”Bizim hakkımızı arayın! Arayın! ”
Kasvetin bir karabasan gibi çöktüğü Diyarbakır’ın Sur sokaklarında ilerlerken durduruyor.
Nerden anladı gazeteci olduğumuzu, nasıl sezdi, anlamak mümkün değil.
Başörtüsünden kapkara iki göz acıyla, keskin bakıyor.
Yanında iki başörtülü arkadaşı daha var.
Umut ararcasına baş sallıyor, hızla uzaklaşıyorlar.
İlerliyoruz.
Acının, belirsizliğin merkezine doğru.
İlerde, yol kapalı. Dört Ayaklı Minare’nin olduğu kısım, Tahir Elçi’nin katledildiği bölüm çitlerle kapatılmış.
Yasak bölge.
Kadim Diyarbakır’ın merkezi Sur’a da sıkı bir kimik kontrolünden, kum torbalarının arasından geçip girebildik.
Etrafta sıkı silah çelik yelek donanımlı özel harekatçılar cirit atıyor.
Telsiz sesleri.
Bir an aklıma eski Beyrut geliyor.
Kudüs’teki manzaraları hatırlıyorum.
***
Sur’da, Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde acılı bir bekleyiş var. Avlu, Sur’daki üç mahallede sıkışıp kalmış yaklaşık 200 kişinin belirsiz akıbetini tedirginlik içinde bekleyen hısım akraba, eş dostla dolu.
Kadınlar, Diyarbakır’ın hüzün içine doğmuş kadınları, genç yaşlı, bir köşede oturmuş, heykeller gibi sessiz, sigara tüttürerek, öylesine bekliyorlar.
İçerden haber yok.
En büyük endişe, Sur’da mahsur kalanların Cizre’deki gibi bir sonla buluşması.
HDP Milletvekili Sibel Yiğitalp avluda bir oraya bir buraya koşturuyor. Kısılı kalmışların yakınlarını yatıştırmaya, bir kısmından bilgi almaya çalışıyor.
Bir kulağı da bitmek bilmeyen söylentilerde.
İçerden haber geldiği, birilerinin elde beyaz bayrak Sur’dan çıkacağı söylenip duruyor, ama hiçbirinin arkası gelmiyor.
Bir genç karı-koca buluyor beni. Kadın belli ki ağlamaktan, uykusuz günlerden perişan olmuş. Anne mahalle içinde mahsur, bir yığın çoluk çocukla beraber. Genç adam bir köşeye çekiyor, bir yandan içerde kalanlardan bir komşuya telefonla ulaşmaya çalışırken, ‘bak, bunların hepsini kaydettim, başlarına bir şey gelirse ilerde hepsi için hesap sormak üzere’ diye bana çoğu Kürtçe, zor anlaşılır, çaresiz bazı telefon konuşmalarını dinletiyor.
HDP’li Yiğitalp, ‘bu kabul edilebilir bir durum değil, insanlık dışıdır, herkes bu hayatları kurtarmak için elinden geleni yapmalıdır’ diye söylenerek kendini oradan oraya atıyor.
Avludan keder, yeis, sigara dumanlarıyla beraber yükseliyor.
Suratlar kapkara.
Bir dokunan bin değil, yüz bin ah işitiyor.
***
Kürt hikayesini izlemek amacıyla kaç senedir Diyarbakır’a, bölgeye gider gelirim, hiçbir zaman bu kadar yoğun bir öfkeyi, bu kadar patlama noktasına yakınlığı, bu kadar derin bir ‘barış matemi’ halini, bu kadar aşikar bir kopuş manzarasını gördüğümü hatırlamıyorum.
İliklerinize işliyor.
Gördüğünüz şey, Türkiye’nin bu kadim kentinin, bu kavimlerin geçiş noktasının, derin kültürü ve gururlu insanlarıyla bu bölgenin, bir vahşet muhasarası görüntüsü altında, zihnen, fiziken lime lime oluşu.
Görmemek için kör olmak gerekir.
Çiftkapı’da dün Sur’dakilerle ilgili sokak gösterisi, insani çözüm bekleyip duran Kürt hikayesinin ne hale geldiğini bilene, hissedene anlatmaya yeter. Seksenindeki nineler, kadınlar, her yaştan Kürtler, ve barış masasının AKP tarafından devrilmesi ardından dipten kabaran öfkeyi zihinlerine aynen kopyalayıp yapıştıran, normal hayatın dışına savrulmuş halde sloganları en sert sesle haykıran çocuklar.
Sur’da 15 okul artık eğitim veremez halde. Çocuklar ya gitmiyor (bazılarının sınıf arkadaşları ölmüş) ya da ebeveyni tarafından gönderilmiyor.
Silah ve bomba sesleri arasında zaten nasıl bir eğitim olabilir ki?
Eğitim-Sen 2. Şube Başkanı, edebiyat öğretmeni Saliha Zorlu, ‘ben bu aşamada çocuklarıma sadece sevgiyi aşılamaya çalışıyorum, başka herşeyi bıraktım’ diyor.
Yurtların bazıları boşaltılmış, yerine özel timler, bordo bereliler, güvenlik personeli yerleştirilmiş.
‘Öyle bir durum var ki, sanki devlet Sur üzerinden burada ne kadar kurum varsa güvenlik tahkimatı altında bambaşka bir düzene geçiyor ve bu, anlaşılıyor ki, kalıcı bir yerleşme olacak’ diye anlatıyor, aynı sendikadan yönetici Mehmet Nuri Özdemir.
***
Bu hikayede bir Filistinleşme, hatta Sowetolaşma boyutu her zaman vardı, şimdi hızla bu boyut gözlerimizin önünde alabildiğine açılıyor, genişliyor.
Sur’da yürürken, aklıma Türkiye’nin batısından, yarım yamalak dahi bilgiye sahip olmadan ahkam kesenler geliyor.
Bu tuzu kurular ya duyarsız, veya cahil.
Çoğu bir kez olsun buralara ayak basmış değil, buradaki insanların bilmem kaç yıl yediden yetmişe ne kadar politize olduğunu, çözüm için beklenti çıtasını ne kadar yükselttiğini, Kürt krizinin ne kadar içinden çıkılmaz bir hal aldığını idrak edebilmiş değil.
En kötü olan şey şu:
Davul zurnayla başlatılmış olan, en azından insan ölümlerinin önünü kesmiş olan bir barış sürecinin bile bile, bir iktidar hırsı ve köhne Ankara paranoyası nedeniyle kesintiye uğratılmasının ve hiç yapılmayacak bir şeyin, bir savaş halinin başlatılmasının bölgenin insanında yarattığı hayalkırıklığı.
Söylemiş olayım: Kürtler kopuyor.
***
Haber Nöbeti’ni paylaşmak için beraber geldiğimiz Nevin Sungur (Açık Radyo), Çiftkapı yakınlarında geri püskürtülen Sur yürüyüşü ardından mikrofonu başörtülü, kalın miyop gözlüklü bir hanıma uzatmış, soruyor.
”Bakın, ben 2002’de AKP’ye oy vermiştim’ diye anlatıyor kadın. ”Bin pişmanım. Bu katliam (Cizre’yi kastediyor, yb), farkında mıdır kimse Ankara’da Batı’da, bilemem, herkesi öyle bir değiştirdi ki, öyle bir uyandırdı ki, bugün herkes birliktir. Anladık artık.”
Yanındaki hanım arkadaşı, onun ağzından çıkan her cümleyi başıyla onaylıyor.
Bir vatandaş bu, konuşan.
Her cümlesi insanın içine kılıç gibi saplanıyor.
En muhafazakarı bile bas bas bağırtan, ‘yeter’ dedirten bir ruh hali.
Haber Nöbeti’nde bizleri ağırlayan bir Kürt meslektaşım, ‘Çok vahim ağbi, çok’ diyor, Darkapı’da ‘Yurttaş Nöbeti’ adına açıklama yapacak olan bir grup hukukçu ve sivil toplum örgütü temsilcisini izlemeye giderken.
”İçlerimizde en itidalli, en demokrat olanlar bile artık ‘bize Türk-Kürt kardeştir masalı anlatmayın, bitmiştir’ demeye başladı. Böyle bir durum vardır yani.”
Darkapı’da bir avuç aydın, Sur’da mahsur kalanların can güvenliği adına bir açıklamaya yapıyor. Bahri Belen, Ayşegül Devecioğlu, Lale Mansur, Zeynep Tanbay, Ferhat Tunç ve diğerleri.
Vali yardımcısı Mehmet Demir’le görüşmüşler. Mahsur kalanların güvenli biçimde tahliye edilebilmesi için 24 saat süreyle sokağa çıkma yasağına ara verilmesini talep etmişler.
”Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için bütün tarafları bu çzöümü değerlendirmeye; insani adım süresince ellerini silahtan çekmeye, sağduyuya, soğukkanlılığa davet ediyoruz.”
Aldıkları yanıt, bir buçuk saatlik bir süre olmuş. ‘Bu son şans’ anlamında da eklemişler.
Heyet sürenin güvenli çıkış için yeterli olamayacağını anlatmış ama nafile.
Zeynep Tanbay, ”Vali yardımcısı bize, bu konudaki karar yetkisinin kendisini aştığını söyledi” diyor, umutsuzca.
Neredeyse üç ayı dolacak sokağa çıkma yasağının.
Her geçen gün belirsizliğe korku ve öfke ekliyor.
***
Tahir Elçi’nin cenazesine yurtdışından yetişememiştim.
Cenazenin bölgede nasıl bir kırılma hali olduğunu biliyorum.
Ama, 25 Şubat günü Diyarbakır’da gördüklerimi, duyduklarımı asla unutmayacağım.
Sağduyu galebe çalacak mı bilmiyorum.
Barış sürecini bitirenlerin bu bölgede yarattığı traumayı tarif edecek, gelecek adına öngörü ifade edecek söz bulmakta güçlük çekiyorum.
Herkesin gelip kendi gözüyle görmesi, bakması, işitmesi lazım.
Diyarbakır’a, bölgeye gidin.
Türkiye’ye sahip çıkın.