Fethullah Gülen’in siyasal bir hedefi varsa 100 bin değil 500 bin hatta 1 milyon insanın hapishanelere doldurulmasını ister. Erdoğan ne kadar çok kişiyi hapse tıkarsa Cemaat o kadar kitleselleşir ve o kadar siyasallaşır. Bu yönüyle Erdoğan Said Nursi’nin öngördüğü “iman, hayat, şeriat” üçlemesinin üçüncü ayağının temellerini atıyor da diyebilirim. (bu konu ayrıca yazı konusu)

Farkındayım şu günlerde yukarıdaki gibi duygusuz gözlem yazmak aıtır. Muhtemelen yukarıdaki satırları okuyan okurları da acıtmıştır. Eğer bu satırlar duygularınızı acıtmadıysa siz siyasallaşmış bir insansınız demektir. Siyasallaşma duyguları öldürür. Erdoğan’ın küvezdeki bebekleri hapsederken, düne kadar kendine destek veren insanlara işkence ederken acı hissetmemiş olmasının nedeni onun insan kimliğinin/duygusunun üstüne köseleleşmiş siyasetçi kimliğinin var olmasındandır. Daha kötüsü Erdoğan ve çevresindekiler köseleleşmiş duygularına “İslam” kutsallığı giydirmeleri. Böylece Erdoğan gibi Siyasal islamcılar acı hissetmeyen duygusuzluklarını İslam adına kutsallaştırarak insanlık duygularından daha da uzaklaşırlar. Bir IŞİD militanının boğazını kestiği kişi hakkında en küçük insanlık duygusu hisstememesinin nedeni budur. Tayyip veya Emine Erdoğan’ın doğum yapan anneler ve küvezdeki çocukları hapsederken yaşadıkları duygusuzluğun nedeni de budur. İşte bu nedenle bmin olun normal siyasallaşmamış insanların hissettiği duyguları, sevinçleri, acıları, umutları, küçük şeylerden mutlu olmaları Erdoğan ve çevresindeki siyasallaşmış İslamcılar hissetmezler.

Sivasta insanlar yakılırken “yakın la yakın” diye bağıran siysal İslamcının içinde yaşadığı duygu körelmesiyle, diğer İslamcıların yakılan insanlara değil yakanlara sempati duymasının nedeni de budur.

Erdoğan’ın Mısır’ın Rabia meydanınında öldürülen Esma’ya ağlayıp İstanbul’un merkezinde öldürülen Berkin Elvan’a karşı en küçük empati hissetmemesinin nedeni de siyasetin duygularını öldürmesindendir. Esma’ya ağlayan Erdoğan “insan Erdoğan” değil siyasetçi Erdoğan’dır. Esma insan olduğu için değil onu siyaseten “kardeşi, çocuğu” gördüğü için ağlıyor. Aynı şelikde Berkin Elvan’a ağlamak bir yana onu yuhalatan duygusuz Erdoğan da aynı “insan Erdoğan” değil siyasetçi Erdoğan’dır. Siyasetçi kendisine yakın düşünenle empati kurabilir, karşısındakini düşman görür. Düşman ile empati kurmak insan duygusu gerektirir, siyasetçi duygusuzluğu değil.

Örneğin tüm dünyada askeri eğitimlerde ilk yapılan şey askerlerin duygularının köreltilmesi mümkünse sökülmesidir. Bu yönüyle 15 Temmuzda halka ateş eden askerlerle onları kendi iktidarı için sokağa salan Erdoğan ve çevresi arasında duygu birlikteliği vardır. İkisi de insanı insan olarak görmez.

Darbe gecesinde veya herhangi bir olay sırasında “kan akmasın sokağa çıkmayın” diyen insanları “vatana ihanet” ile suçlayanların içinde yaşadıkları duygu körelmesi de aynı siysallaşmaya işaret eder.

Bu uzun girişi hapishanelerde yaşanan dıramların nasıl bir kimliğe evrileceğini anlatmak için yazdım. Müsadenizle yazının bundan sonraki kısmı mümkün olduğu kadarıyla duygusuz, sinirleri alılnmış duyguları sökülmüş bir bilim insanı gözlemi olacak.

Erdoğan’ın hapishanelere doldurduğu insanları kimlikleri, dünya görüşleri, Erdoğan’a Türkiye’ye ve Gülen Cemaatine bakışları değişecek. Erdoğan ve onları tutuklatanların beklentileri o insanların Gülen cemaatine bakışını olumsuza doğru değiştirmesi, Türkiye ve Erdoğan’a bakışını değiştirmemesi.

Oysa hapishaneler tarihine bakıldığında tüm dünyada, kitlesel tutuklamaların başladığı günden bu yana hapishanelerin iki işlevinin olduğu görülür. Fucault hapishaneleri anlatırken bu iki işleve dikkat çeker; kabaca hapishaneler siyasal iktidarın toplumu susturmak için ürettiği bir sistemdir. Aynı zamanda hapishaneler “okuldur” der Fucault. Peki hapishaneler ne “öğretir” Fucault’a göre 1800’lü yıllardan beri hapishaneler “suç” öğretir. Yani amacının tam tersine hizmet eder. Peki buna rağmen neden her geçen dönemde hapisahaneler okullardan daha çok büyümüştür? Çünkü iktidarlar toplumu susturmak isterler. Örneğin diktatörlükler hapishaneleriyle anılır.

Peki Erdoğan’ın hapishaneleri ne öğretecek?

Tabi ki Erdoğan’ın suç diye tanımladığı şeyi, Gülen cemaati mensuplarına Cemaatçilik örğretecek. Hapishaneye sempatizan olarak giren militan olarak çıkacak. Bu her zaman böyle oldu bundan sonra da öyle olacak.

Bundan sonra Gülen cemaati için asıl sorun cemaatin dağılması veya sorgulanması değil, Cemaatin evrensel ilkeleri, insanlık diyalog, barış, affetme gibi kadife kavramlarını hapishaneden militan olarak çıkacak Cemaat mensuplarına nasıl kabul ettirecekleri sorunu.

Peki Gülen cemaati mensuplarının hapishaneden militan cemaatçi olarak çıkacaklarına dair elimizde veri var mı?

Bu veriler yavaş yavaş sosyal medyaya düşmeye başladı. Dikkat ederseniz muhafazakarlar için en mahrem konular, işkence, tecavüz, hayalarına elektirik verilmesi vs gibi anlatılması konuşulması “ayıp” olan konular giderek daha uluorta konuşulmaya başladı. İnsanlar mağduriyetlerini anlatıyorlar elbette ama daha çok hapishanede kalan daha fazla bağırmak istiyor. Bu da onun insanlık duygularının ölmeye başladığını, artık siyasal bir kimlik edinmeye başladığını gösteriyor. Artık insan olarak “ayıbı” değil siyasla bir birey olarak “hakkı, adaleti” düşünmeye başlıyor.

Aynı şekilde daha çok hapiste kalan insanları gün geçtikçe “pişmanlıktan” vazgeçtiklerini, eski ifadelerini geri çektiklerini görüyoruz. Bu insan olarak, 15 Temmuz sonrasında acılara dayanamayan, duygusal kopuş yaşayan, bu nedenle ister işkence altında olsun ister gönüllü olsun “pişman olan” insanların artık “siyasal birey” olduğunun göstergesi.

Hapishanelerdeki insanların siysal kimliklerinin nasıl evrildiğini gösteren en yakın gözlem bir Aydınlıkçıya ait. Yanlışlıkla “bylock” kullandığı için hapse giren ve bir süre Gülen Cemaati mensuplarıyla kalan Aydınlıkçı Anıl Eren Yıldız’ın anlattığı şu gözlem önemli.  

“Gece ‘teheccüd namazı’ kılarlardı. Bu sırada hapiste direnci arttırmak için birbirlerini motive ediyorlardı. ‘Allah bizi buraya bilerek gönderdi. Dışarıdaki günahlardan arınıyoruz. Tuttuğumuz her oruç, kıldığımız her namaz dışarıdakinin bin katı değerindedir. Kutlu gün yakında. Siz ibadetten noksan kalmayın. Sebepler dairesinde camianın mükafatı büyük’ derledi.” “…Bunların dışında ‘riyazet orucu’ tutan yöneticiler vardı. ‘Hoca efendi tavsiye ederdi’ diyerek 3 yönetici 40 gün boyunca ‘riyazet orucu’ tuttu. Bu süreçte iftarda hiç hayvansal gıda yemedi.”

“Ben koğuşa gittiğimde televizyon yoktu. İmamlar, ‘Huşumuz bozulur, dirayetimiz kırılır’ diyerek televizyonu yasaklamıştı. 50 gün boyunca tek tek görüşerek birçoğunu ikna ettim.  Cemaat tutuklusu bir esnaf televizyon aldırdı. Ama televizyon izlerken kadın gördüklerinde sürekli gözlerini kapatıp kanal değiştiriyorlardı. Müzik çıkınca hemen kulaklarını kapatıyorlardı. En sonunda bir yol buldum. Kumandayı ben aldım, kadın çıkınca onlara söylüyordum, onlar gözlerini kapatıyordu.”

Cemaat sanıklarının koğuşunda her sabah saat 04.00-06.00 arasında “beddua seansı” yapılıyormuş. Bu seanslarda özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, kendilerini hapse atanlara ve onları destekleyenlere beddualar edilirmiş. Bir seferinde imamlardan Ömer, Anıl Eren Yıldız’a “Aslında başyezit Doğu Perinçek’tir. Hizmete bu zulüm Erdoğan’ın aklına gelmez, bir tek onun aklına gelir. Erdoğan’ı nasıl kandırdınız” diye sormuş”

Buraya kadar olanlar muhtemelen Cemaatin ilk yıllarında da kimlik oluştururken uyguladıkları, ama son yıllarda özellikle Cemaatin rahatlamasıyla vazgeçtiği pratiklerden bazıları. Bu anlatılanlar doğruysa ki doğru olmaması için hiç bir neden yok, Gülen cemaati mensuplarının hapishanelerde özüne döndükleri cemaat kimliğini yeniden inşa etmeye başladıklarını gösteriyor.

Bu yazının konusu bakımından daha ilginç ayrıntı şurası.  Koğuştaki Gülen cemaati mensuplarının, referandum konusunda EVET deikleri de iddia ediliyor. “Örgüt imamları 16 Nisan halkoylamasında koğuştaki Cemaatçileri ‘evet’ oyu vermeye zorladılar. Nedenini de şöyle açıklıyorlardı: ‘Hayır’ın kazanması bizi kısa vadede rahatlatır. Ama uzun vadede ‘evet’ kazanırsa sonsuza dek kurtulacağız. Ama alt düzeydeki Cemaat tutukluları buna pek itibar etmemiş.”

Bir çok insana “yok daha neler” detirtecek bu tutum benim için hiç sürpriz değil. Aksine Cemaatin kimliğinin nasıl siyasallaştığını, artık olaylara siyasal birer pragmatist olarak bakmaya başladıklarını gösteriyor. İnsanlık duyguları törpülenip siyasallaşmış duygular belirginleşmeye başladığında yarın işinize yarayacak bir tutum bugün düşmanınızın yanında bulunmayı bile gerektiriyorsa o tutumu alırsınız..

İşte bu yüzden Erdoğan’ın danışmanı Aydın Ünal Cemaatin kitleselleştiğinden korktuğunu bir uyarı olarak açıkça yazdı. İşte bu yüzden ben Cemaatte siyasallaşmanın kaçınılmaz olduğunu yazıyorum. İşte bu yüzden Gülen için en zor olan siyasallaşmış militanlaşmış olan bu kitleyi siyasete sokmadan nasıl yöneteceği sorunu. Eğer Gülen kitlesini siyasallaştırmak istese bunu Erdoğan’dan daha iyi yapacak kimse bulamazdı…

Bu durum hapse giren insanların ailelerini nasıl etkiler? Devam edeceğiz…

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...