Anayasa Mahkemesi’nin Dündar-Gül kararı, özgür-cesur gazetecilik adına dayanışma için gittiğim Diyarbakır’da, Haber Nöbeti‘nde imdadıma yetişti.
Dün sabah, iki meslektaşımızın tahliye edilmesinin ardından güne daha umutlu başladık.
İfade ve habercilik özgürlüğünde daha az nefes darlığı çekiyoruz.
Türkiye bir akılsızlığıniyice şahsileştirilmiş bir yönetimin güdümünde kapkaranlık bir dehlize sürüklenmiş durumda.
Yüce Mahkeme’nin ezici oy çokluğuyla verdiği Dündar-Gül kararı, işte bu karanlıkta yakılan bir el feneridir.
Kısa ve özlü, itinayla yazılmış, tertemiz bir hukuk metni olan bu karar, neresinden bakarsanız bakın, tarihi bir karardır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir içtihat kararı bu kadar açıklıkla ifade ve medya özgürlüğünü vurgulamamış, özgürlük alanını bu kadar net çizmemiş, bu kadar savunmamıştı.
Bir değil, tam üç maddeye atıfta bulunuyor bu metin.
“Kişi hürriyeti ve güvenliği” ile ilgili 19’uncu, “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” ile ilgili 26’ncı ve “basın hürriyeti” ile ilgili 28’inci maddeler.
Bu üç temel alanda topluca ihlal olduğuna hükmediyor.
Türkiye’deki hak ve özgürlükleri ayrıca uluslararası içtihatlara da bağlayan 90’ıncı maddeye girmeye dahi gerek görmüyor. “Bu üç madde bile yeter” diyor.
Dahası var.
Kararı tutukluluk aşamasında, daha fazla beklemeden veriyor ki bu, metni başlıbaşına bir özgürlük manifestosuna dönüştürüyor.
Dahası var.
Erdem’in eşi Aslı Gül’ün dün Silivri cezaevi kapısında dediği gibi bu karar, tüm vatandaşlarımıza sesleniyor: “Düşünün ve düşündüğünüzü ifade edin, ifade etmekten
korkmayın!”
Gazetecilere, “İşinizi korkmadan yapın, mevcut anayasa bile benim yorumuma göre sizin mesleğinizi korumaya yeter, kimse işinizi sınırlayıp, kısıtlayıp engelleyip haberciliği kriminalize edemez” diyor.
Dahası var.
Yüce Mahkeme bu tarihi kararla ‘kişi, ifade ve medya özgürlükleri konusunda çizdiğim bu geniş çerçeve ve iki gazeteci hakkında hükmettiğim hak ihlali noktası, benzer durumdaki bütün gazeteci ve mağdur diğer kişiler için de emsaldir, alt mahkemeler tarafından özgürlükler doğrultusunda gereği yapılmalıdır’ diyor.
Yani Baransu, Karaca ve çoğu Kürt hapisteki meslektaşlarımızın tutukluluğunun derhal son bulması için kapıyı ardına kadar açıyor.
Ve…
‘Yanına bırakmam onun!’ lafına karşı hukuki nezaketle ‘olmaz öyle şey!’ diyor.
Türkiye’deki çekirdek mesele bir kişinin iktidarı şahsileştirme çabası karşısında sağduyunun galip gelip gelmeyeceğinden ibarettir.
Karar, ülkede ‘sağduyunun direnişi’ açısından bir köşe taşıdırKurumlara güven ve adalet hissinin onarımıaçısından da dönüm noktasıdır.
Can ve Erdem’e geçmiş olsun ziyaretine gittiğimde, gazete binasında herkeste bir bayram havası, haklı bir hukuk savaşını kazanmış olmanın gururu vardı. Ama iki
meslektaşımda sevincin yanında bir hüzün de gördüm.
Tam tecritin yaşatıldığı Silivri cezaevinden sabaha karşı çıkarken ilk kez koridorlarda (aralarında Gültekin Avcı da varmış), kalanlar ‘bizi unutmayın, hakkımızı gözetin’ diye seslenip durmuşlar. Bu onları çok etkilemiş.
Can dün ikide bir ‘şimdi işimiz o insanları oradan kurtarmak’ deyip duruyordu, haklı olarak.
Silivri’deki Umut Nöbeti‘nin devamını istiyorlar.
Diyarbakır’da tam gaz devam eden Haber Nöbeti‘ne gidecek, orada canı burnunda haber kovalayan Kürt meslektaşlara işlerinde yardımcı olacaklar. Bu bir mücadele.
Aylardır söylüyorum, söylüyoruz sektördeki arkadaşlarımıza: İktidarmış, patronmuş, tetikçi yandaşmış; korkmayın!
Sizin işiniz halka haber vermek; sinmek değil.
AYM’nin açtığı içtihat yolunda dayanışma ve özgürlüklere sahip çıkma zamanıdır.
Birbirimize yan bakmadan hep birlikte ‘gazetecilik nöbeti’ne başlama zamanıdır.

Kaynak: Özgür Düşünce