MİT Kemalettin Özdemir’in itriaflarına göre 2009 yılında beri Cemaati bölüp bitirmek için plan üstüne plan kuruyor. Önce Cemaati Özdemir eliyle bölmeye çalıştılar ellerinde patladı. Sonra entrikalarla Cemaat tabanına kuşku yaymaya başladılar yüzlerinde patladı. En son Cemaatin üstüne baskı kurmaya kalktılar. MİT ve Erdoğan’ın hesabına göre Cemaatin dershanelerine el koyup, Cemaat kurumları etkisizleştirilip, Cemaat devlet düşmanı ilan edilerek kurulacak baskılar 2014-2016 arasında sonuç verecek, cemaati kendi kontrolleri altına alacaklardı.

Bunun için başta MİT’e çalışan eski Cemaatçi şarlatalnar Erdoğan’a güvence bile vermişti. Bunun için Cemaatin tabanıyla tavanını ayıran bir dil tercih etmiş Cemaati şu şekilde tanımlamıştı: “Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet.” Böylece MİT’in operasyonuna göre “ibadet ve ticaret” kısmı Erdoğan’a yanaşacak “ihanet” kısmı yalnız kaldığı için etkisizleşecekti. Bunun için biçilen süre de 2014’den başlamak suretiyle iki yıldı. Bu süre içinde “ibadet ve ticaret” kısmı Kemalettin Özdemir gibi MİT’in kullandığı araçlara eklemlenecek böylece tavan ile taban arasına mesafe konmuş olacaktı.

Fakat Erdoğan’ın istediği bir türlü gerçekleşmedi. Erdoğan Cemaatin çözülmemesi karşısında çaresiz kaldı. Bunun için B planına geçildi bu sefer cemaat tümden terör örgütü ilan edilecek ve cezalandırılacaktı. 15 Temmuz kontrlolü darbesi Cemaatin içine sızan MİT ajanlarının da yardımı ve desteğiyle kotarıldı. Böylece “taban tavan” ayrımı yapmadan tüm cemaat mensupları hapislere doldurdu. Öylesine zulümler ve işkenceler yaptılar ki böylece insanları korkutup kitleler halinde itirafçılıklara zorlayıp, kitleler halinde tavanı lanetlenmeleri beklendi. Bunu da başaramayınca bu sefer muhafazakarların en hassas yerine saldırdılar, kadınlar ve çocuklara el uzattılar. Yeni doğmuş kadınları ve küvezdeki bebekleri hapsederek, tabanı yıldırıp kitlesel kopuşlar umdular.

Bunu yaparken bir yandan da havuz medyasını devreye sokup, taban ile tavan arasında bir uçurum oluşturmaya çalıştılar.  Bir yandan bunlara su bile verilmeyecek diyerek tabanı cezalandırıp, yurt dışına giden tavanı da lüks ve şatafat içinde göstererek Erdoğan’ın beklediği kopuşu gerçekleştireceklerdi.Ve fakat bu da olmadı.

Erdoğan’ın beklediği kitlesel itirafçılık ve kopuş hiç bir zaman gerçekleşmedi. Hüseyin Gülerce gibi birkaç kullanışlı karaktersizi saymazsanız, Cemaat tavanından kimse Erdoğan’ın yanına geçmedi. Cemaat tabanından ise mecbur kaldığı için itirafçı olan bir kaç cılız ses çıktı. Bunlardan bir kısmı işkence altında ifadelerinin aldınığını söyleyip ifadelerini geri aldılar. Ama Erdoğan hiç bir şekilde Cemaatin tabanında kitlesel kopuşu gerçekleştiremedi.

Erdoğan’ın beklentisi hapise atılan insanların bir yıl içinde kitleler halinde Cemaatten vazgeçip kendine yönelmesiydi. Bunu zaman zaman konuşmasının satır aralarında da belirtti. Bunu göremeyince hayal kırıklığını açıklamaktan da çekinmedi.

Peki Erdoğan Cemaat tabanının direnişini neden kıramadı, hesapladığı kitlesel kopuşu neden gerçekleştiremedi?

Bunun değişik nedenleri var. Birinci ve en büyük nedeni Erdoğan’ın kendisi. Fakına varmasa da Erdoğan kendini Müslümanların halifesi gibi görese de Cemaat tabanı Erdoğan’ı bir süfyan, bir hırsız olarak görüyor. Koltuğu için her şeyi satabilecek dinin elmas değerlerini iki ayakkabı kutusu karşılığında değiştirebilecek bir kişinin arkasından gitmeyi bir yana bırakın, onun zulmüne boyun eğip itirafçı olmayı bile insanlık onuruna zül görüyorlar. Yani bizzat Erdoğan’ın algısal ve gerçeklik olarak varlığı Cemaat tabanındaki kopuşun önündeki en büyük engel.

İkinci olarak, Cemaat tabanı bir gün Cemaatin 28 Şubatıyla karşılaşacağına hazırlıklıydı. AKP ile aralarının en iyi olduğu 2004-2006 yıllarında Gülen’in tabanına “sizin 28 şubatınız daha gelmedi, gördüğümüz 28 şubattan daha şiddetli olacak” dediği rivayet ediliyor. Erdoğan’ın zulmü ve cemaat tabanını Gülen’den koparmak için her geçen gün artan zulmün şiddeti paradoksal olarak Gülen’i haklı çıkarıyor ve tabanı Gülen’e daha da yakınlaştırıyor.

Üçüncü olarak, Erdoğan’ın kadınlara saldırması, yeni doğum yapmış anne ve küvezdeki bebekleri tutuklatması yine paradoksal olarak Cemaatin kodlarındaki “Musa Firavun” vurgusunu canlandırdı. Cemaat tabanında Firavun’un iktidarını yıkacak diye çocukları öldürtmesi ile Erdoğan’ın bebekleri tutuklatması arasında dinsel bir ilişki kurmalarını sağladı. Böylece akıllarında Erdoğan’ın Firavun’un temsilcisi olduğuna dair var olan şüpheler de silindi. Kendilerini Yusuf, hapishaneleri Medrese-i Yusufiye Erdoğan ve çevresini de Firavun ve destekçileri olarak görmeye başladılar. Kuran’daki zulüm ayetlerini okuduklarında birebir kendi yaşadıklarıyla örtüşen anlatılar görmeleri maneviyatlarını daha da güçlendirdi. Bu da Erdoğan’ın beklediği kopuş bir yana Cemaat tabanının kenetlenmesini sağladı.

Dördüncü olarak, Cemaat tabanı Cemaatin başına gelenler ile Cemaatin kaynağı Said Nursi’nin başına gelenler arasında paralellikler kurmaya başladı. Cemaat, başından beri Nur cemaatleri arasında “gerçek nurcu” olup olmadıkları konusunda tartışma konusuydu. Bir çok nur cemaati Gülen Cemaatini nurcu olarak görmüyordu. Erdoğan ile Gülen’in çatışmaya başlayınca Said Nursi’nin talebesi diğer Nur cemaatlerinin abileri televizyonalra çıkıp Erdoğan’a destek verdi. Ancak Erdoğan bu desteğin karşılığında Risaleleri yasaklattı, seçimlerden sonra da diğer Nurculara kazık attı.

Gülen cemaatinin başına gelenlerse neredeyse birebir Said Nursi’nin başına getirilenlerle aynı. Nursi’nin yıllardır hapislerde yatması, hatta 1960’lı yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Nursi hakkında hazırladığı raporlar ile şimdiki Diyanet İşleri’nin Gülen hakkında hazırladığı raporların birebir örtüşmesi “gerçek nurculuğun temsilcisi” olarak Gülen cemaatini Said Nursi’ye daha da yakınlaştırdı. Hiç bir Nurcu Said Nursi’nin başına gelenler ile Gülen cemaatinin başına gelenler arasında ayrım yapamaz artık. Said Nursi’nin Tarihçe-i Hayatında yazılanlar bügün Gülen cemaati mensuplarının yaşadıklarıyla bire bir aynı.

Bu durumu  Gülen cemaati bir olumlama ve onaylanma olarak okuyor. “Üstadımızın başına da bunlar gelmişti bizim başımıza da geldi. Öyleyse hak yol bu yol” diye düşünüyorlar. Bu da Cemaat tabanının motivasyonunu artırıcı bir etki yapmış görünüyor.

Özetle Erdoğan Cemaat tabanını hapislere doldurmasa Cemaat içinde sorgulamalar başlamıştı. Beklediği büyük kopuşlar özellikle 15 Temmuz kontrollü darbe propagandasının etkisiyle daha da hızlı bir şekilde gelebilirdi. Ancak Erdoğan uyguladığı strateji ile beklentisinin aksine Cemaat tabanını tavandan ayırmak bir yana tabanı aileleriyle birleştirerek kitleselleştiriyor…

Yarın: Hapishanelerde durum nasıl tabanı nasıl etkiliyor?

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...