bütün platformlarda dile getirilmeye başlanan ‘KHK’lıları iade edecek’ adımı atılmak zorunda. İşte bu torbanın içine de, eli mahkûm KHK kılıfı içinde sizleri de eklemeye mecbur olacaklar. Çünkü bugün AB ve Batı ile muhatap olabilmek için atmadığı takla kalmadı. Sırf muhatap alınsın diye gündemde yokken bile NATO üyeliği teklifinde bulunduğu Finlandiya Cumhurbaşkanına iki gün sonra ‘veto ederiz’ çıkışı yapması bile başlı başına trajikomik bir manzara.”
Hatırlatmakta fayda var: Yazarımızın bu öngörüleri 2022 yılına ait. Sadece seçimi hesap ederek hükümetin KHK’lıları iade etmeye mecbur olduğunu iddia eden akademisyen “Sıradan Biri”, bugünlerde cemaate yön çizmeye çalışan muhalif odaların baş konuğu.
Aynı yazının devamı olan “Hizmetin Hudeybiyesi II” metninde şu ifadelere yer verilmişti:
“Evet, hâkim irade böyle bir antlaşma yapmaya mecbur. Kredi katı borçlarının kredi kartlarıyla döndürülmeye çalışıldığı, icra dosyalarının milyonları aştığı, iflasların çığ gibi büyüdüğü, intiharların arttığı ve hadiselerin kişisel olmaktan çıkıp sosyal patlama eşiğine geldiği bir ekonomik darboğazda buna mecburlar. Yoksa karakaşınıza, kara gözünüze değil; böyle bir açılımla son hamleyi yapmak zorundalar. Hocaefendi ise bütün hayatı boyunca barış demiş, sulh demiş, diyalog demiş; başka da bir şey dememiş. Hâliyle de ona böyle bir teklif gelirse, buna duyarsız kalması kendi geçmişiyle çelişmesi demek olacağından mutlaka barış diyecektir.”
O dönemde bu yazıyı bana gönderen takipçim, şu notla birlikte paylaşmıştı:
“WhatsApp grubunda uygulanan psikolojik harp taktikleri beni şaşırtmadı. Hatta aynısı Hizmet’in içinde de kriptocu cemaatçiler (muhtemelen MİT ya da Ergenekon elemanları) tarafından yıllardır aynı şekilde gönderiliyor. Aynı şeyler bıkmadan usanmadan iki taraflı olarak yapılıyor. Şimdi sizinle paylaşacağım, akla ziyan WhatsApp mesajı da ‘Hudeybiye Anlaşması’ adı altında, Hizmet içindeki insanları bir şekilde RTE ile anlaşma yoluna ikna etmeye yönelik kurgulanmış ve yayılan bir yazı olacak. Göreceksiniz ki her iki tarafa çalışan aslında tek bir merkez var!”
Takipçimin bu değerlendirmesinden sonra yaptığım araştırmalarda, Dr. Birol Topuz’un — X’teki adıyla Sıradan Biri (@hakikatendis) — cemaat sohbetlerine katılmadığı, Kafkasya’dan gelen kişilerden oluşan 16 kişilik bir grupla yoluna devam ettiği bilgisine ulaştım.
Daha sonra Dr. Topuz ile görüşüp “Hizmetin Hudeybiyesi” başlıklı yazıların arkasında fiilî ve organize bir yapı olup olmadığını sordum. Kendisinden “bireysel bir girişim” olduğu cevabını aldım.
Bu cevabın ardından bana ulaşan takipçime, “Bu işin bir istihbarat operasyonu olduğunu düşünmüyorum ama keep an eye on it” notunu geçtim.
Ancak bu yazıların üzerinden geçen süre içinde, Avrupa merkezli ve MİT yönlendirmeli bir grubun varlığını öğrenmemle birlikte, Dr. Topuz’un cemaat muhalifleri arasında etkili bir yere sahip olduğunu, çevresindeki 16 kişilik grubun daha da büyüdüğünü ve özellikle MİT ile bağlantılı Avrupa’daki gruplarla “sosyal ilişkileri” olduğunu öğrendiğimde; artık ben de Dr. Topuz’un X odalarındaki rolünün sadece ve sadece organik bir muhalefet sözcülüğü olup olmadığını sorguluyorum.
Bu yazıdan sonra umarım Dr. Topuz, artık “Sıradan Biri” olarak değil, kendi adıyla muhalefet eder ve herkes onun kim olduğunu daha net görür