Cemaat neden yalnız? sorusunu irdelemeye devam ediyoruz.

Dün Cemaatin yalnızlığının bir nedenin halkın ve aydınların iktidardan korkması olarak açıklamıştım. Bugün konunun ideolojik tarafını irdelemek istiyorum.

Aydınların cemaate destek vermemelerinin ikinci nedeni ideolojik ayrılık. Şu gerçeği kabul edelim. Türkiye ideolojik kompartımanlarda yaşayan bir ülke. Cemaat bu kompartımanlar arasında yollar açmaya çalıştı ama son 12 yılda AKP ile beraber hareket ettiğinden 1994 yılında başlattığı diyalog faaliyetlerine büyük zarar verdi.

Cemaat AKP ile yürümeye başlayınca AKP’nin ajandasına angaje oldu. Bir süre sonra fiilen AKP’nin çöpçüsüne dönüştü. Nerede pislik varsa AKP adına oraları süpürmeye çalıştı. Cemaat bunu yaparken 1994 yılında başlattığı ve bu toplumun hayrına olan açılım faaliyetlerine ara verip toplumdaki mevcut kompartımanları yeniden inşa etmiş oldu. Erdoğan’ın ayrıştırıcı dilini kıracak netlikte bir tutum da alamayınca kendi inşa ettiği diyalog yollarını kendi eliyle yıkmış oldu.

Bu noktada özellikle Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın başarısızlığının altını çizmek gerekiyor. Nerede yalaka ve güç peşinde koşan aydın varsa varsa bu vakfın etrafında toplandı. Bu vakıf da gidip kişilikli ve sağlam duruşlu aydınlarla diyalog kuracağına, nerde omurgasız varsa bir gübre çuvalı gibi sırtında taşıdı. Bu hata şimdi cemaate yalnızlık olarak dönüyor.

Cemaate bu eleştiriyi getirirken şu gerçeğin de altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de sağcılar ne kadar isterse istesin, onların tebessümüne bile karşılık vermeyecek derecede katı bir ideolojik kompartımanlarda yaşayan bir sol aydın kesim var. Daha önemlisi şimdiye kadar sağcılar devleti temsil ettiğinden düşünceyi temsil etme alanı fiilen sola bırakılmıştır. Özellikle medya, sanat ve akademi de bu durum böyle. Cemaatin yalnızlığının ikinci nedeni de bu toplumsal gerçeklikten kaynaklanıyor.

Düne kadar darbeciler “tutuksuz yargılansın” diye demokrasi adına yeri göğü inleten sol çevreler, bugün kısık sesle bile olsa “polisler tutuksuz yargılansın” demiyorsa bunun ana nedenlerinden biri o polislerin kendi ideolojilerinden olmamasından kaynaklanıyor.

Dün Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı geçtim, tetikçi Oda TV için yeri göğü inleten gazetecilerin bugün Hidayet Karaca ve Mehmet Baransu gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklu, tutuksuz yargılansın demiyorsa bunun nedeni ideolojik olarak aynı kamplarda yer almamalarındandır.

Daha ileri gideyim. Bazı solcu aydınlar, sırf solcu diye, aynı ideolojik köken üzerinde siyaset yapıyorlar diye, elinde silah kadın çocuk demeden adam öldüren PKK ve DHKP/C’ye duydukları sempatiyi, onlar için gösterdikleri desteği, cemaatten esirgerler.

Türkiye’de aydınlar bir konu veya bir kişiyle ilgili bir görüş beyan edecekse, konunun hak ve adalet tarafından önce hangi kampın konusu olduğuna bakar. Eğer aynı ideolojik kampta yer alıyorsanız, haksız bile olsanız, sizi destekleyecek bir gerekçe uydurup bir görüş beyan edecek aydınlar vardır. Ama eğer o aydın ile aynı kampta değilseniz, haklı dahi olsanız, sizin mağduriyetinize ilişkin görüş beyan etmekten kaçınırlar. Türkiye’de birçok aydının derdi hak ve adalet değil, ideolojik bir halat çekme yarışıdır…

Genelde muhafazakârlar, özelde de cemaat, son beş altı yıla kadar sosyal bilimci düşünür, sanatçı, gazeteci yetiştirmedi. Bu alanlarda hep ikame aydınlarla varlığını sürdürmeye çalıştı. Buna bir de muhafazakar kültürün derin sancısı “onaylanma” duygusu eklenince cemaat zor zamanlarda yalnız kaldı.

Cemaat şu gerçeği hala görebilmiş değil. Kendi çocuklarına hala dışarıdaki aydınlara gösterdiği özeni göstermiyor. Cemaatin gazetesinde Can Bahdır Yüce diye bir yazar var. Türkiye’de değme aydına taş çıkarır ama Cemaat nedense bu yazarı öne çıkarmıyor. Hala çevre aydınlardan yardım bekliyor.

Sevgi Akarçeşme, bilgisi, donanımı, analitik zekasıyla Türk medyasındaki, Nuray Mert’i bir kenara bırakırsak, tüm kadın yazarların toplamını cebinden çıkarır bozuk para diye harcar. Ama cemaat onaylanma duygusu ile uzun süre Gülay Göktürk gibi demode liberallerin gözünün içine baktı.

Kendi evladını ötekileştiren cemaatin zor zamanlarda ötekileştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz…

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...