Bir süre önce verdiğim bir kararla, cemaatle ilgili taşıdığım sempatilerin tükendiğini ve artık “gönül göçü” zamanının geldiğini hissederek bu konulara girmemeye karar vermiştim. Ancak Osman Şimşek’in gündeme getirdiği “Gülen’in, Hulusi Akar’a yazdığı mektupta darbeyi kesin bir dille reddettiği” açıklamasının ardından; ben de dahil olmak üzere milyonlarca insanın boynuna asılan “darbeci” yaftasından kurtulmak için o mektubun kamuoyuna açıklanması gerektiği çağrılarını yeniden dillendirdim. Girişimlerimi tekrar başlattım. Ama nafile. Kamptan gelen mesajlar mektubun “bulunamadığı” yönünde. Tabii ki bu ikna edici değil. O mektuplar (en az iki adet) mevcut ve bu mektuplar cemaatin onurunu kurtaracak nitelikte belgeler.
Ancak görünen o ki, cemaatin milyonlarca mensubunun onuru bir yana; kamp yöneticilerinin kendi kadrolarını koruma tercihi bir yana. Yıllardır cemaat tabanında “delikanlılığı” ile öne çıkarılan Cevdet Türkyolu’nun delikanlılığı nerede kaldı? Gülen’in mektubunu yayımlamanın, cemaatin onurunu kurtaracağını bilmiyor mu? Neden bu vurdumduymazlık? Cemaatin onuru, Türkyolu’nun (her ne ise) kaygılarından daha mı önemsiz?
Türkiye’nin siyaseten sıkıştığı bir yerde darbecilikle suçlanmasa belki bir kez daha Cemaate dönüp el uzatmak isteyenlerin önünü açacak Gülen’in darbeyi redettiği mektubun açıklanmaması neyle açıklanabilir?
Cevdet Türkyolu değilse o mektubun yayımlanmasını, iddia edildiği gibi, Mustafa Özcan kendi adamlarını korumak için mi engelliyor? Anlatılana göre, Adil Öksüz ve ekibi önce Gülen’in çevresine kendi adamlarını yerleştirmek için kumpaslar kuruyor; ardından Gülen’i ikna etmek amacıyla, Hulusi Akar ile Gülen arasında kurulan bir köprü üzerinden mektuplar gidip geliyor (toplam dört mektup: ikisi Akar’dan Gülen’e, ikisi Gülen’den Akar’a olacak şekilde).
Gülen ise tüm ikna çabalarına rağmen, mektuplarda “Demokrasiden dönüş yok dedik, ülkemde kan dökülmesine karşıyım” diyerek darbeyi açıkça ve belgeli şekilde reddediyor. Ancak anladığım kadarıyla Gülen son anda Adil Öksüz ve ekibinin ”Akar bu darbeyi yapacak Arkadaşlarımız darbeye karşı tutum alsın mı nasıl davransın?” zorlamasıyla ”dabe kaçınılmazsa, komutanlarının emrinde olsunlar” tutumuyla onay alıyorlar.
Gülen’in bu tutumu eleştirilebilir. Ben eleştirenlerden değilim. Realist olarak bakıldığında darbe kaçınılmaz olduğunu düşünüyorsa AKP için kahramanlığa soyunulup darbeyi önleme çabasına girilmesini aptalca bulurdum.
Ancak anladığım kadarıyla darbe Gülen’e DAYATILANA kadar Gülen darbe fikrine direniyor. Bence değerli olan bu. Peki şimdi soralım: Gülen’in darbeyi reddettiği o BELGEYİ neden bulup ortaya çıkarmıyorsunuz? Mustafa Özcan ve ekiplerinin selameti, cemaat mensuplarının onurundan daha mı değerli? Gülen’in darbeyi REDDETTİĞİ BELGEYİ açıklamayanlar DARBEYİ SAHİPLENMEYİ CEMAATE DAYATMAYA devam etmiş olmuyor mu?
Ne Mustafa Özcan’ı tanırım, ne Cevdet Türkyolu’nu, ne de İcra Heyeti’nden birini. Samimiyetle söylüyorum, isimlerini bile merak etmedim. Cevdet Türkyolu’nun Gülen’in “butleri” (hizmetinde bulunan kişi) olması nedeniyle, Gülen vefat edene kadar onun yanından uzaklaştırılmaya çalışılmasını hep garipsemişimdir.
Ancak cemaat kadrolarında yaygın olduğu anlaşılan Mustafa Özcan korkusunu ise hiç anlayamadım. Allah’a inanıp da Mustafa Özcan’dan korkmak nasıl bir çelişki olabilir? Cemaatin tavanı eğer söylendiği gibi Mustafa Özcan korkusundan dolayı susuyorsa, Türkiye’de Erdoğan korkusundan susan milyonlarca insana neden sitem ediyorsunuz? Bu ne yaman çelişki?
Mustafa Özcan’ın da Cevdet Türkyolu’nun da muhaliflerin şeytanlaştırdığı kadar kötü ve korkunç insanlar olduğunu sanmıyorum. Eğer bu tezi kabul edersek bu kadar ”korkunç” insanları yıllardır yanında bulunduran Gülen’in ferasetine ve liderliğine dair söylememiz gereken şeyler olmalı.
Bizzat Osman Şimşek’e yönelttiğim en küçük eleştirden sonra Cemaat muhaliflerince karşılaştığım zorbalamalar ve sosyal medya linci girişimleri muhaliflerin çizdiği Özcan ve Türkyolu portelerinin sağlıklı olmayabileceğini gösteriyor.
Ancak bunda en büyük sorumluluk yine Özcan ve Türkyolu’na düşüyor. Sosyal medya çağında konuşulan en küçük iddia bile en azından kayıtlara geçsin kaygısıyla anında cevaplanmalı. Büyük firmalar bu iş için insan istihdam ediyor. Onlar bırakın böyle bir mekanizma geliştirmeyi, konuşanları susturmaya kalkmışlar anlaşıldığı kadarıyla. Bu konuda en azından Osman Şimşek kadar cesur olmalılar ve haklarındaki tüm iddialara anında tatmin edici şekilde cevap vermeliler. İlgilisine bir not düşeyim: sosyal medyada konuşulan konu Zoom kulisleriyle çözülemez.
Mustafa Özcan ve Cevdet Türkyolu’nu tanıyanlara sorduğumda Özcan’ın yıllardır icrada olmadığını, Türkyolu’nun da Cemaatin İcrai görevlerine etkisinin olmadığını alınan kararlara aktif katılımının olmadığını anlatıyorlar. Özcan’ı bilmem ama ‘Türkyolu’nun da Cemaati ben yöneteyim’ şeklinde bir hırsının olduğunu da sanmıyorum. Peki bu isimler üzerine giydirilmiş ‘Cemaatin tepesindeki heyula’algısının yıkılması için İra Heyeti neden açıklama yapmıyor?
Türkyolu’nun böylesi bir hırsı yoksa, Mustafa Öcan da zaten pasif görevdeyse bunların durumunu anlatan Cemaatin tabanını tatmin edecek BAĞLAYICI bir açıklama neden yapılmıyor?
Türkyolu’nun Gülen’in vefasının gereğil İrcai heyete sembolik bir pozisyona atanmasını anlıyorum. Ancak anlamadığım şu: İcra Heyeti üyeleri ve AFSV, dünyanın herhangi bir yerinde önemli bir kriz olduğunda hemen açıklama yapıyor. Peki, cemaat içindeki bu derin krizde neden dut yemiş bülbül gibi susuyor? Aktif bir görevi olmasa bile, Mustafa Özcan’ın gölgesinin cemaatin bahtını kararttığının ve müminlerin umutlarını kuruttuğunun farkında değil misiniz? Nedir Allah aşkına bu kadro kavgası? Kadro kavganız yüzünden, insanların kaçırılıp işkencelerde kollarının kırılması vicdanlarınızı sızlatmıyor mu gerçekten?
Son iki haftadır yaptığım görüşmelerden çıkardığım sonuç şu: Cemaat içinde imamların imajı, cemaatin genel imajından daha önemli hale gelmiş algısı mevcut. Eski ve yeni kadroların birbirine duyduğu güvensizlik, düşmanlara duyulan güvensizlikten daha derin.Bazı kişilerdeki intikam ve vindication hırsı ise, tüm değerleri yıkmayı bile göze alacak kadar büyük. Gerçekten bu manzarayla mı İslam’ı dünya çapında temsil edeceğinize inanıyorsunuz?
Oysa yapılması gereken her şey ellerinizde mevcut:
1) Öcelikle Gülen’in Darbeyi reddettiği mektubu açıklayın. En azından kendi tabanınıza saygı gereği bu hareketin liderinin dual bir kişilik olduğu tezini çürütün.
2) 2015’te akademisyenlerin hazırladığı “Hizmet’te Reorganizasyon” modeli güncellenerek, radikal bir yerelleşme tamamlayıp Merkezin etki alanı sembolik bir konuma indirgenerek; bunu DEKLARE edin.
3) Mustafa Özcan, Cevdet Türkyolu gibi isimler icrai kararları etkileyecek bir görevdelerse görevden alınmalı, değilse de bu durum Cemaat kamuoyunu ikna edecek şekilde açıklayın.
4) En önemlisi, aktif bir iletişim mekanizması kuruun ve yeniden güven inşa edecek programlar başlatın.
5) Bunun için de abilik konumunuzu kullanarak insanlara (lecture) vermek yerini onları dinlemeye (listen) başlayın.
Cemaat yönetiminin bu paralize halinden yaralanan MİT’in bazı Cemaat mensuplarını ve bürokratları ikna ederek yeni bir açıklama yapma hazırlığı devam ederken Cemaatin merkezinin -meleklerin cinsiyetini tartışır gibi- kim MÖZ’cü kim Ceylancı tartışmasına mahkum olması izah edilebilir mi?
Beni bütün bu tartışmaların ortasına iten bir de kişisel nedenim var. Full-time dindar olsmasam bile güçlü bir inanca sahip olan biri olarak Cemaate mesafe koymuş eski mensubu ailelerin çocuklarının inançalarını kaybetmelerini endişeyle izliyorum. Geçenlerde yüreğimi parçalayan bir manzarayı gündeminize getirmek istiyorum.
Geçenlerde, cemaat içindeki bu tartışmalardan dolayı cemaatten uzaklaşan ailelerin çocuklarıyla karşılaştım. Çocukların aileleri bu tartışmalardan bıkıp Cemaat ile sosyalleşmeyi bıraktıklarından dolayı inançlarını kaybetmiş.
Mustafa Özcan bir vaiz ve Cevdet Türkyolu bir hafız. Cemaat içi tartışmaların merkezinde en çok bu iki isim var. Bu iki ismin Gazetecilerin karşısına çıkıp haklarındakii iddialara cevap verip, doğruysa imajınını düzeltmek, değilse cemaat içi tartışmaları bitirmek adına görevlerini bırakmak, yani koltuklarını kaybetmek o ailelerin çocuklarının imanlarını kaybetmesinden daha mı öneml
Emre Uslu