Çok değil 6 ay öncesiydi.
Terör örgütü PKK, Dağlıca’da kanlı pusu kurmuş, 16 askerimizi şehit etmişti.
Tıpkı bugünkü gibi öfke, hüzün, acı had safhadaydı.
İki ya da üç gün sonrası olmalı. Daha önce sözleştiğim bir arkadaşım yanında ortaokul sıralarında birlikte okuduğu eski bir arkadaşıyla gelmişti.
Bizi tanıştırdı. İsmini ve görev yerini yazmayacağım. İşi terörle mücadele olan etkin bir bürokrattı.
Gazeteci refleksiyle Dağlıca’yı sordum. “Ne olacak bu terör böyle, nereye gidiyor?” dediğimi hatırlıyorum.
Sigarasından derin bir nefes çekti ve şöyle dedi: “Üstad, görünenlerle mücadele kolay da; asıl tehlike görünmeyenler!..”
Herhalde ülkemize karşı olan ‘üst akıl, faiz, döviz lobisi, yedi düveli’ kastediyor diye geçirdim içimden.
Yine de saf saf sordum: “Görünmeyen derken?..”
Cevabı ne oldu biliyor musunuz?
“Paralel var ya paralel… Asıl tehlike o. PKK’yı da, DHKP-C’yi de TKP/ML’yi de onlar yönetiyor.”
Baktım şaka filan yapmıyor…
Güler misin, ağlar mısın?
Orada kendisine de söyledim: “Ya arkadaş ciddi misin? Devleti böyle mi yönetiyorsunuz? Devletin terör algısı, konsepti buysa vay vatandaşın haline”
Bu düşünce bir bürokratın görüşü ise hadi neyse diyelim. Ya ‘politika’ haline geldiyse ve devlet terör hadisesini böyle okuyorsa …
Bu anlayışa, daha doğrusu paronayaya canınızı emanet edebilir misiniz?
Bizatihi yaşadığım bu diyalog Ankara’yı kana bulayan 3’üncü saldırıdan sonra yeniden aklıma geldi.
Yaşadığımız büyük felakettir. Ülke olarak başımız sağolsun. Ölenlere rahmet dilerken teröre bir daha muhatap olmamak için dua edelim.
Yine de biz bu felaketle yaşamaya mecbur değiliz. Terör, tabii afet değil ki birlikte yaşamaya mecbur olalım.
Türkiye’nin orta yerinde, demokrasinin, cumhuriyetin kalbinde patlatılıyor bombalar. 5 ayda 3’üncü kez. Hem de onca uyarıya rağmen.
Neredeyse göstere göstere gelen bir facia …
Binlerce km ötedeki ABD, vatandaşlarını bizden aldığı istihbaratla uyarıyor. Canlı bombalardan, 20 tane araçtan söz ediliyor günlerdir. Ve yine ülkenin kalbinde patlıyor bomba.
Bunun bir faturası olmayacak mı?
İhmal, kusur yok ise niye böyle oluyor? Var ise neden faturayı kimse ödemiyor?
İşin bir başka trajikomik yönü de şu: Ankara’ya emniyet müdürü atanamıyor. Niye? Emniyette müdür mü kalmadı?
Ben size söyleyeyim sebeplerini. Emniyet içinde ‘cemaatler-tarikatlar’ arası rekabet var da ondan. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında uzlaşma olmadığı için aylardır Valiler Kararnamesi çıkmadı da ondan…
‘Paralel yapı’ ile en iyi mücadele ödülünü kimin hak ettiğinde anlaşılamıyor. Bu da haliyle ufak çaplı kadrolaşma krizlerine yol açıyor.
Maalesef durum böyle!
Türkiye’nin başkenti, kalbi, açık hedef haline geldi.
Öyleyse ne yapmalı?
Vatandaşa yapılan ‘birlik-beraberlik’ çağrısına siyaset kurumu uymalı.
10 terör örgütü bir araya gelebiliyor. 4 siyasi parti de bir zahmet diyalog zemini başlatabilir.
İspanya’da olduğu gibi milyonlarca insan sokağa çıkıp el ele terörü lanetlese. Ön safta liderler olsa. Olmaz mı?
İktidar partisi başta Suriye olmak üzere dış politikasını gözden geçirmeli. Aynı şekilde terörle mücadele politikasını da…
DNA’sıyla oynanan devlet bürokrasisinde işin ehli kadrolar görev yapmalı.
Ve acilen… Acılar tazeyken, gözyaşları kurumadan birileri mutlaka hesap vermeli, fatura ödemeli.
Bedeli tüm Türkiye öderken birileri de hesap vermeli.
Demokrasi hesabın sorulduğu ve verildiği rejimdir.