YENİ HAYAT yazarı Büşra Erdal Sulh Ceza hakimliklerinde yaşanan hukuksuzluğu yazdı. Öyle bir mahkeme, öyle bir hukuksuz düzen ki, yazıyı okuyan insan, ‘Allah bunları yapanlara Sulh Ceza hakimliklerinde aynı şekilde yargılanmayı’ nasip etsin demekten kendini alamıyor. İşte o yazı:
Hizmet hareketine yönelik cadı avının son perdesinde bir cinayet, kurgu ile polislere bağlanmaya çalışılıyor. Savcı Hasan Yılmaz’ın yürüttüğü soruşturmada 2011 yılında Kırklareli’de yerel gazetecilik yapan Haydar Meriç cinayeti konu ediliyor. İçeriğe sonraki yazıda gireceğim ama kısaca bilgi vermek gerekirse 5 yıl önceki cinayetle ilgili soruşturmada Kırklareli eski İstihbarat Şube başkanı İbrahim Şimşek ‘cinayete yardım, terör örgütü kurmak ve yönetmek”, diğer 8 polis ise ‘belgede sahtecilik, terör örgütü üyeliği, dinleme’ gibi iddialarla tutuklandı. İlginç olan şu, cinayeti işleyenler somut anlatımlar ve delillere rağmen soruşturmaya dahil edilmemiş. Yani cinayeti işleyenler dosyada yok ama cinayete yardım ettiği iddiasıyla polislere tutuklama var.
Böyle hukuki garabet bir karar hangi ortamda, nasıl çıkar? Bunun anlaşılabilmesi için Çağlayan adliyesinde bir gecede şahit olduklarımı anlatmam gerek. Cadı avı davalarını baştan beri takip ediyorum ama sulh ceza yargısı aşamasını ilk kez bu kadar yakından şahit oldum. Durum gerçekten umutsuz.
22 Haziran’da gözaltına alınan polisler, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde üç gün tutulduktan sonra adliyeye çıkarıldı. Savcı Yılmaz, emniyette ifade alma işlemine hiç katılmadı. Sonra da polisleri ifadelerini bile almadan dosya üzerinden tutuklamaya sevk etti. 14 polis tutuklanmak isteniyor, ortada vahim bir cinayet iddiası var ama bir savcı hiç soru sorma gereği duymuyor. Dosyayı İstanbul Nöbetçi 2. Sulh Ceza Hâkimi Durmuş Karaçalı’nın önüne gönderiyor.
Pazar günü başlayan sorgu ertesi sabaha doğru bitti. Çağlayan Adliyesi’nde uzun ve hukuksuz bir gece. Avukatlar, sorgu sırasında SEGBİS isimli görüntü ve ses kayıt alan sistemin açılmasını talep ediyor. Hakim reddediyor. Talebin niye reddedildiği ise ilerleyen saatlerde anlaşılıyor. Şüpheli komiser Emrah Uslu hakim önüne çıktığında avukatı Ömer Kavili, müvekkilinin tutuklamaya sevk edilmesine gerekçe lehe ve aleyhe delillerin gösterilmesini istiyor. Hakim, gizlilik olduğu gerekçesiyle bunu reddediyor. Delilleri görmeden, bilmeden savunma isteniyor! Bir kez daha anlaşılan şu, bu yargılama değil bir tiyatro ve sulh ceza yargısı da avukat değil, figüran istiyor. Buna itiraz eden ya ‘örgütsel tavır’ ithamıyla hakarete uğruyor, hedef gösteriliyor. Ya da avukat Kavili gibi hakimin ‘hadi lan, kes lan’ gibi hakaretlerine maruz kalıp polis zoruyla salondan çıkarılıyor.
Kızımın canını yakanın canı yansın
Bu aşamadan sonra ne oluyor peki? ‘Savunma yapacağım’ diyen komiser için ‘susma hakkını kullandı’ diyen hakim sorguyu bitiriyor. Yani suçlamaya dair ne bir soru ne bir cevap. Savcılıkta ve hakimlikte tek bir soru, cevap faslı olmadan emniyet ifadesiyle Silivri 9 No’luya sevk… Kırklareli eski İstihbarat Şube müdürü Şimşek’in dilinden dökülen tek cümle; Kızımın canını yakanın canı yansın.. Ona, kızını soruyorum. 12 yaşında olduğunu ve çok sevdiğini söylerken gözleri doluyor. ‘Şimdi dua ediyordur’ diye ekliyor.
Avukatlar son olarak duruşma beyanlarının tutanağa farklı yansıdığını tespit edip şerh düşüyor. Mübaşir, şerh düşülen tutanağı teslim almayacağını, dosyaya koymayacağını söylüyor. Hakim böyle talimat vermiş. Avukatlar da ‘hadi koymayın da görelim’ deyip, hukuksuzluk ve kanunsuzluk şerhi düştükleri kürsüye bırakıp adliyeden ayrılıyor. Hukuk orada hakimlik kürsüsünde terk edilmiş vaziyette uygulanmayı bekliyor. Ama artık değil hukuku, kanunları bile uygulayacak adam yok.
BÜŞRA ERDAL/ YENİ HAYAT
[email protected]