Yeni Hayat yazarı Sevgi Akarçeşme Cemat’in bu kadar kolay linç edilmesinin nedenini analiz etti. İşte Akarçeşme’nin kaleminden o analiz:

Cemaatle ilgili bu kadar çok yazmak zorunda kalmak tercih edilecek bir durum değil. Ne var ki, ülke paralel yaftası vurulan cemaatle paranoya derecesinde meşgul.  Masum onca insanın uğradığı haksızlık karşısında susamayınca da cemaatten bahsetmek kaçınılmaz.

Toplumdaki farklı kesimler tek adam rejimi inşasına sessiz olduğu için başımıza gelenlere müstehakız temalı yazım sonrası bir kez daha ‘hepiniz oradaydınız’  suçlaması gelince bu toptancı, ama yaygın ezbere değinmeden geçemeyeceğim.

‘Siz de AKP’yi desteklediniz, oradaydınız’ diyenlerin neredeyse tamamı ne yazılarımı ne de haberlerimi okumuş. 2012 ortasına kadar gazeteci bile olmadığımı, sonrasında ise Today’s Zaman’da 17 Aralık öncesi de eleştirel haberler yaptığımı araştırma zahmetine bile girmezler. Onlar için Zaman’da köşe yazmak, toplu infaz için yeterli. Halbuki, mesela Hürriyet’in ülkenin kaderini değiştiren operasyonel haberleri için bile değil yazarlarını, yöneticilerini bile sorgulamazlar. Cemaati sevenlerin birey olamadığını varsayarken, bireysel değil, kolektif yargılama çelişkisine düşerler.

Mesele benim ne yazdığım değil, cemaatin özeleştirilerinin bir türlü yetmemesi. Zaman gazetesi de cemaate yakın isimler de hatadan münezzeh değil (Zaman ile STV’nin aynı kefeye konmasından bahsetmiyorum bile). Zaten İhsan Yılmaz’dan, Kerim Balcı’ya, Abdülhamit Bilici’ye kadar pek çok isim defalarca Zaman’ın hatalar yaptığını ifade etti. O dönem orada değildim, ama gazetecilerin tutuklandığı sırada belli ki Ergenekon korkusu bakışı bulandırdı. Yeterince özgürlükçü bir çizgi yerine devletin söylemi medyada ağır bastı. Ama şimdi bunları eleştirenler tam da eleştirdikleri hatayı yapmıyor mu? Hata ile ödenen bedel arasındaki uçurum demokratım diyenleri rahatsız etmiyor mu?

Bizim toplumun ‘okumuşları’, içinde din unsuru olan her şeye şüpheyle bakar. Cemaat de bundan nasibini alıyor. Oysa ki cemaatin çoğu yokluk bölgelerinde insanlığa hizmet eden eğitim gönüllülerinden oluşuyor. Bu insanların fedakarlıkları seküler zihne irrasyonel geldiği için şüphe çekebiliyor. İslamcılar bile Allah rızası kavramını unutmuşken diğer kesimlerden kavrayış beklemek zaten beyhude.

Cemaatin AKP’ye, ülkenin hayrına düşüncesiyle destek verdiği Avrupa Birliği’ne yakınlaşma döneminde şahsi olarak zenginleşmiş, hayat standardı değişmiş bir okul müdürü, dernek başkanı ya da medya yöneticisi var mı? Sadece bu bile meselenin şahsi çıkar olmadığını göstermeye yetse de algılar gerçeklerin önüne geçebiliyor.  Hiç bir siyasi partiyle bu kadar angaje bir görüntü verilmemesi dersi ise çoktan alınmış durumda.

Şimdi bu fedakar insanların terörle suçlanması büyük haksızlık. Cemaat medyası denen kurumların bir haberinden dolayı neden bu insanlar sorumlu tutulsun? Aslında cemaat medyası kavramı da sorgulanmalı. Cemaati seven gazeteciler, böyle bir gönül bağımız olması ayrı, gazeteciliğimiz ayrı diyebilmeli.

Ya da devlette cemaate yakın gözüken bir bürokrat hukuksuz bir iş yaptıysa neden bunun bedelini başkaları ödesin? Hep dediğim gibi, eğer bazı bürokratlar AKP tarafından kullanıldıysa ve suç işledilerse ya da amirleri dışında bir yerden talimat aldılarsa hesap versin. Ama şahit olduğumuz sadece bir cadı avı.

Cemaatin bu kadar kolay linç edilebilmesinin bir sebebi de belli kurumların varlığı hariç bu işin gönül bağına dayanması. O nedenle paralel argümanı çok kullanışlı. Bundan sonra yapılması gereken kurumsallaşmaya daha çok kafa yormak, şeffaflık eleştirisine kulak vermek. Yoksa halis niyetlerle yola çıkmış bu iyilik hareketi siyasi kurtların kurbanı olmaya devam eder.