Ahmet Davutoğlu’nun gidişi İslamcılığı nasıl etkileyecek. Yeni Hayat yazarı Gökhan Bacık Davutoğlu’nun gidişindeki çelişkileri ve İslamcılığa etkisini analiz etti. Gökhan Bacık’a göre işte Davutoğlu’nun ardından Türkiye’yi bekleyen muhtemel gelişmeler:
Ahmet Davutoğlu sadece Türkiye değil belki modern siyasi tarihin içinde eşine çok rastlanmayan bir biçimde iktidarı bırakma kararını açıkladı. Bütün bir millet “dramatik, tuhaf ve hatta sürreel” bir ayrılık konuşması dinledik.
Önce şunu not edeyim: Konuşmasında ana bir çelişki vardı ve bu çelişki kanaatimce Türk siyasetinin gelip düğümlendiği noktadır. “Hoca”, kendi arkadaşlarının MKYK’da yaptıkları ile “refiklik yani arkadaşlık hukukuna” aykırı davrandığını ve bu nedenle istifa sürecinin başladığını söyledi. Ancak aynı biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “inanmış bir takipçi gibi” savundu. Halbuki MKYK’da “refiklik hukukuna aykırı” imza toplayan insanlar bunu “kendi isteklerine göre” mi yapmıştı?
Bu düğüm hikayenin de bir parça özünü anlatıyor: Davutoğlu tipik bir emanetçi olmadı. Sessiz ve elinden geldiği biçimde bir “direniş” sergiledi. Ancak gelinen noktada şunu gördü: Erdoğan’a karşı direncini devam ettirecek bir kadro oluşmasına imkan yok. Davutoğlu konuşurken onu gözyaşları ile izleyen “teyzenin oğlu” dışında sanırım “öl de ölelim” diyecek pek çok kimse de yok. O nedenle “daha uzun savaşmak yerine” bir köşeye çekilmeyi kararlaştırdı. Bu geri çekilme aslında üstü örtülü biçimde “belki kıymetimi anlarsanız ve başınız sıkışırsa yine geri gelebilirim” ümidi içeriyor.
“Ahmet Davutoğlu olayı” siyasi tarihimizde uzun yıllar konuşulacak bir “vakıa” olmuştur. Neden böyle oldu? Ne yapmak istedi? Kimdi? Bunları daha uzun süre konuşacağız.
Önemli bir nokta da şudur: Davutoğlu son tahlilde “standart bir İslamcı” değildi. O’nun gidişi ile “çıplak İslamcılık” ile karşı karşıya kalacağız. Davutoğlu’nun son döneminde yaptığı “yeni Batıcılık” sona erecek. Muhtemelen daha güçlü ve daha insafsız bir İslamcı ajanda ile Türkiye yönetilecek.
Daha önemlisi artık Türkiye’de “başbakanlık yapmayacak bir başbakan aranıyor”. Fiilen hükümet ve hatta meclis “etkisizdir”. Dolayısı ile Türkiye, Davutoğlu sonrası büyük ihtimalle bir “rejim bunalımı” atmosferine girecektir. 7 Haziran sonrası bir AKP-CHP koalisyonunun olmaması ile “normalleşme” imkanını büyük ölçüde kaybeden Türkiye, Davutoğlu’nun “tasfiyesi ile” sarsıntısı daha şiddetli bir döneme girecek.
Kilis’e füzeler atılıyor insanlar ölüyor. Türk dış politikasının eşi benzeri görülmemiş sorunları var. Şırnak, Nusaybin gibi şehirler Irak’ı aratmayacak biçimde tahrip olmuş. Yüz binlerce insan göç etmiş durumda. İç barış zedelenmiş halde. Davutoğlu’nun ülkeyi yönettiği 20 ay içinde kaç sivil öldü, kaç kişi terör saldırısı ile öldü, kaç gazeteci hapiste? Davutoğlu bize “ülkede işleri yoluna koydum” dedi. Ancak Davutoğlu devrinin nasıl olduğuna karar verilirken kendisinin bahsettiği “güzellikler” kadar bütün bu sorunlar da hesaba katılacak.
Ahmet Hoca’nın “en iddialı olduğu alan” dış politika idi. Kendisiyle küçük de olsa kişisel hukuku olan birisi olarak bu konuda bir şey yazmak istemiyorum. Türk dış politikasının sorunları, durumu ortada, herkes her şeyi takip ediyor. Ancak başbakanlığının son döneminde “yeni Batıcı” bir siyasete döndüğünü ve bunu tabiri caizse “bir ayakta kalma stratejisi” haline getirdiğinin altını çizmek ister ve Ahmet Hoca’yı örnek olarak gören takipçilerine de oturup bunun anlamını düşünmelerini tavsiye ederim.
Türk sağının temel ilkesi “liderlere tapınmaktır.” Davutoğlu’nun ayrılık konuşmasını izleyeneler Ortaçağ Avrupa’sında idam edilenleri iştahla izleyen insanlar gibiydi. Davutoğlu’nun vedasını değil onun “ipe gönderilişini” alkışladılar. Bir partiyi yönetmiş, %49 oy almış bir “lider” lehine CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu kadar kamu oyu önünde bir kişi bile sahip çıkmadı. Türk sağı evlatlarını yiyerek büyür ve bu haliyle bir “canavar” gibidir. Hatası sevabı bir kenara o nedenle Ahmet Hoca’nın ayrılık konuşmasını dinlerken bir yandan üzüntü duydum bir yandan da Türkiye’nin insan doğasını zorlayan pratikleri insanlarına dayatması karşısında ‘mide karışması’ gibi bir şey hissettim. “Bir insana zorla normalde istemeyeceği şeyler söyletiliyor” duygusuna kapıldım.
Herkesin kendi inancı vardır, isteyen inanır isteyen inanmaz. Hoca insanlardan helallik istedi. Dünyada helalleşmenin bir “fantastik düşünce” olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi isteyen ahirete inanır isteyen inanmaz, ancak inananlar için belki de en hayırlısı bu helalleşme/hesaplama işinin ahirete bırakılması. İşler çok karışmış halde o nedenle bunu en hassas teraziye yani Allah’ın hesabına bırakmak hepimiz için en hayırlısı.