BEN DE İHRAÇ EDİLDİM, AMA…
Fatma Bostan Ünsal: “Ben de ihraç edilenlerdenim, ama daha travmatik olayların yanında durumumu anlatmaktan utanıyorum. Hiçbir savunma almadan, hatta soruşturmaya bile tâbi tutmadan 40 bin insan hapiste ve 100 bin kişi işten atılmış.”
HACCA BİLE GİDEMEDİK
“Pasaportum iptal edildiği için hacca bile gidemedik. Bu sene de kayıtların yenilenmesinde ‘Zaten gidemem ki’ diye düşünüp başvurmadım. Davet edildiğim uluslararası konferanslara gidemiyorum. Benim durumumdan dolayı eşim de gidemiyor.”
İHANETLE SUÇLANIYORUZ
“28 Şubat’ta doktora sınavına başörtülü olduğum için alınmadım. Akademi bize kapalıydı, ama onun dışında görüşlerimizi rahat bir şekilde ifade ediyorduk. Bugün o meşruiyette konuşamıyor, mağduriyetlerden söz edince ihanetle suçlanıyoruz.”
Fatma Bostan Ünsal, AKP’nin kurucularından, Genel Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunmuş olan, ancak daha sonra AKP ile yolunu ayıran bir insan hakları aktivisti ve akademisyen. Ünsal, OHAL’in hayatın normal akışını engellememesi gerektiğini, ancak hayatın birçok alanında yaşanan pek çok mağduriyete sebep olduğunu söyledi.
OHAL sonrası çıkarılan kararnameler toplumun pekçok kesimini etkiledi. Son kararnamelerle toplumun yakından tanıdığı kişiler de etkilenince yankısı büyük oldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasetin toplumun desteklerini, taleplerini alması gerekiyor. Toplumun bu talepleri nasıl billurlaşır? Bağımsız bir basınla veya kamusal alan dediğimiz özgür bir sivil toplumla. Böylelikle toplumun desteklerini veya kabullerini, görüşlerini toparlayabilirsiniz.
Ama şimdi Türkiye’ye baktığımızda, özellikle OHAL kapsamında binlerce derneğin, basın kurumlarının kapatıldığını ve basın mensuplarının da içeride olduğunu görüyoruz. Bu yüzden bu öngördüğümüz siyasetin dışında, ondan farklı bir siyasî mekanizma şu anda gündemimizde. Toplumun taleplerini alacağımız özgür ve barışçı unsurlar yok ve bunlar çok önemli. İnsanlığın tecrübesini ihmal etmiş oluyoruz. Diğer taraftan İslam dininin düsturlarını da ihmal etmiş oluyoruz. Ak Parti için din çok önemli bir referans kaynağı, dinimiz de aslında bu hususlarda benzer hükümler vaz ediyor.
Biliyoruz ki Kur’ân’da “Aranızda sizi hayra çağıracak bir grup olsun” veya “Birbirinize hakkı ve sabrı tavsiye edin” ifadeleri bulunuyor. Bu ifadeler, “hakkı tavsiye etmek üzere bir araya gelen, hakkı tavsiye eden sivil toplum kuruluşları, basın kuruluşlarını bulundurun” şeklinde anlaşılabilir. Tamam bütün herkes hakkı söyleyemeyebilir, ama doğrunun söz söyleyebilmesi için her görüşün söylenmesi teminat altında olmalıdır ki insanlar rahatlıkla görüşlerini söyleyebilsin, doğru da ifade edilebilsin. Eğer siz bazı görüşleri yanlıştır diyerek baskılamaya çalışırsanız, doğrudan da kendinizi mahrum etmiş olursunuz. Bu yüzden, OHAL sürecinde derneklerin kapatılması ve basına yönelik kısıtlamalar hem insanî tecrübe birikimine, hem de aynı zamanda dinimizin sosyal alandaki görüşlerine de ters.
Bir İnsan Hakları Aktivisti olarak, 28 Şubat’la bugün yaşananları kıyaslarsanız neler söylemek istersiniz?
28 Şubat sürecinde ODTÜ’ye doktora için başvuru yapmıştım, sınava başörtülü olduğum için alınmadım. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunlarının çalışma alanı daha ziyade devlet kurumlarında olduğu için, çalışma hayatına başlayamadım, akademi de bizlere zaten kapalıydı, ama onun dışında biz görüşlerimizi çok rahat bir şekilde ifade ediyorduk. Hem kendi aramızda, hem de kamuya karşı görüşlerimizi rahat bir şekilde veriyor ve meşru bir pozisyonumuz vardı. Bugün, o meşruiyette konuşamıyoruz. Yani bir bakıma şöyle, özellikle 15 Temmuz’dan sonra bu durumla ilişkili olarak mağduriyetleri dile getirdiğimizde kendi arkadaşlarımız, ki bunlar daha ziyade Ak Parti seçmenleri, bunu Ak Parti’yi korumak refleksiyle ihanet gibi görüyorlar.
En son Özgür-Der’in açıkça lince tabi tutulması, bize bu durumu bir kere daha gösterdi. Bu yüzden kendi camiamızda konuşulması en zor dönemlerden biri. Halbuki görevimiz hakkı ve sabrı tavsiye etmek. Bunu söylerken ben bir şey kazanmıyorum ki söylediğim için. Aksine bu ortamda cezalandırılıyoruz. Biz sorumlulukla hareket ediyoruz. Bu şekilde bakılmalı. Bir kere ddoğru olan görüşe de yanlış olan görüşe de müsaade edilmeli. Eğer siz yanlış diye ezerseniz doğru görüşün ifade kanallarını sürekli kapatmış olursunuz. Demokrasilerin felsefesinde bu var, ifade özgürlüğü, özellikle Batı dünyasında, ama bu bir insanlık tecrübesine de dayanıyor. Tek bir kişinin bütün doğruları bilmesi mümkün değil. O halde, bırakacaksın herkes doğrunun bir tarafından tutacak. Ve nihayetinde insanlığın geldiği nokta, bir kişinin bilemeyeceğini göstermiş durumda. Bu bizim de dikkate almamız gereken bir tecrübe.
Bilimsel buluşların da bize gösterdiği gibi insanlık fizikî âlemde 100 yıl öncesinin tahayyül edemediği işleri gerçekleştirmekte ve güvenlik de bununla beraber gidiyor. Bugün ulaşım vasıtalarından tutun her konuda artan güvenlik tedbirlerini görüyoruz. Emniyet kemeri, hava yastığı gibi yeni tedbirler ile ulaşım güvenliği arttırılmaya çalışılıyor. Maddî âlemde güvenlik tedbirlerinin artması gibi, siyasî âlemde de güvenlik tedbirleri bulunup uygulanmaya çalışılıyor. Siyaset âleminin de güvenliği bağımsız basın, bağımsız sivil toplum kuruluşları. Bunlar aslında sigorta, bu sigortalar olmadığı zaman siyaset tepetaklak olur ve hem yönetenler, hem yönetilenler için aslında bu sigortalar hayatî önemdedir. J. Stuart Mill’in de söylediği gibi; “İyi siyaset en fazla kişinin yararına olandır” Tamam bu genel görüş. Başka nedir? Yöneticinin ahlâkını ve akıbetini bozmayan bir sistemdir. İşte nasıl vasıtalarda emniyet kemeri uygulamalarını destekliyorsak, bütün bir toplumun güvenliğinin sigortası olan özgür basın, özgür kamusal alanüzerinde öyle hassasiyetle durmamız, gerekli saygıyı göstermemiz gerekir.
Söyleşinin tamamını okumak için: http://www.yeniasya.com.tr/gundem/ohal-hoyratligi-28-subat-i-gecti_424311