Ankara patlaması olur olmaz, hem Başbakan, hem de Cumhurbaşkanı,“Bombacıyı ortaya çıkardık. İsmi Salih Neccar’dır. Amude köyü doğumludur.
Suriye’den topraklarımıza sığınmacı olarak sızmıştır”
dediler. PYD bağlantısını özellikle ön plana çıkardılar. Hatta herkes, bu hıza doğrusu şaşırdı.“Madem bu kadar süratle teşhis edecek kadar etkili bir istihbaratınız var, niçin önceden o şahsı yakalayıp, bu faciayı engellemediniz?” diye kızanlar da oldu. Ama kimsenin aklına, ismin yanlış olabileceği gelmemişti. Zira, o kadar emin konuşuyorlardı ki!
Önce, Amude köyünden Neccar ailesi açıkladı. “Bu köyde bu soyadı taşıyan tek aile biziz. O çocuk, bizim çocuğumuz değil. Ayrıca, Amude köyünde Salih Neccar isimli hiç kimse yok. Tek bir Salih Neccar var; o da başka köyde yaşıyor ve 60 yaşında.”
Fotoğraf yayınlanınca, bir başka şahıs ortaya çıktı. Salih Neccar denilen gencin, kendi oğlu olduğunu belirtti. “Adı, Salih Neccar değil, Abdulbaki Sömer”dedi. DNA testi yapıldı; babanın doğru konuştuğu anlaşıldı.
Ya Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş olayı nasıl değerlendirdi dersiniz?“İsminin başka olması, gerçeği değiştirmez” cevabını verdi. Oysa, sağduyu sahibi herkes, bombacı, “Suriye uyruklu mülteci Salih Neccar” yerine“Vanlı Abdulbaki Sömer” çıkınca, hükümetten, hiç değilse ufak çaplı bir düzeltme bekliyordu.
Yanılgılarının sebebini izah etmelerini, kamuoyundan özür dilemelerini filân…
Ama, önce bir hedef belirledikleri, sonra ona göre delil ürettikleri için, hükümet tavrını değiştirmedi. Hâlâ “Fail PYD” diyor. İster Suriyeli mülteci olsun, ister Vanlı… İster adı Salih Neccar, isterse Abdulbaki Sömer olsun… Onların zihnindeki gerçek hep aynı. Zira kurguladıkları bir senaryo var ve onu oynuyorlar.
HER MUHALİF DÜŞMANDIR
Gazeteci ve eski savcı Gültekin Avcı, 5 aydır Selâm Tevhid dosyasından dolayı tutuklu. Kendisi, terör örgütü üyesi sıfatıyla yargılanıyor. Selâm Tevhid dosyası malum, bürokrasiye uzanan casusluk ilişkilerini gösteriyor. Üzeri kapatıldı. Bu dosyayı takip eden hâkim ve savcılar meslekten atıldı.“49’lar Platformu” adı altında bir araya geldiler. Kendilerinin ve meslektaşlarının uğradıkları haksızlıkları dile getiriyorlar. Ama Gültekin Avcı, ne casusları dinleme kararı veren hâkim, ne de onları izleyen bir polis… Sadece Selâm Tevhid’le ilgili birkaç defa yazı yazdı; soruşturmanın ciddi olduğunu üzerinin kapatılmaması gerektiğini söyledi. Tutuklanmasına çok şaşırmıştım.

İddianame yazılana kadar, dosya gizli tutulduğu için, sanıklar dahil kimse suçlamaları öğrenemiyor. İlk ifadesinde, savcı İrfan Fidan, Gültekin Avcı’ya,“Mesut Yılmaz ve Mehmet Akif isimli Emniyet mensuplarıyla niçin sık sık konuşuyordunuz?” diye sormuş, Gültekin Avcı da, o kişileri tanımadığı cevabını vermişti. Ancak şimdi anlaşıldı. Savcı İrfan Fidan’ın, Gültekin Avcı’yla temas halinde olduğunu sandığı Mesut Yılmaz, eski İstihbarat Şube Müdür yardımcısı Mesut Yılmaz değil, Samanyolu’nun şoförü. Avcı, Samanyolu’nda program yaptığı için, onu kanala getirip götüren kişi. Mehmet Akif de, yolsuzluk soruşturmasında rol oynayan Emniyet amiri değil; bir akademisyen.

Bunları okuyunca, “Eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz paçayı iyi kurtarmış” diye düşündüm. Onu, İstihbarat Şube Müdür yardımcısı diye içeri bile atabilirlerdi!
Ankara bombacısı farklı biri çıkınca, “bunun gerçeği değiştirmeyeceğini”söyleyen Numan Kurtulmuş’u hatırladım. Ha Ali Veli, ha Veli Ali… Bir Cadı avı senaryosu oynanıyor… Önlerine farklı deliller gelse dahi, gerçek değişmiyor: Her muhalif düşmandır, her düşman cezalandırılmalıdır.
AKP’DE GÜL’ÜN ADI YOK
Abdullah Gül ve Yaşar Yakış dahil 4 isim, AK Parti’nin kurucular listesinden çıkarıldı. Hayretle karşıladım. Hatta bir süre, bu haber yalanlanır diye düşündüm. Öyle ya, Tayyip Erdoğan ya da Ahmet Davutoğlu, niçin yeni bir tartışma yaratmak istesin? Ama baktım ses çıkmıyor. Belli ki, bu, muhaliflere AKSaray’ın mesajı: “Güç bende.”
Partinin en önemli kurucularından birini, ilk Başbakanı’nı, ilk Cumhurbaşkanı’nı, kurucu listesinden çıkarıyorlar. Davutoğlu’ndan da hiçbir tepki yok. Yalnız ufak bir hatırlatma yapmak isterim: İsim çıkarılınca gerçek değişiyor mu? Abdullah Gül, başı çeken 3 kurucudan biri değil miydi? Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmadı mı?
Onun adını silmek, tarihi değiştirmez ki! Sadece, tek adam zihniyetinin, güç kazanınca, çevresindeki arkadaşlarını nasıl bertaraf ettiğinin bir örneği olarak kayıtlara geçer.
DARBE HUKUKU
Resmi Gazete’de yayınlanan Başbakanlık genelgesinin adı şöyle: “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları”
Kamu çalışanlarının kanunların suç saydığı eylemleri işlemek amacıyla kurulan örgüt ve yapılarla ilişki içine giremeyeceği, bu yönde faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamayacağı, bunlara yardım ve yataklık yapamayacağı öngörülüyor. Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal örgütlerle ilişki kuran ve eylem birliği içinde olanların, bunlara yardım edenlerin, kamu kaynaklarını o örgütleri desteklemek için kullananların, bu örgüt ve yapıların propagandasını yapanların, hem idari, hem de adli mevzuat çerçevesinde cezalandırılacağı belirtiliyor.
Zaten yukarıda sıralanan fiillerin bir çoğu suç. Belli ki, bu düzenleme, Cadı avını bürokraside daha rahat uygulamak üzere çıkarılıyor. AK Partili olmayan herkes, “legal görünümlü illegal bir yapının” kolayca destekçisi sayılabilecek.
28 Şubat’ta bazı dindar işadamlarını, “Yeşil sermaye” diye fişleyen askere karşı çıkmıştık. Neticede, onların ürünlerini askeri tesislere almıyorlardı. Ya sivil görünümlü, ama uygulamaları itibariyle darbeci dönemleri hatırlatan hükümet ne yapıyor? “Yeşil sermaye” demiyor ama, Cemaat’e yakın gördüğü her işadamını ezip geçiyor; işyerlerine el koyuyor; kayyım atıyor. Yayınları durduruyor. Aynı şekilde bürokrasiyi tarumar ediyor. Yetmiyor, elini rahatlatacak bir fişleme genelgesi çıkartıyor.
Bir yandan Davutoğlu, “12 Eylül darbe hukukunu yeni bir anayasayla bertaraf edelim” derken, bir yandan darbe zamanlarında görülmeyen uygulamaları daha da kolaylaştıracak bir genelge yayınlanıyor.

Riyakârlık diz boyu.

Kaynak: Nazlı ılıcak – Özgür Düşünce