Uzun süredir düşündiğüm “Cemaatin geleceği ne olur?” sorusunu kafamda biraz daha netleştirdim. Yapabilirsem buradan bir kaç yazı dizisiyle bunu anlatacağım. Bu soruyu netleştirmeme neden olan veriler son zamanlarda üst üste yaptığım, Türkiye’den ve Avrupa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne gelen insanlardan geldi.

Bu insanlarla yaptığım görüşmelerim bende yeni bir uyanışa neden oldu. Ben de dahil, bir çok kişinin yanıldığı bir konuyu anlatarak başlayayım; Birçok düşünce insanı Cemaatin merkezinden Fethullah Gülen ve çevresinden birilerini bir şeyler yaparak Cemaatin geleceğine dair bir adım atmasını bekliyor. Gülen ve çevresine yönelik eleştirilerin bir çoğu da bu noktaya odaklanmış durumda. Gülen neden bir şey yapmıyor? Neden Cemaatin geleceğine dair bir strateji yok? Gibi bir çok soru ortalıkta dolaşıyor. Örneğin ben Cemaatin bu süreçten çıkışına dair bir stratejisinin olmadığını, bunun yanlış olduğunu deflarca anlattım, kimi gördüysem bu konuyu dile getirdim.

En son Avrupa’dan gelen arkadaşlarımla yaptığım görüşmeden sonra bu konudaki düşüncelerimi esnettim. O arkadaşlarım beni ikna etmedi ama anlattıklarından sonra vardığım sonuş şu: “iyi ki Cemaati bir çıkış stratejisi yok. Gülen etrafındaki adamların yönlendirmesiyle bir strateji yazsaydı muhtemelen yine yanlış olurdu. Tıpkı “bağımsız seçime katılmak” gibi, tıpkı “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının bir dönem yaptığı Havuz Diyalogları gibi.”

Gördüğüm şu: Cemaat artık bir merkezden belirlenen stratejilerle kurtulamayacak kadar yerelleşmiş durumda. Örneğin Avrupa’dan gelen arkadaşım “Avrupa’da eskiden Türk azınlığın çocuklarının dini milli inançlarını duygularını korumaya kurtarmaya çalışıyorduk. Gördük ki bu yanlışmış. Bize gelip çocuklarına dini diyaneti öğretmemizi isteyenlere elbette kapımız açık ama artık konuya daha büyük bakıyoruz. Avrupa’daki insanların sorunlarıyla ilgileniyor, ordaki Türk azınlığa hizmet götürmekle kendimizi sınrlandırmıyor, Avrupadaki halkalara nasıl hizmet götürürz diye projeler yapıyoruz” dedi.

Arkadaşımın verdiği örneklerden biri şu: “Avrupa’daki yaşlı sorunu var ve o insanların hizmete ihtiyacı var. Biz neden bize düşmanlık besleyen Muhafazakar Türk azınlığın çocuklarıyla uğraşıp alanımızı daraltıyrouz? Artık daha geniş kitlelere ulaşmaya çalışıyoruz. Bir yandan Avrupa’ya gelen cemaat mensuplarına sahip çıkmaya çalışıyoruz bir yandan da ordaki halkın sorunlarıyla ilgilenip biz bu toplum için bir yük değil değer olduğumuzu göstermeyi hedefliyoruz” diye özetledi.

Bu insiyatif Avrupa’da bir ülkede başlamış durumda. Yakında diğer ülkelere de hızla yayılır. Cemaatin en iyi yaptığı şey güzel model kopyalamak. Her ülkenin en yakıcı sorununu tespit edip o soruna elinden geldiğince katkı sağlamak iyi bir fikir. Bu anlayış her ülkedeki Cemaat mensuplarının kendi içinde yerelleşmesini de sağlıyor. Böylece yerelleşrek daha da kökleniyor. Bundan sonra belki eskisi gibi görkemli gövdesi olmayacak ama dünyanın her tarafına yayılmış bulunduğu coğrafyaya ve toprağa daha iyi tutunmuş daha sağlam köklerden oluşacak bir cemaatle karşılaşacağız bundan on yıl sonra.

Bir başka kaynağım artık “kararların merkezden geldiği bir anlayış yok. Burda esnaflar olarak yönetim kurulları oluşturuyor. Cemaat hizmetlerini götürecek kişileri de biz seçiyoruz onların parasını da biz ödüyoruz” diye özetledi ekonomik yapıdaki değişimi.

Yapısal olarak baktığımda bu iki anlayış Cemaatte hızlı bir yerelleşme ve hızlı bir adaptasyon sürecinn başladığını görüyroum. Bu nedenle merkezden alınacak bir kararla Cemaatin yeniden toparlanıp kendine gelmesini beklemek yanlış. Büyük olasılıkla merkezden alınacak karara yerelleşen cemaat mensupları saygı duysalar bile uygulama olarak uymayacaklar.

Sizin anlayacağınız Cemaat mensupları Cemaati cemaat abilerinden kurtarmışa benziyor.

Cemaatte sahici bir dayanışma gördüm…

Bazı sözde uzmanların iddiasının aksine Cemaatte ne içeriden gelen eleştirilerden dolayı ne de yaşanan baskılardan dolayı bir kopuş sözkonusu değil. Bunda özellikkle Erdoğan’ın baskısı etkili rol oynuyor. Cemaat davalarında itirafçı olanlara bile kin ve nefretle yaklaşıp sonradan dönüp cezalar verilmesi bir kopuşu önlemiş görünüyor.

Dahası Cemaatte güçlü bir dayanışma gördüm. Bu dayanışma, yedikleri darbenin şokuyla “bir şey yapmalıyız” duygusulya oluşan bir “reaksiyon dayanışması” değil.

Hep kendi evladına “ev danası öküz olmaz” muamelesi yapan Cemaatte ilk defa sahici dayanışma görüyorum. Kendi evladına sahip çıkıyor, kendi varlığıyla ayakta kalmaya çalışan sahici bir dayanışmadan söz ediyorum. Dayanışmayı tetikleyen üç ana faktör var. Bunlardan birincisi “Gurbet dayanışması,” ikincisi “mağduriyet dayanışması”  üçüncüsü ise “akraba/arkadaş dayanışması.”

Bu dayanışma biçimlerinden her biri ayrı ayrı ele alınabilir. Zira her bir dayanışma biçimi cemaatte yeni bir kimlik, aktivizim ve girişimciliği bereaberinde getiriyor. Cemaati yeni bir yöne doğru eviriyor.

Bu dayanışmalardan en önemlisi “gurbet dayanışması.” Zira Cemaat kısa vadede bir “diyaspora cemaati” olarak ortaya çıkacak. Eskiden merkezden çevreye yürüyen bu cemaat, artık çevreden merkeze doğru yürüyecek gibi görünüyor.

Tüm diyaspora toplumlarında olduğu gibi, Cemaatin yurtdışına çıkan veya yurtdışında kalan mensupları öncelikle birbilreriyle dayanışmayı seçiyor, birbirleriyle dayanışmaya çalışıyor. Çoğunluğu yurtdışına yeni çıkan Cemaat mensuplarının oralarda bulunan Cemaatçilerle dayanışıp hızla oralara adapte olmaya başladıklarını gördüm. Sadece bu dayanışma bile Cemaatin dağılmasının önünü kesen bir sosyolojik bariyer olarak duruyor.

Bazıları Cemaati 1980 darbesiden sonra yurt dışına çıkan solculardaki dağılmayla kıyaslayıp Cemaat dağılıyor analizi yapıyor ama bu son derece yanlış bir analiz.

1980 darbesinden sonra yurtdışına çıkan solcular hem sayıca azdı hem de yurtdışında dayanışabilecekleri kurumsal bir yapıları yoktu. Dolayısıyla gittikleri yerlerde ancak oradaki Türk toplumun içinde yer edinmeye çalıştılar. Ki içinde yer edinmeye çalıştıkları toplum da çoğunlukla sol fikirlere karşı bir toplumdu. Organize ve organik bir dayanışmadan ziyade bireysel bir arayış vardı solcularda. Oysa Cemaat mensupları yurtdışına gittiklerinde dayanışabilecekleri bir organik çevreleri var. Bu dayanışmanın getirisiyle Cemaat yurtdışında daha çok dayanışıyor.

En önemlisi 1980’li yıllarda Türkiye ile anlık iletişim sağlayan soysal medya yoktu. Bu nedenle yurtdışına giden solcuların Türkiye’den kopmaları kolay oldu. Böylece politik solcular bir süre sonra apoplitik romantiklere dönüştü. Oysa Cemaat mensupları için bu tam tersine işliyor. Türkiydeyken politikayla ilgilenmeyen apolitik cemaatçiler yurtdışına gidip politik birer figüre dönüşmeye başladı. Bu da dayanışmayla birlikte yeni bir Cemaat kimliğinin oluşumuna neden oluyor.

Avrupa’dan gelen arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerden ortaya çıkan ilginç gözlemlerimdenbiri de şu:

Cemaate en küs en mesafeli insanlar bile elinden geldiği kadarıyla bireysel bazda mağdurlara yardım etmeye çalışıyor. Kimi Uber yapıp kazandığı ek parayı dünyanın değişik yerlerindeki yardıma muhtaç cemaat mensuplarına gönderiyor, kimi ek bir şeyler satarak yardım etmeeye çalışıyor. Böylece insanlar eskiden toplu olarak bir topluluğun parçası olarak yaptıkları yardım faaliyetlerini “birey” olarak yapıp bir Cemaat prensibi olarak yardımlaşmayı birey düzeyinde de yaşatmaya çalışıyor.

En önemlisi ise şu: Erdoğan  cemaat mensuplarına “FETÖ” diyerek o kadar iyilik yapmış ki Cemaat “FETÖ” ilan edilip bu kadar düşmanlaştırılmasa o travmayı kaldıramayıp toparlanamayacak duruma gelecekti. Cemaat dışında kalanlardan çoğu “FETÖ” yaftası korkudan, bir kısmı nefretten, kalanı da cehaletten Cemaatle uzaktan yakından ilgisi bulnan insanlara mesafe koymuş durumda. Bu da haliyle Cemaatçileri birbirine muhtaç etmiş durumda. Cemaatten ayrılmak, araya mesafe koymak isteyenler bile sadece sosyalleşmek adına bile Cemaat içinden kendine yakın insanlarla arkadaşlık ediyor. Böylece Cemaatte küskün ve kızgınların dağılıp yeni tamamen bağımsız bir hayat kurması imkansızlaşıyor. Türkiye’den gelen bir kişi “şimdiye kadar çok da görüşmediğim Cemaat mensuplarının akrabalarıyla görüşmeye başladım. Çünki başka görüşeceğimiz biri yok sadece birbirimizle görüşüyoruz” diye anlattı durumu.

Bir başka ilginç veri de şu: Cemaat 15 temmuzdan önce dünyada 5 bin ila 15’bin arasında Türkiyeli mensubu olan bir yapıydı. Tüm dünyada bu kadar insanla faaliyet yapıp sonuç alan bir organize hareketti. Şimdi bu sayı 50 bin ile 150 bin arasında değişiyor. Avrupa’ya ve Amerika’ya giden onbinlerce Cemaat mensubundan söz ediliyor. Her giden cemaat mensubuna oradakilerin bir şekliyle yardım ettiğini düşüncek olursanız, -eğer Türkiye bu yapının mensuplarına cadı avına devam ederse-, Türkiye’den her geçen gün kaçan insanların sayısı artacaktır. Her kaçan insan yurtdışında diğer insanlarla biraraya gelip bu diyaspora daha da büyüyecektir. Bu nerden bakarsanız bakın Cemaatin işine gelir, cemaati büyütür.  Türkiye’nin dışladığı ve sosyal soykırıma tabi tuttuğu bu insanların gelecek beş yıl içinde Türkiye için ciddi bir sorun olacağını görmek için kahin olmaya gerek yok.

Türkiye hep yaptığı gibi yine kendi ayağına kurşun sıkıyor. 90’lı yıllarda Kürtleri sürüp kurtulacaklarını sandılar şimdi Avrupa’da bir Kürt diyasporası oluştu. Batının Kürtleri desteklemesinde işte o diyasporanın çalışmaları etkin oldu. Bugün o diyaspora sayesinde Kürtler Suriye’de batının ortağı ama Türkiye değil. Yine o Diyaspora sayesinde yakında PKK AB’nin terör listesinden çıkarsa kimse şaşırmasın.

Yani, Erdoğan Türkiye’de bu insanları köşeye sıkıştırmaya çalıştıkça bu insanlar dünyada daha da büyüyor daha da sıkı dayanışıyor. Böylece gelecek on yıl içinde bambaşka bir cemaat göreceğiz. Daha etkili, daha politize, daha dünyayla entegre ve elbette daha enerjik bir Cemaat doğuracak bu süreç.

Avrupa’dan gelen o arşadaşımın gözlemi şu: “Eğer yarın OHAL kalksa ve mahkemeler hapistekilerini bırakırsa, şartlar biraz yumuşarsa, gelenlerden özellikle parası olan esnafların çoğu geri döner. Onlar henüz tutunamadı, Türkiye’deki konforlarını bulamadı. Ama bu süreç bir beş yıl daha devam ederse o esnaflar da gittiklari yerlerde tutunmaya başlarsa o zaman Hizmeti kimse tutamaz.”

 

 

 

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...