Gülen Cemaati içinde uzun süredir beklediğim düşünce tartışması nihayet başladı. Ahmet Kuru’nun Fethullah Gülen’i de içine alan İslam dünyasındaki liderlik sorunu üzerine yazısına Cemaat içinden itiraz eden iki yazı geldi.

Bu tartışması Havuz kulalnamak isteyecektir. Ancak itler havayacak diye atlar ürkmemeli. Bir çok okur Cemaat dayak yerken şimdi zamanı mı diye sorabilir.  Asında ben de uzun süredir bu yönde düşünüyordum. Ama “o zaman” hiç bir zaman gelmeyecek gibi görünüyor. Bu nedenle fikir tartışması zaman sınırı olmadan başlamalı görüşündeyim artık.

Kuru argümanını şu ana düşünce üzerine oturtuyor: “tarihten günümüze ister siyasi, ister dini olsun, Müslüman liderlerin takipçileriyle aralarındaki ilişkilerdeki üç temel soruna işaret etmektedir. Birincisi lider kendini genel kurallar ile bağlı görmez, ikincisi takipçiler genel prensipler yerine lidere itaati önemserler ve üçüncüsü din, özellikle de peygamber örnekleri bu sorunlu ilişkide önemli bir meşrulaştırma aracı olarak kullanılır.”

Eğer Kuru bu görüşü hiç bir örnek vermeden söyleseydi buna itiraz edecek hiç bir kimse çıkmazdı. Özellikle de Cemaat içinden bu görüşü benimseyen önemli bir kitle olduğunu biliyorum. Daha açıklayıcı olsun diye Ahmet Kuru bu görüşünü desteklemek için Tayyip Erdoğan’ın tabanıyla kurduğu ilişkiyi örnek verseydi sanırım Cemaatin tamamı bu görüşü desteklerdi.

Ancak Kuru Erdoğan yerine Fethullah Gülen örneği ile argümanını anlatmaya başlayınca Cemaatten yoğun itirazlar gelmeye başladı. Bu itirazın kendisi bile Kuru’nun ikincisi tespitinin doğruluğunu ispatlıyor: “takipçiler genel prensipler yerine lidere itaati önemserler” Gülen’in takipçileri prensipleri değil de iteati önemsediklerinden bizzat Gülen’in koyduğu prensiplere bakıp Kuru’ya cevap vermek yerine Gülen’i savunmaya kalktılar zira onlar için prensip değil lider iteati önemliydi. Üstelik bunu bilinçle değil bilinçaltı bir tepki ile yaptılar. Yani yazdıkları itriazların bizzat Kuru’yu olumladığının farkında olmadan yaptılar. Dahası bunu yaparken Kuru’nun yazısını “ilmîlikten, hakkaniyetten ve ahlakîlikten olabildiğince uzak, tamamen Hocaefendi önyargısına bulanmış tuhaf bir tavır” olarak itham edip bir bir tuhaf savunma psikolojisinin içine düştüler. Kuru’nun yazısında ahlaki olmayan şey görmedim ama bu arkadaşların gördüğü olsa olsa “Gülen’i eleştirmek” olmalı.

Yukarıdaki örnekte anlatıldığı gibi Kuru’ya Cemaat içingen gelen eleştirilerin Kuru’nun görüşünü ispat etmekten öte bir değer ifade etmediğini belirtmeliyim. Bu nedenle bu yazıların üzerinde düşünmeye değer bulmuyorum.
Ancak TR724’de Fatih Can’ın yazdığı “Hizmet prensibi” olarak anlattığı bölüm üzerine bir kaç kelam etmeyi hak ediyor. Can bu kısımda özetle “Adanmışlık” veya “beklentisizlik” gibi prensipleri örnek göstererek Cemaatin üzerine kurulduğu yüzlerce prensibi örnek gösteriyor. El hak Can bu konuda haklı ancak Kuru’nun sözünü ettiği prensip ile burada sözü edilen prensiplerin farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Kuru kurumsal olarak “Cemaat prensibinden” söz ederken, bu prensipğlerin lideri bağlayıp bağlamadığını eleştirirken Can’ın “prensipleri” “hizmet insanının prensibi” olarak karşımıza çıkıyor. Evet gerçekten de her bir Cemaat bireyi tam da o prensiplerde anlatıldığı gibi adanmış ve beklentisiz bir şekilde dünyaya dağıldı bir şeyler yapmaya çalıştı. Ancak bu kurumsal olarak bir “Cemaat prensibine” işaret etmez. Hatta buradan harektele bireyleri bağlayan bu prensipler liderleri de bir birey olarak bağlıyor mu diye sorulabilir?

Gelelim Kuru’nun yazısına:

Yukarıda da belirttiğim gibi Kuru’nun yazısının ana fikrine katılıyorum. Bence son derece yerinde tespitler. Ancak Kuru’nun yazı aktörleri, liderleri konuşurken, faktörlerden bağımsız bir düzlem üzerine oturuyor. Bu yönüyle yazıda bir kopukluk var. Şöyle ki: Kuru “tarihten günümüze ister siyasi, ister dini olsun, Müslüman liderlerin takipçileriyle aralarındaki ilişkilerdeki üç temel soruna işaret etmektedir. Birincisi lider kendini genel kurallar ile bağlı görmez, ikincisi takipçiler genel prensipler yerine lidere itaati önemserler ve üçüncüsü din, özellikle de peygamber örnekleri bu sorunlu ilişkide önemli bir meşrulaştırma aracı olarak kullanılır” derken Ortadoğu toplumlarının halen bir GECEKONDU TOPLUMU olduğunu hatırlaması gerekirdi.Tarım toplumlarında tıpkı Kuru’nun anlattığı gibi prensipler değil liderler önemlidir. Başarı ve güç için siyasi liderler, ahlak ve maneviyat için dini liderler takip edilir. Bu sadece İslam dünyasında değil halen tarım toplumu gerçeğinden kurtulamamış Afrika’da Asya’da ve Güney Amerika’da hatta dünyanın en gelişmiş toplumu sayılan Amerika Birleşik Devletlerinde bile böyledir. Örneğin ABD’nin Utah eyaletinde halen çok eşliliği savunan tarım toplumu köktenci Mormon tarikatında da LİDER merkezdedir. Aynı şekilde Amiş toplumunda da LİDER önemlidir. Dolayısıyla bu yönüyle Kuru’nun yazısı aktörlere unuturken o aktörlerin üstünde hareket ettiği sosyolojik faktörü görmezden geliyor.

Gülen prensiplere uymuyor mu?

Gülen son çağ İslam dünyasında başarısı yadsınamaz örnek işler yapmış bir kişidir. Ancak Kuru’nun Gülen eleştirilerine genel olarak katılıyorum. Başarı ve başarısızlık noktasında Gülen’in sorumluluğu sorgulanmalı.

Ve fakat…

Kendi koyduğu prensiplere uyma bakımdan Gülen diğer Müslüman liderlerle kıyaslanamayacak kadar öndedir. Tayyip Erdoğan’dan Gannuşi’ye kendi prensiplerine uymak bakımından Müslüman liderlerin büyük çoğunluğu tutarsızken ve Kuru’yu doğrularken Gülen “kendi cemaatinin birey düzeyindeki prensiplerine uyma bakımından son derece turarlı. Örneğin Diyargamlık, beklentisizlik vs. gibi “hizmet insanı prensibi”ne uyumak bakımından Gülen Cemaatin mensuplarının tamamından daha fazla o prensiplere uymakta. Örneğin Gülen’de ne bir para hırsı, ne bir kadın tutkusu, ne de başka bir kişisel ahlaksızlık görünmedi. Devlet her dönemde Gülen’in açığını aradığı halde böyle bir açık ortaya çıkmadı.

Kanımca Gülen’in “hizmet insanı prensipleri” bağlamında Cemaatin her ferdinin uymasını beklediği prensiplere bir fert olarak uyması noktasında bir sorun yok.

Sorun Cemaatin bir kurum olarak prensibinin ne odluğunun bilinmemesinde. Veya böyle bir prensibinin olmamasında. Örneğin başarısız olunduğunda görevli kişilerin durumunun ne olacağına ilişkin belirgin bir cemaat prensibi yok. Yine Şerif Ali Tekalan gibi kişilerin neden Cemaat üniversitesine rektör olmaları gerektiğine dair de bir prensip yok. Yani sorun liderin bir prensibe bağlı kalıp kalmaması değil öyle bir prensibin bulunmamasında….Cemaatin kaderciliği noktasında Kuru’ya tamamen katılıyorum. Bu konuda daha önce Cemaatin “milenyalizim sarmalına düştüğünü” yamıştım.

Peygamber Kıssaları ve Tarihin kutsanması sorunu…

Kuru Müslüman dünyasında liderlerin her duruma uygun bir peygamber kıssası bulması noktasında haklı. Her duruma uygun bir peygamber kıssası bulunduğu/anlatıldığı tespiti de yerinde. Nitekim birbirinin tam zıddında duran Gülen de Tayyip Erdoğan’da kitlesine peygamber kıssası anlatıyor. Bunlardan biri haklıysa diğeri haklı olamaz…

Ancak Kuru’nun gözden kaçırdığı nokta bu kıssaların fonksiyonlarına dair düşünce fakrından. Kuru peygamber kıssalarını bir “prensip esası” olarak görüyor. Dolayısıyla birbirine ters kıssaların üzerine prensibin bina edilemeyeceğini söyleyip Müslüman liderleri eleştiriyor.

Ancak Gerek Gülen’in gerek Erdoğan’ın gerekse diğer Müslüman liderlerin anlattığı “peygamber kıssaları” da Asrı Saadet dönemi de, tarihi şahsiyetler vurgusu da bir prensip esasından değil bir kimlik inşasının kıssası/narativi olarak okunmalı. Yani Gülen Asrı saadet dönemini bayraklaştırırken, binlerce Hurfi’yi diri diri yakan Fatih Sultan Mehmet’i överken anlattığı kıssalar bir Cemaat kimliği inşası çabası. Doğrusu bu konuda oldukça başarılı bir sonuç da aldı.

Anadolu’nun köylü muhafazakâr çocuklarına Peygamber kıssalarından veya Sahabe hayatından değil de Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’den Kantcı etikten söz etseydi bugün Sezai Karakoç gibi çevresinde üç beş melankolikten başka kimse olmazdı….Peki Gülen’in seçtiği ve özenle inşa ettiği büyük Cemaat yapısının prensiplere göre yeniden yapılandırılması gerek miyor mu? Elbette gerekiyor. Sanırım Kuru şurada haklı: Köylerden toplayıp ülkenin en eğitimli cemaatini kuran ve onlara bir de kimlik kazandıran Gülen’in onları artık Alaturka kimlik inşaası çabasının ötesine geçip, kurumsal prensip esasına dayalı olarak Cemaati yeniden yapılandırması gerekiyor. Bunu da Gülen’den başka kimse yapamaz. Gülen’in önündeki en büyük engel ise efradındaki “İlahiyatçı/Molla/Abi Sorunu”nun varlığı…

 

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...