Gezi olaylarının gerçek tarihi henüz yazılmadı. Herkes kendi penceresinden bakıyor. Kimine göre şanlı bir direniş, kimine göre darbe teşebbüsü… Bir gün Gezi olaylarının sebep ve sonuçları görgü şahitlerinin eşliğinde yazılacak. Olası bir Gezi tarihi için (şimdilik) birkaç not da ben düşeyim; düşeyim ki benzer bir hadise için toplumsal barışı zorlayanların niyeti biraz daha anlaşılabilsin…

2013’ün 1 Mayıs’ı kritik bir dönemeç oldu. Birkaç senedir 1 Mayıs Taksim’de yapılıyordu. Ve iktidar bu cesur adımı ‘kaldırılan yasaklar’ hanesine yazıyordu. Nedense o sene tepeden bir talimat geldi ve ‘1 Mayıs Taksim’de yapılmayacak’ dendi. Taksim’in yeniden yasaklanması için bir neden yoktu.

İstanbul’da yetkililer acil bir toplantı için bir araya geldi, durum değerlendirmesi yaptı. Ortaya çıkan sonuç dönemin İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’ne arz edildi. Taksim’deki inşaat çalışmalarının 1 Mayıs gösterilerinde işlerini zorlaştırmayacağını; tam aksine bu durumun giriş ve çıkışların kontrolü için faydalı olduğu beyan edildi.

Durum Ankara’ya bildirildi. Ankara’da rüzgar tersten esiyor, gerilimden yana tavır alındığı görünüyordu. Güvenlik uzmanlarına olumsuz hava aktarıldı. Ne var ki onlar ufukta beliren ve neyi tetikleyeceği bilinmeyen uygulamaların telafisi mümkün olmayan yaralar açabileceğine inanıyordu. Helikopterlerle Taksim Meydanı’nın ve etrafının fotoğraflarını çekip alacakları tedbirlerin şemalar halinde sunumunu yaptılar. Vali de Müdür de ikna olmuştu. Ankara yine olmaz deyip kestirdi attı…

1 Mayıs’ta kaynamaya başlayan düdüklü tencere 31 Mayıs’a kadar çatlayacak hale getirildi. Nasıl mı? Ankara’dan beklenmedik bir talimat daha geldi: ‘Bundan sonra Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Lisesi’ne kadar uzanan hiç bir mekanda gösteri, basın açıklaması vs. olmayacak!’ Bu son derece kritik bir karardı; çünkü hemen her gün o bölgede küçük- büyük toplantılar yapılıyordu ve o bir nefes almaya neden oluyordu. Orada basın açıklaması yapan bazı toplulukların ise şiddetle, anarşiyle alakası yoktu. İçten içe kaynayan kazanın altına körükle yaklaşıyordu Ankara. Buna da itiraz etti İstanbul; ancak Başkent’ten şöyle bir emir geldi: Taksim’de üç kişinin bir araya gelmesine bundan sonra asla göz yummak yok!

1 Mayıs’tan sonra emir buyurulan o katı yaklaşım o güne kadar birbirinden haz almayan hatta birbirini düşman gibi gören kitleleri bile birleştirdi. Bu durumu fark eden İstanbul’daki yetkililer Ankara’ya istatistiklerle karşı çıkmayı denedi. O bilgilere göre Taksim ve etrafında her sene 300’den fazla toplantı ve yürüyüş yapılıyor ve bunların büyük çoğunluğunda olay çıkmıyordu. Herkesin baskı altına alınması sosyal patlamalara neden olur deniyordu itirazlarda.

Ankara’dakinin umurunda bile değildi. Gezi olayları 31 Mayıs’ta başlayınca ateşin üzerine benzinle gidildi. Çadırlar yakıldı, dozerler sürüldü. Emri veren belliydi; zaten herkesin huzurunda kabul de etti. Tansiyonu aşağıya çekmek isteyen parti kurmayları susturuldu. Tansiyonu düşürmek için olağanüstü gayret sarf eden İstanbul Valisi’nin Ankara’dan gelen emirler karşısında ağladığını biliyor musunuz?

Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, internete düşen ses kaydında Cemal Kalyoncu’ya ne diyordu: ‘Başbakan’a (Erdoğan’a) Gezi için yalvardım, Nuh dedi peygamber demedi.’ İstemiyordu çünkü tansiyonun düşmesini. Ne var ki tepkiler beklendiğinden fazla çıktı. ‘Geziciler’le bir araya gelmek zorunda bile kaldı Erdoğan. Vakıa o toplantıda da öfkesine hakim olamamıştı ama çığırından çıkan olayları durdurabilmek için çare arıyordu.

Erdoğan geçenlerde yeniden Taksim planını gündemine aldı ve tahrik edici bir meydan okumaya girdi. Neden acaba? Belki sebep, kutuplaşmanın sandığa yansıması, ufukta referandum ya da seçim olması. Belki de başka bir sebep? En korkunç ihtimali geçenlerde Levent Gültekin nakletti. Gültekin’e göre bir bürokrat ‘Aman efendim, iç savaş çıkar deyince ‘Çıkarsa çıksın ezer geçeriz’ demiş. Günlerdir bu haber tekzip edilmedi. Gerçekten iç savaş mı planlanıyor? Varsa böyle bir niyet yazık hem de çok yazık!

NAZİF APAK/YENİ HAYAT