2013’teki Gezi olaylarından sonra bazılarına göre saflar iyice sıklaşmış olsa da aslında safların iyice ayrıştığını, insanların kamplaştığını görüyoruz.
Bir insan eğer Gezi’ye destek vermişse ‘darbeci’, 17-25 Aralık’ta ortaya atılan ‘yolsuzluk ve rüşvet’ iddialarının araştırılmasını istemişse ‘Cemaatçi’ ya da ‘rejim düşmanı’, “Çocuklar ölmesin” diyorsa ‘hain’ oluveriyor…
Sadece yaftalamayla kalsa razıyız; hınçları, kinleri, ölseniz bile dinmiyor!
Dirisini linç ettikleri insanların ölüsünü de tekmeliyorlar!
En son Mustafa Koç örneğinde olduğu gibi!
Sevip sevmemek herkesin kendi tercihi…
Yanından cenaze arabası geçerken, dinliyorsa müziğin sesini kısan, “Allah taksiratını affetsin” diyen bir topluluktan, sevmediği insan ölünce zil takıp oynayan ‘habis’ fikirli bir nesil türedi!
Sabah yazarı Emre Aköz’ün tarifiyle ‘abdesthane ağzı’ ile konuşan bir güruh!
Hadi duayı geçtim; beddualar, küfürler gırla…
Rahmetli Mustafa Koç’un ardından bu güruhun yazdıklarına, söylediklerine bakar mısınız?
Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Koç Ailesi’ne başsağlığı dilemesi ve cenazeye iştirak etmesinden sonra biraz olsun hizaya girdiler ama…
Can çıkar huy çıkmaz bu tiplerde!
Neymiş efendim, Mustafa Koç, “Gezi olaylarına destek vererek vatan hainliği yapmış!”
Vatanseverlik onların uhdesinde ya!..
Onlar gibi düşünmeyen herkes vatan haini sanki…
50 bin kişiye (aileleriyle birlikte 200 bin insana) ekmek veren, her yıl vergi rekortmeni olarak devlete milyonlarca lira ödeyen Koç Holding’in Türkiye’ye katkılarına, yani vatanseverliğine hiç girmeyeceğim.
Ağzından kan, nefret, irin ve küfür akanların hepsini toplasanız Koç Ailesi’nin bu milletin kültürüne, dini değerlerine yaptığı katkıyı yazmaya ömürleri yetmez…
Yazamazlar belki ama okumaları varsa Sarıyer’deki Sadberk Hanım Müzesi’ne gitsinler!
Hani Mustafa Koç’un son yolculuğunda tabutunun üzerine örtülen 19. yüzyıla ait ‘sancak’ın getirildiği Sadberk Hanım Müzesi’ne yani…
Dillerinden dini, kitabı, milleti düşürmeyenler; bu topraklara, bu kültüre, İslam medeniyetine nasıl sahip çıkılırmış görsünler!
Ailenin anneleri adına açtığı (Vehbi Koç’un eşi) Sadberk Hanım Müzesi mi yoksa ‘İslamcı’ geçinen ama dinden, diyanetten gram nasiplenmemiş o ‘troller’ mi dinin kutsal değerlerini temsil ediyor?
Öyle atıp tutmakla kahraman olunmuyor!
Orada sergilenen onca Kur’an, el yazması, Osmanlıca eserler ve dahi bu topraklara ait pek çok şey bugüne ulaşmış ve yurtdışına kaçırılmamışsa, bu, Koç Ailesi’nin sayesindedir…
Nur Yoldaş’ın söylediği “Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının / Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın” sözleriyle başlayan “Sultan-ı Yegâh” şarkısını bilirsiniz…
İşte bu ‘başyapıt’ın bestecisi Ergüder Yoldaş hayatını kaybetti.
Türkiye’nin Mozart’ı olarak anılan Ergüder Yoldaş’ın, güzel şarkıları kadar trajik bir yaşam hikâyesi de var…
Müzik kariyerinin zirvesindeyken 1983’te eşi Nur Yoldaş ile yaşadığı tatsız ayrılığın ardından müziğe de hayata da küstü.
Aldı başını gitti…
Kendisini alkole verdi; herkesten, her şeyden kaçtı.
Sessiz sedasız Büyükada’ya yerleşti. Ada’nın en ıssız yerinde, derme çatma tek odalı, baraka gibi bir evde münzevi bir hayat yaşamaya başladı.
Kendisinden uzun süre haber alınamadı!
Ta ki 1990’larda, televizyonlara da adada yaşayan ‘Çöp Adam’ olarak karşımıza çıkana kadar…
Türk müziğinin ‘cevher’i çöplüğe düşmüştü!
Ama bu cevher, yere düşmekle sevenlerinin gönlündeki kadr-i kıymetten bir şey kaybetmedi…
Müziğe, hayata ve insanlara olan küslüğü asıl müzikseverler için büyük kayıp oldu.
Basına göre ‘yokluklar içinde, çöpte bir hayat sürse’ de, o Büyükada’nın mis gibi havasını içine çekip, denize, martılara, ağaçlara şarkılar yakmayı yeğledi!





