Uzun süredir Ak Saray ile Başbakanlık arasında bir kavganın olduğu söyleniyordu. Bu kritik zamanlarda gün yüzüne de vurdu. Ancak son zamanlarda, görünür bir sebebi olmaksızın, Saray’ın adamları Davutoğlu’nun adamlarına saldırmaya başladı. Medyada kimse korkusundan bu kavgayı siz okurların dikkatine sunmuyor. Oysa Erdoğan ile Davutoğlu ekipleri arsındaki kavga artık çok alenileşti.

Bunların en açık örneği Erdoğan’ın danışmanı Yiğit Bulut’un Ahmet Davutoğlu’nun danışamnı Etyen Mahçupyan hakkında söyledikleriydi. Daha önemlisi kendini Erdoğan’ın medyası olarak tanıtan Akşam’ın kendi yazarı Mahçupyan’a karşı yaptıklarıydı. Akşam Bulut’un Mahçupyan hakkında söylediklerini birinci sayfaya taşımasıydı.

Bulut Mahçupyan’ı “AKP’nin içine sızdırılmış küresel güçlerin piyonu” olmakla suçlamış şöyle demişti:  “Ve bu kadar aleni ve seçik Türkiye’yi tehdit ediyor. Diyor ki; ne kadar bilinçli olursanız olun, ne kadar kararlı olursanız olun, faizi düşüremezsiniz söylüyor. Bu, toplumun inancını, hedefini, kararlılığını bozmaktır. Bu toplumun hedeflerini oynatmaya çalışmaktır. Ne kadar bilinçli ve kararlı olursanız olun faizi düşüremezsiniz söylüyor. Faizin şuur ve kararlılıkla düşürülebileceğini, uygulanan politikalarla düşeceğini sanacak kadar saf mısınız, cahil misiniz diye söylüyor.”

“BU ADAM MAHÇUP OLMAZ ÇÜNKÜ YÜZSÜZ”

Sözlerini, “Bu kime hakaret? Bu hepimize hakaret, bu topluma hakaret” ifadeleriyle sürdüren Yiğit Bulut, “Bunu yazan insan mahçup olmuyor, olmaz. Çünkü yüzsüz. Mahçup olması olası değil” diye konuştu.

Devamında ise Mahçupyan’a bir suçlama daha yöneltti: “Bu adam 32 trilyon doların faiziyle beslenen, yerleştirilmiş, sızdırılmış köşe yazarlarından bir tanesi. Daha fazla şey diyeceğim fakat terbiyem elvermiyor. Bu tip adamlar her yerde mevcut. Bunlar küresel us tarafından beslenmiyor, bunlar “küresel cep” tarafından besleniyor.”

Mahlupyan kenisi için zehir zemberek konuşan Bulut’un sözlerine karşı şu şu notu düştü: Yiğit Bulut benimle ilgili konuşunca kifayetsiz alem de hareketlendi. Hayırlı bir gelişme… Hepsini gerçek halleriyle görüyoruz.”

Mahçupyan’ın bu açıklaması kuşkusuz Erdoğan’ın çevresine yönelik bir top atışı. Zira AKP kulislerini bilenler Davutoğlu çevresinin Erdoğan ve çevresini “kifayetsiz” diye tanımladığı bilinir.

Ayrıca Mahçupyan’ın Erdoğan’ın başkanlık hayaline karşı yazdığı yazıda verdiği subliminal mesajı da haytırlatmakta yarar var: “Erdoğan başkanlık için önce AKP’yi sonra TBMM’yi sonra da toplumu ikna etmeli.” Yani Mahçupyan Erdoğan’a AKP’de bile başkanlığına ikna olmamış insanlar var mesajı veriyor…

Erdoğan ve çevresine “kifayetsiz” göndermesi yapan Mahçupyan’a Erdoğan’ın gazetecisi Ethem Sancak ne yapacak bilinmez ama bu kavga kolay bitecek gibi görünmüyor.

Zira bu gün de sazı Ahmet Davutoğlu ekinin gazetesini çıkaran Mehmet Ocaktan aldı ve o da tıpkı Mahçupyan gibi Erdoğan’a Davutoğlu’nun mesajını iletti:  “Ayrıca unutmayalım ki bu modelin nihai sonuca ulaşabilmesi için işin esas sahibi olan toplumun ikna edilmesi gerekiyor. Şu anda başkanlık sistemi konusunda toplumdaki en iyimser destek yüzde 35’ler civarındadır. Hasılı başkanlık tartışmalarında henüz yolun başındayız ve önümüzde zor bir süreç var”

Davutoğlu ve çevresinin Başkanlık istemediğini, buna ayak surüdüğünü bilen Erdoğan’ın adamları da bu sefer Davutoğlu’nun çeversine saldırmaya başladı. İlk hedef Davutoğlu’nun danışman olarak atadığı Süleyman Seyfi Öğün oldu. Öğün danışman olur olmaz İHH ve çevresinden onun 28 Şubat döneminde Başörtülü öğrencilere sahip çıkan danışmana disiplin soruşturması açtırdığına dair bir belge yayımladılar. Tartışmalar büyüyünce Süleyman Seyfi Öğün köşesinden şunları yazdı:

Geçen hafta Sayın Başbakan Davutoğlu’nun davetiyle Başdanışmanlık görevine getirildim. Dün itibarıyla sosyal medyada hakkımda bir karalama kampanyasının başlatıldığını öğrendim. …Çizilmek istenen portre şu: Ben başörtülü kızları sınıfımdan atan «laikçi» bir hocaymışım. Aslında tabii ki bunun bir bahane olduğu ve esas yıpratılmak istenenlerin kimler olduğu hemen anlaşılıyor.

Süleyman Seyfi Öğün lafı dolaştırmadan Saray’ı hedef aldı. Sıfırlama tapeleri internete sızdığı için algı operasyonlarına maruz kaldığını söyleyen Saray çevresine şöyle cevap verdi: “yakın zamanlarda seçilmiş meşru bir hükümeti hedefleyen, twitter dünyasındaki algı operasyonlarını eleştiren bazı çevreleri, bugün benzer bir pozisyonda bulmak ise yanlışların ne kadar sâri” olabileceği hususunda beni acı acı düşündürüyor. Bu da ayıbı katmerliyor.

Nihayet Süleyman Seyfi Öğün’e yönelik kampanya Saray odaklı olduğu için yine cevap Saray çevresinden birinden, Hilal Kaplan’dan geldi.

Ası Saray’ın troliçesine çıkan Hilal Kaplan Davutoğlu’nun danışmanı  Öğün’e şöyle karşılık verdi:

“Geçtiğimiz günlerde Süleyman Seyfi Öğün’ün, 2000 yılında yazdığı bir dilekçe gündeme geldi. Dilekçe, sınava başörtüsüyle giren bir kız öğrenciye önce başını yarıya kadar açtırıp, sonra yine de hakkında tutanak tutmak isteyen bir asistanı koruyor, ona itiraz edip kıza sahip çıkmaya çalışan diğer asistanı ise şikâyet ediyordu.
…Hayal kırıklığı olsa da mesele ettiğim 15 yıl önce yazılmış o dilekçeden çok, kendisinin geçen günkü “Ayıp” yazısında o günkü davranışını olduğu gibi sahiplenmesi, ‘bugün olsa yine aynısını yaparım’ mesajını vermesi oldu. …”Böyle gelmiş, böyle gider”, “Emir yukarıdan geliyor”, “Benim yapabileceğim hiçbir şey yok” deyip gündelik hayatına içinde en küçük bir sızı bile duymadan devam eden, yıllar sonra yüzleşme şansı verildiğinde bile ‘yine olsa, yine yaparım’ diyen öznelerin zuhur edişine alışığız. Öğün gibi ‘normal, sıradan, herhangi biri’ olmayan isimlerin bunlarla kendini eşitlemesine değiliz. Samimi bir izahat beklemek hakkımız.”

Kaplan’ın yazısını daha ilginç kılan ise Erdoğan’ın ailesi tarafından yönetilen Sabah’ın editörlerinin o yazıyı öne çekip okurun ve tabi ki bu arada Süleyman Seyfi Öğün’ün gözünün içine sokmasıydı…

Sizin anlayacağınız Başkanlık takvimi sıkıştırdıkça ne AKP’de ne de Saray’da huzur kalmadı. Huzursuzluk artık gazete köşelerinden top atışlarına göndüştü…

Emre Uslu

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...