[Bu yazi 13 Nisan 2012 tarihli Taraf gazetesinde yayimlandi]

Bugünkü yazıya Balyoz belgeleri arasında dikkatimi çeken bir notla başlayayım. Balyoz Planı gereği Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo adlı plana göre kargaşa nedeniyle bakanlar kurulu sıkıyönetim ilan ediyordu. Yansıya dikkat ettim: Sıkıyönetimin ilan edildiğini duyuran Resmî Gazete’nin tarihi 28 Şubat 2003 görünüyor. Üstelik gazetenin adı küçük yazılmış tarih kocaman yazılmış. Günler torbaya mı doldu da sıkıyönetim 28 şubatta ilan ediliyor? Bu noktada 28 Şubat medyasının neden Balyoz sanıklarını canla başla savundukları da anlaşılıyor. Buna 28 Şubat özlemi deyip konumuza dönelim.

Geçen yazılarda Balyoz Davası’nın ses kayıtlarında yer listeleri konusuna değinmiş ve “iddia ettiğiniz gibi 11 ve 17 No’lu CD’ler içindeki listeler sahteyse; kiliseler, sinagoglar, vakıflar, pastanelere kadar hazırlandığı ses kayıtlarıyla itiraf edilen listelerin gerçekleri nerede ve hangi ‘gerçek’ CD’nin içinde” diye sormuştum. Bu konuda ne sanıkların ne de avukatların ne de Çetin Doğan’ın kızı ve damadının tutarlı bir cevabı var.

Balyoz Davası kayıtlarında bu listeleri neden hazırladıklarına ilişkin çok çarpıcı ses kayıtları var. Örneğin seminerde konuşan Behzat Balta 12 Eylül darbesinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında asker olmasından dolayı ihtiyaç duydukları listelerin ellerinde hazır bulunduğunu, şu an ise bu listeleri bulma konusunda tereddütlerinin olduğunu, bu sebeple MİT içerisinde belli bir yüzde ile asker olmasını öneriyor. Seminerde konuşan X-l adlı subay ise fırınlardan pastanelere kadar, vakıflar, kiliseler, sinagoglar listelerinin hazır olduğunu, ancak bazı noktalarda tıkandıklarını ve bilgi toplamayı durdurduklarını anlatıyor. Çetin Doğan’ın ise durmamalarını, devam etmelerini, (Eğer o listeler Süha Tanyeri’nin ikrar ve iddia ettiği gibi, seminer için toplanıyorduysa, Çetin Doğan neden seminer sonrasında da durmadan devam etmeleri gerektiğini istiyor. İşte burada listeler güncellendi tezi daha bir önem kazanıyor. –EU) bu konu ile ilgili olarak 1997 yılında Batı Çalışma Grubu’nun başında iken yazdığı bir yazı ile örnek veriyor ve listeleri oluşturmaya (tabii ki güncellemeye) teşvik ediyor. (Klasör 20, s. 140)

Yukarıda sözünü ettiğim ve hiç konuşulmayan Balyoz delilleri sanıkların da kabul ettiği seminer konuşmalarındaki ses kayıtlarından alındı. Görüldüğü gibi hem 12 Eylül darbesi ile kıyaslama yapılarak MİT’in asker kontrolünde olmaması nedeniyle liste oluşturma konusunda zorlandıklarını anlatıyorlar hem de hazırlanmış listeler içinde sinagoglar ve kiliselere varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından oluşturulduğunu iddia ediyor. Eğer bu listelerin bir ÇETE tarafından oluşturulduğu iddia ediliyorsa pastaneden sinagoga kadar listelerin hazır olduğunu söyleyen, Balyoz seminerine katılan o subay da ÇETE üyesi mi bu durumda? Bu ses kaydındaki itirafı davanızın neresine koyacaksınız?

Polis kullanılması değil kontrol edilmesi planlanıyor

Yine Balyoz sanıklarının kabul ettiği belgelerden gidelim. Velev ki o toplantıda bir jenerik senaryo konuşuluyordu. O halde sıkıyönetim ilan edildiğinde polisin nasıl kullanılacağı konuşulabilir. Oysa Balyoz ses kayıtlarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol atında tutulacağı konuşuluyor. İşte size örnekler: 3 No’lu CD içerisindeki PLAN SEMİNERİ_2003 isimli klasör içerisindeki PLAN SEMİNERİ KAPANIŞ KONUŞMASI-A5 isimli belgede; “Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl kullanabiliriz, polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı kullanabiliriz. Bu nedenle İl J. K’lıklarının karargâhlarından istifade edebiliriz. Polisle birlikte özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis mutlaka kontrol altında olmalıdır” şeklinde ibareler yer alıyor.

Seminer ses kayıtlarında Emin Küçükkılıç: “Olaylara müdahale esnasında emniyet müdürlüğü, özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde kullanılacaktır. Genel bir prensip olarak polis jandarma tarafından sevk ve idare edilecektir” diyor.

Çetin Doğan’ın ses kaydında polisin nasıl kontrol edileceği meselesi ise şöyle anlatılıyor: “Şimdi polisin önünde de toplumsal olaylarda polisin kontrol edilmesi gerekiyor tabii bu durumda. Onun elinde silah, araç ve gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi, bu bölünmüş olan polisi, yani, ya etkisiz bırakma bir bölümüyle ya da bir bölümünü etkimiz altına almak için bir tertip ve tedbiriniz var mı?

Abdülkadir Eryılmaz, “Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde kullanılmasını ve çok sıkı kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz. Özellikle yapılacak operasyonları haber verme, önceden ilgili şeyleri ikaz etme gibi, haber taşıma gibi birtakım sorunlar olur” şeklinde konuşuyor.

Gafur Aksu, “İstanbul’da 4000 polisi böyle bir durumda kontrol altına alma imkânımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik vb. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben şahsen tereddütteyim. Ve bunları kontrol etme imkânımız da yok. Bütün şehirde sivil çalıştıkları için” diyor.

Ergin Saygun, “Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla gezen apartman içinde kişilerdi ve bunları ziyarete gelen kişiler de bunları değiştiren kişiler de aynı şeydeki kişilerdi. Bu ekip iktidardan düşüp gidince onlar gidiyordu. Tekrar iktidara geldiklerinde gene aynı ekip geliyordu” diyerek AKP iktidarında polislerin dindar olduğunu ve mutlaka kontrol altında olmaları gerektiğini ima ediyor.

Böyle birçok konuşma var ses kayıtlarında. Dahası Süha Tanyeri’nin seminer öncesi hazırlık aşamasında aldığı el yazılı notlarında da “Jandarmayı ağırlıklı olarak polisin sevk ve idaresinde kullanmalı, bu nedenle İl. J. A. Kh’larını kullanmalı…” şeklinde çalışmalar var.

Yani görüldüğü gibi Balyoz sanıklarının “senaryo gereği ilan ediyorduk” dedikleri sıkıyönetim planlamalarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol edileceği konuşulmuş. Üstelik bu, seminer öncesinde verilen talimatlarla yapılmış. Listeler çıkarılmış fişlemeler yapılmış. Şimdi bütün bunlar senaryo gereği mi? Eğer darbe olmamış, gerçekten de senaryoda anlatıldığı gibi anarşi çıkmış ve siyasi irade meşru bir sıkıyönetim ilan etmişse sıkıyönetim komutanının polisi nasıl sevk ve idare edeceği mi planlanır yoksa nasıl kontrol edeceği mi. Seminer senaryosuymuş! Hadi oradan yalancılar..

[email protected]

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...