AKP’de satışların ardı arkası kesilmiyor. İsrail ile anlaşmasının ardından önce Hamas’ı sonra Rabia’yı, sonra İhvan’ı, sonra Gazze’yi sattı. Sıra İHH’ya mı geldi? Türkiye’nin en zeki gazetecilerinden Celil Sağır Yeni Hayat gazetesinde kimsenin görmediği o ayrıntıya dikkat çekti. İşte o yazı:

31 Mayıs 2010’da 10 Türk’ün katledildiği Mavi Marmara seferinin organizatörü İHH Genel Sekreteri Bülent Yıldırım’ın açıklamalarını 3 yıldır hayretler içinde izleyenlerdenim.

Yıldırım geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada “Mavi Marmara davalarından hiç kimse vazgeçmeyecek. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri’ne rağmen bazı uzantılı bürokratlar İsrail lehine, Türkiye adına imza atıyor.” dedi ve kendisi dâhil binlerce kişinin İsrail’in katkılarıyla oluşturulan terör listesine sokulduğunu, ancak girişimler sonucu listeden çıkarıldığını ekleyiverdi.

İnsan “Ne oluyor?” demeden edemiyor. Yoksa katliamdan beri seçim/miting meydanlarında Mavi Marmara’yı dilinden düşürmeyen AKP hala iktidar değil mi? Erdoğan’ın yüzde 50 ile seçilmiş Davutoğlu’nu bile anayasa, yasa dinlemeden görevden aldığı ülkede hangi bürokrat kafasına göre imza atabilir?

Soruların cevabı için biraz geriye bakmak gerekecek. Biliyorsunuz, 37 ülkeden yolcu ve şehit yakınları dâhil 490 kişinin müşteki-mağdur olarak yer aldığı Mavi Marmara davası 28 Mayıs 2012’de İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı.

Davanın 26 Mayıs 2014’teki 6. duruşmasında mahkeme, dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Maron, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Levi ve İstihbarat Başkanı Yadlin hakkında yakalama kararı çıkardı.

Ancak atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Çünkü ilişkileri normalleştirmek için İsrail’e “resmi özür, tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılması” şartını koşan Erdoğan Hükümeti, 2013’te Tel Aviv’den gelen özrün ardından görüşmelere başlamıştı. En başından karşı çıktığı Mavi Marmara davası artık hükümet için bir ayak bağıydı.

17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları sonrası gelen ateşli yerel seçim atmosferinde Mavi Marmara’yı dilinden düşürmeyen hükümet, bir yandan da tutuklama kararını veren Mahkeme Başkanı Ümit Kaptan’ı tenzili rütbeye uğratıp düz hâkim olarak Bakırköy Adliyesi’ne sürüyordu.

Yakalama kararına dair kırmızı bülten de Interpol’e gönderilmek yerine Adalet ve Dışişleri bakanlıkları koridorlarında kış uykusuna yatırılacaktı. Bülent Yıldırım ise bazen “paralel” bazen “monşer/dönme” iması eşliğinde bürokrasideki birilerinin kırmızı bülteni Interpol’e göndermediğini ve bunun “Türkiye ve Filistin’e ihanet” olduğunu söyleyegeldi.

Oysa Erdoğan’ın meydanlarda “Ey Pensilvanya!” haykırışları arasında “otorite” ve “güneydeki sevdiğiniz ülke” şifreleriyle Mavi Marmara üzerinden cemaati dövdüğü iki yıllık seçim süreçleri döneminde Ankara-Tel Aviv arasındaki görüşmelerde anlaşma noktasına gelinmişti.

Geçtiğimiz Aralık’ta İsrail basınına yansıyan detaylara göre Türkiye, meclisten bir yasa geçirecek ve bu sayede Mavi Marmara saldırısına katılan İsraillilere açılan bütün davalar kapatılacak, yenilerinin açılması da engellenecekti.

Mavi Marmara’nın kullanım süresinin dolduğunun son işaret fişeğini geçtiğimiz yıl Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yakmıştı aslında. 24 Temmuz’da Habertürk’e konuşan Arınç İHH’ya şu çok sert suçlamaları yöneltti: “Türkiye’nin dış politikasını filan dernek falan dernek belirlemiyor. Mavi Marmara’yı yola çıkaranlar, tazminat konusunu akamete uğratmak için büyük güçle çalıştılar.”

Mavi Marmara gazisi Muhyeddin Yıldırım ise takip eden günlerde “Hükümetin bizi, Mavi Marmara davasından vazgeçirmeye çalışmasını beklemiyorduk. Yaşananlar, bizde hayal kırıklığına yol açtı.” diyecekti.

Bülent Yıldırım’ın son çıkışını tamamlayan detay ise İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen’in geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye-İsrail nihai anlaşması için bir iki tur kaldı. Özür ve tazminat tamam. Gazze’ye abluka ise kalkmayacak.” şeklindeki açıklaması oldu.

İhvancıların, bir dönem “Esma’nın ruhu için oy isteyenlerin” Türkiye’sinden Sisi’ye teslim edilme endişesiyle kaçtıklarına ve İsrail’in talebi üzerine Hamas liderlerinin artık Türkiye’de barınamadığına dair haberlere bakınca insanın, “Sayın Bülent Yıldırım, bahsettiği listeden adını sildirebildiğine şükretmeli!” diyesi geliyor.