Kendisini Müslüman olarak tanımlayan dünyaya ister politika, ekonomi, sosyoloji, dini ve kültürel yaşam gibi maddi dürbünlerle, isterseniz de iman ve hikmet dürbünleriyle bakınız, olumlu bazı hususiyetlerin dıında bir çok toplumsal sorunlar, sistemsizlikler, kafa karışıklıkları, içinden çıkılmaz sorun yumakları, vizyonsuzluklar, ahlaki ve dini yaşayış ve kavrayış sorunları; hatta imani çelişkiler ile karşılaşırsınız.
Tam üç yıl önce yazdığım, ‘’Suriyeli Çocuk ve Vicdansız Müslümanlar’’ başlıklı yazıda da bu konuya işaret etmiş ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ‘Müslüman Devletler’ konusundaki bir söyleminden ilhamla şu paragrafı yazmıştım:
Dünyâ üzerinde ‘Müslüman devlet’ olduğunu sanmıyorum. Zîrâ devlet olmak sistemli bir birliktelik sağlayabilmeyi gerektirir ve bir arada yaşama kültürü geliştirebilme kaabiliyeti ister. Müslüman devlet ise Kur’an’dan süzülen güzelliklerin o kültürle yoğrulup hakkaniyete dayalı bir toplum inşâ edilmesini ittihâz eder. Bizlere sadece kaderin bir araya topladığı ‘Müslüman yığınlar’ demek daha doğru olur. Sistemsizlik, cehâlet, kin, düşmanlık, fakirlik, zorbalık, hırsızlık, diktatörlük, özenti, lüks, isrâf… Sağlıklı bir birlikteliğin ve devlet olabilmenin temeline dinamit koyan, İslâmi yaşama aykırı ne varsa hepsinde zirvedeyiz. Fethullah Gülen’in ‘Genç Adam’ şiirinde târif ettiği gibi; ‘’Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık… Toplumun her yanı ayrı bir illetle ma’lûl… Meydanlar inliyor; gâyesiz kalabalıklar… Bir tablo ki komedi, trajedi iç içe… Bunca fezâyîle cemiyet yaşar mı? Heyhât!’’
O yazıyı yazmama sebep olan İzmir’de kıyıya vuran Suriyeli çocuğun acıklı resmi üzerinden yıllar geçti. Zaman; o Ege kıyılarının ev sahibi olan milletin sadece Müslüman göçmen bir misafirini koruyup kollayamamaktan çok daha öte bir biçimde içinde zalimlikler barındırdığını tarihin hüzünlü yapraklarına kustu! Aynı toplumun fertleri; yıllardır çocuklarını okutup gözetip kollayan eğitimcilere, sırf bir adamın sözlerine inanarak, ‘terörist’ muamelesi yapmaya başladı ve onları bu sefer aynı Ege kıyılarında ve Meriç’in sularında ölüme gönderdi. Yukarıda resmini çizdiğim bütün çürümüşlükleri yıllardır sinesinde barındıran toplum ani bir ahlaki çöküntüye maruz kaldı.
Hırsını, öfkesini ve kinini kontrol edemeyen; ama ele geçirdiği baş döndürücü güç ile toplumun iradesini felç ederek vicdani bünyesini kontrol altına alan bir adamın peşinde yaşanan ve hikmet dürbünüyle izleyen herkesi hayretlere düşüren ani bir çöküntü bu!
Topluma sürekli pompalanan yalan ve iftira haberlerini, oynanan iğrenç oyunları, ‘insanlar bu kadar mı düşer’ dedirten sefaletleri ve bin bir türlü algı operasyonlarını bizler görebilsekte bunları herkesin görebilmesi mümkün değil. Hatta, bunları görebilen birçokları; aynı vicdansızlık bataklığına ya korkudan ya da gönüllü olarak girdiğinden olsa gerek, hallerinden son derece memnun bir halde heyecan içinde raks ediyormuş gibi görüntüler sergiliyorlar; adeta bir Hint fakirinin kavalı önünde raks eden çıngıraklı yılanlar gibiler…
Bu yazıyı okuyan bir çok kişinin benim gibi düşündüğünü biliyorum. Artık Türk milletine başı duvara toslayacağı ve içine düştüğü hipnozdan uyanacağı ana kadar birşey anlatmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Hani tıpkı bazı Hollywood filmlerindeki gibi; tüm insanlığı bir hipnozun altında kötü işlere sevkeden ‘kötü karakter’ öldüğünde artık büyü bozulur ve insanlar eski normal hallerine geri dönerler ya, işte öylesi bir durum yaşanıyor gariban ülkemde!
Peki diğer Müslümanların Türkiye’deki gelişmelere karşı bakışları nasıl? Hepsi benzer şeyler mi düşünüyorlar ve fikirlerini değiştirmek mümkün mü? Benim gibi yıllardır yurt dışında yaşayan kişilerin bu konuda farklı farklı tecrübeleri olmuştur elbet. Ben sizlerle kendi yaşadığım tecrübeler ışığında birkaç örnek paylaşmak istedim bugün.
Amerika’da yaşayan Müslümanların önemli bir kısmı diğer ‘Müslüman’ toplumlardan göç etmiş olan göçmenlerden oluşuyor. Tanışacağınız İranlıların büyük bir kısmı zamanında Şah rejiminden kaçmış olan liberal, seküler kişilerden oluşuyor. Arap, Pakistan ve Hindistan kökenli Müslümanların oranı diğerlerine göre fazla olsa da ancak birkaç nesildir buralardalar. Bazıları asimilasyondan geçmiş veya kendi kültürüne uzak kalmayı tercih etmiş olsa da, önemli bir kısmı kimliğini koruyor. Amerika’daki tüm diğer göçmen topluluklar gibi, Müslümanlar da, maalesef ekseriyetle, kendi ülkelerinden bir sürü sorunu beraberlerinde getiriyorlar ve bu yüklerden kurtulmakta zorluklar yaşıyorlar. Bunlar çeşitlilik arzetse de bu yazıya konu olan kısmıyla; siyasi çekişmeler, birbirini dışlama, ülkelerindeki toplumsal ve siyasi çekişmelerden sıyrılamama, yani ‘hicretle bütünleşememe’ eksenli birtakım sorunlar yaşıyorlar.
Bazı Atatürkçü-Müslüman Türkleri hatırlıyorum mesela. Amerika’daki demokrasi ve birlikte yaşama kültürünü ballandıra ballandıra anlattıkları halde, mevzu dindarlar, ‘’Cemaatçiler’’, Kürtler vs. olunca Türkiye’deki aynı hırçın-ayrıştırmacı-ötekileştirici tepkileri verdiklerini hatırlıyorum. Bu yelpazeyi genişlettiğinizde Araplar, Mısırlılar, İranlılar, Pakistanlılar, Afrikalı Müslümanlar vs. derken bir sürü iç çekişme veya birbirini görmezden gelme, ötekileme, ülkedeki farklı siyasi tartışmalar üzerinden yaşanan kopuşlar geliyor hep aklıma. Buna Mısır’daki darbe arefesinde Mısırlılara ait bazı mescidlerde yaşanan Sisici ve İhvancı gruplar arasında hasıl olan tartışma ve kopuşları da eklemek gerekiyor. Bunların çoğu elbette yaşanması muhtemel hadiseler. Benim işaret ettiğim konu daha çok o sorunlu köklerden kopamama üzerine odaklı.
Elbette tahmin edeceğiniz gibi bu sorunlara yeni bir tanesi daha Erdoğan sayesinde eklendi maalesef. Onun önemli bir muhafazakar kitleye aşıladığı nefret tohumları Amerika ve diğer Batı ülkelerinde de zehir saçmaya başladı. Tanıdıkları insanları ‘cemaatçi’ diye fişleyen, isim toplayıp bir yerlere gönderen, onların Rus zulmünden kaçarak ABD’ye sığınmış olan Ahıska Türkleri ile tesis ettikleri kardeşlik köprülerini yıkmak için ellerinden geleni yapan ve bu kadar çirkefleşmeseler de, yıllardır evlerine gidip geldikleri, yemeklerini yedikleri nezih insanları artık dışlayan, görüşmeyen, yalnız bırakan, tanıdık ortak Amerikalı dostlara; ‘benim artık o darbecilerle ilişkim yok!’ mesajları gönderen insanlar…
Bazı Müslümanlar da bu gelişmelerden etkileniyorlar elbet. Geçenlerde Suriyeli bir imamın hala Erdoğan’ı destekleyen görüşler paylaştığını duyduğumda kendisiyle bir süre önce yaptığım konuşma geçti gözümün önünden. Demek Türkiye’de, içlerinde masum kadın ve çocukların da olduğu Müslümanların yaşadıkları inanılmaz zulümlere dair anlattığım ne varsa hiçbiri işe yaramamıştı. Oysa onun çok yakın bir arkadaşı olan Mısırlı ve İhvan kökenli bir Müslüman bir akademisyen ile görüştüğümde Erdoğan hayranı olan o kişiyi ikna etmem sadece 20 dakikamı aldı. İkna etmek için de anlatmamıştım üstelik! Konuyu İhvan’ın Mısırda yaşadığı sosyo-politik sorunlar paralelinde ele aldım ve Suudi Arabistan-Sisi denklemine dair bir takım dinamiklere ve Erdoğan’ın o çarklardaki yerine işaret ettim. Ayrıca, farklı Müslüman toplumlarda gelişen İslamcı reflekslerin zihinleri felç edici bazı zehirli düşünce oklarına ve yalanlar üzerine dönen politikaların zehirleyici yönlerine dair birtakım somut örnekler de verdim. Mısır’dan, Arabistan’dan, Pakistan’dan, Suriye’den, Irak’tan, İran’dan ve tabi Türkiye’den örneklerle de destekledim. Olayı geniş bir çevçevede değerlendirince zihnine yatan bu zat, biz bu tür gelişmeleri hiç okuyamıyoruz, anlattığın şeyler çok vahim ve apaçık bir zulüm; hatta Yezid’in yaptıkları gibi dedi ve şunu ekledi: Biz Erdoğan’ı hiç öyle tanımıyorduk; bu yapılanların açık bir ‘’münafıklık’’ olduğunu bile söyleyebilirm diyerek teşekkür ederek yanımdan memnun bir şekilde ayrıldı.
Bundan birkaç hafta sonra Pakistanlı ve Hindistanlı tıp doktorlarının olduğu bir ortama davetliydim. Bana Türkiye’deki gelişmeleri sordular. Ben de yaşanan somut örneklerden ve gelişmelerden bazı örnekler verdim. Hatta bir espri yaparak şu an Erdoğan’ın ‘terörist’ dediği bir insanla konuşuyorsunuz dedim. Hepsi öğrendikleri şeyler karşısında hayretlere düşüp çok memnun kaldılar. O kişilerden ikisi beni farklı zamanlarda tekrar gördüklerinde gelişmeleri özellikle tekrar sordular. Onlar da tıpkı o Mısırlı gibi; gelişmeleri senin anlattığın perspektiften duyamıyoruz, çok saol diyerek ayrıldılar yanımdan.
Yıllardır yaptığım gözlemlere dayanarak söylüyorum. Genelde Arap toplumlarından gelen insanlara Erdoğan gibi siyasi figürlerin gerçek yüzlerini göstermek diğerlerine nazaran biraz daha güç olabiliyor. Çünkü o toplumlar tıpkı Türkiye’de AKP’nin çıkışını kolaylaştıran şartlar gibi yıllarca seküler rejimlerin zulümleri altında inlemişler ve itildikleri İslamcı ekollerin kucaklarında büyümüşler. O badirelerden tek çıkış yolunun yalnızca siyasetle mümkün olabileceğine, siyasi güç çarklarını ele geçirmeden bir kurtuluşun mümkün olamayacağına inandırılmışlar. Yani kurtuluşa dair geliştirebildikleri tek refleks, tek felsefe o olmuş. Düşünsenize; aynı çevreler yıllardır Kaddafi gibi, Saddam gibi liderlerin de peşlerinden gittiler ve onların Batı’ya ‘kafa’ tutan, halkına zulmetseler de onda bir hikmet arayan anlayışlarının beşiğinde geliştiler. Bugün o liderler hakkında fikirleri değişikliğe uğradıysa bu; o liderlerin toplumu getirip duvara toslatmış olmalarındandır. Yani başta işaret ettiğim gibi, o toplumların da bizdeki gibi, ancak duvara toslayınca hipnozdan kurtulabilen toplumlar olmalarıdır. Bu kesimlere Hizmet-Bediüzzaman çizgisinin temsil ettiği iman inşası ve eğitim ile yeni bir kimlik kazanma konusunu anlatmak çok zor ama elzem bir husus. Hatta, Erdoğan’ı anlattıktan sonra bu farka temas ettiğimde o Mısırlı akademisyen yeni bir bakış açısı kazanma coşkusuyla heyecanlanmıştı. Müslümanların böyle farklı bir bakış açısını ve onun potansiyel gücünü tanımaları gerekiyor. Bunu başarabilecek şartların oluşması da, maalesef, ancak İslamcı ve Ulusalcı trenlerin yönettikleri-zulmettikleri toplumları raydan çıkarmalarıyla oluşturacakları şok etkisine bağlı!
Ayrıca; bir çok Arap çevresi yıllardır Türkiye’yi hep ‘kemalist seküler ‘kafirlerin’ yönettiğine inanmışlardır. Benzer İslamcı refleksler de taşıdıklarından ötürü, Arap dünyasının Erdoğan’ın çizdiği görüntüden, yapmacık İsrail ve Batı diklenmelerinden etkilenmemeleri zaten zordu. Bunun yanında bazı Arap toplumlarında Erdoğan’ı ‘Müslümanların hamisi’ gibi gösterme yönünde bazı algı pazarlama faaliyetleri de olmadı değil. Hatta bu konuda Ali Bulaç yıllar önce bir uyarı yapmış ve Türkiye’nin ‘Arapların abisi’ gibi pazarlanmasının bazı ters tepkiler doğuracağına işaret etmişti. Tüm bunlara Türkiye’den yayılan mevcut haberlerin neredeyse hepsinin artık sadece Erdoğan medyasından yayıldığını da eklemek gerekir.
Bu son paragrafta özetlemeye çalıştığım refleksler Erdoğan AKP’sinin Türk insanını etkileme ve yönetme amaçlı kullandığı söylem ve gayretlerle ne kadar da örtüşüyor değil mi?
Bu konu daha çok su götürür. Şimdilik burada kesiyorum. En başta alıntıladığım Hocaefendi’ye ait mısra ile bitireyim: ‘’Bir tablo ki komedi, trajedi iç içe… Bunca fezâyîle cemiyet yaşar mı?’’
Bir itirafta bulunarak sizleri, inşallah, faydalı düşüncelerle başbaşa bırakayım. Ben aslında mevzuları Müslümanlara anlatma gayretlerinden şu dönemde çok bir fayda çıkacağını zannetmiyorum. Yaşadığım örneklerdeki gibi ancak soruldukça anlatıyorum. Ama Amerikalı eğitimli dostlarıma mutlaka bahsediyorum gelişmelerden. Bunun bir çok sebebi var elbet. Onları da o tatlı düşünce dünyanıza havale edip müsaade isteyeyim. Sağlıcakla kalın!
Not: Bu yazı ilk olarak The Circle sitesinde yayınlanmıştır.
Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon24.com/author/ugur-tezcan/
Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...