Erdoğan ve danışmanları siyasetlerini gerçekler üzerine hiçbir zaman kurmadılar. Bugün Türk dış politikasının, ekonominin, kültür ve sanatın, dini değerlerdeki gevşemenin, akıllara durgunluk veren yolsuzluk iddialarının, hukukun yok sayılmasının, eğitimin alt üst edilmesinin geldiği nokta bunun böyle olduğunun kanıtı.

Onları kendi seçmenleri gözünde başarılı kılan unsur bir yönlendirme stratejisi olarak algı yönetimi oldu. Genel itibariyle istihbarat birimlerinin ve totaliter rejimlerin kullanmış olduğu bu yöntemi bir nevi modern büyücülük olarak ele almak abartı olmaz. Karşılıklı kabulün olduğu, aslında söyleyenin de dinleyenin de karşılıklı olarak birbirlerinden razı olduğu bir durumdan bahsediyoruz. Her şeye rağmen bir siyasi hareketin oy oranının kırklarda durması Erdoğan’ın kendi iç dünyasına ve hayat anlayışına son derece uyumlu seçmen kitlesi ile başarılı bir iletişim kurduğunun göstergesi değil mi?

Ama gerçekler öyle mi?

İslam dünyasında insanlar birbirleriyle espri yaparken “one minute” diye dalga geçer hale gelmiş. Bütün baskılara rağmen Afrika’nın aç ve yoksul insanları Türk okullarının kapatılması isteklerine daha fazla açma kararı alarak meydan okuyorlar. Yani aslında AKP’nin temsil ettiği siyasi iradeyi çok da ciddiye almadıklarını gösteriyorlar. Değil dünya liderliği susuz çöllerde bir kervanbaşçılığı bile vermiyorlar.

Modern Batı demokrasilerinde üst üste Türkiye’nin hızla demokrasiden uzaklaştığına dair yazılar kaleme alınıyor. Yine bu devletlerin istihbarat birimlerinin Türkiye’nin en kılcal damalarına kadar yaptığı dinlemelere bir şey diyemeyen Türk hükümeti evde çocuklarını ve hanımını döverken dışarıda mahallenin delikanlıları karşısında sus pus olan garip erkekleri hatırlatıyor.

Dün “Ey Obama!” diye naralar atan ve buna son derece müsait olan seçmenine güç gösteri yapan hükümet, IŞİD’in petrol sorumlusunun baskın ile öldürülmesinden sonra evinde ele geçirilen evraklarda her ne bulundu ise, dinlemelerde neler kayıt altına alındı ise İncirlik’i ABD operasyonlarına açmakta tereddüt etmiyor.

Mavi Marmara Olayı nedeni ile cemaatin ileri gelenlerine demediğini bırakmayan, hatta bu insanları Mossad ajanı olmakla suçlayanlar, Türk savcılarının bu baskına katılmış İsrailli askerler ile ilgili açtığı davaya köstek oluyor. Bilal Erdoğan’ın şirketinin İsrail ile giriştiği ticari ilişkiler almış başını gidiyor.

İhtiyaç duyduğu zaman PKK terör örgütü ile oturup müzakereler yapan, Abdullah Öcalan’dan bir barış güvercini çıkarmaya çalışan, bütün milliyetçilikleri ayakları altına alan, ihtiyaç olduğunda ise Türk milliyetçiliği naraları atıp milliyetçi kesimlerin oylarını devşirmeye çalışan bir iktidar belki de Suriye’nin kuzeyinde kurulması muhtemel bir Kürt Devleti’ne karşı ABD ile şimdilerde iş birliği yapmaktan çekinmeyerek Türkiye’yi adeta bir manda yönetimi mesabesine düşürüyor.

Şimdi de milli iradeyi yok sayarcasına muhtemel koalisyon yapılanmalarının önünde set oluşturuyor ve belki de şimdiye kadar yaptığı en ciddi hatayı yapıyor. Büyük bir toplumsal ve ekonomik krizi tetikleyerek insanların sinir uçlarına dokunuyor.

Evet, Arapları, Afrikalıları, Batılı demokratları, Türkiye’deki Alevleri, bir kısım Sünni cemaatleri, Kürtleri, futbol taraftarlarını geri dönülmeyecek şekilde karşısına almış olan Erdoğan kesinlikle kaybediyor.

 

 

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...