ANKARA’nın nabzını en iyi tutan gazetecilerden Meydan gazetesi yazarı Ömer Şahin bugün Abdullah Gül cephesinden gelen ilk bilgileri paylaştı. Şahin’in iddiasına göre göre Gül’e gidip birşeyler yapması gerektiğini söyleyen AKP’liler var. Bunun karşılığında Gül’ün cevabı “Arkadaşlarla görüşeceğim” şeklinde…

İşte Şahin’in o çok önemli yazısı:

Arınç’ın çıkışı kişisel hesap değil, birikmiş rahatsızlığın dışavurumudur.
Cumhurbaşkanı’na “Hükümeti rahat bırak” ve “Meşru sınırlarını zorlama” mesajıdır.
Bu çıkışa bakıp “AK Parti bölünüyor, yıkılıyor” demek abartı olur.
‘Yenilikçi’ harekete benzemiyor. Burada ‘ayrılma’ hedefi yok, balans ayarı var.
Arınç ve Çelik’e ‘disiplin’ işlemi başlatılırsa ‘deprem’ olur.
Bu mesajlarla ‘böyle gitmez’ dendi ve ‘korku duvarı’ yıkılmak istendi.
İleride ne olacağı, Erdoğan, Davutoğlu ve Gül’ün tutumuna bağlı.
Konuşan isimler ve yakınları ‘adli ve idari’ takibata maruz kalabilir ve bu göze alınmış görünüyor.

Reisçiler, Hocacılar, Gülcüler
Herkes AK Partili olsa da mülkün sahibi Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Erdoğan ‘Reisçiler’ için üst kimlik. Arınç’ı defterden sildiler, faturayı da Abdullah Gül dahil bütününe kestiler. Başbakan ve ekibinin sessizliğinden hoşnutsuzlar.

Erdoğan’ın parti içi sözcülük ve savunuculuğu 3 ismin üzerinde: Mehmet Metiner, Metin Külünk ve Şamil Tayyar. İktidar medyası da iki parçalı. Erdoğan’ı canla başla savunma işini son 3-4 yıldır kervana dahil olan sermaye ve kalem sahipleri üstleniyor.
Sayıları az olsa da ‘Hocacı’ denilen grup, görünürde sessiz. Hakikatte ise mutlu olmalılar. Nihayetinde Arınç’ın çıkışı onlara siyasi alan açıyor. Saray’ın baskısını hafifletecek her gelişme lehlerine.
Erdoğan’ın etrafındaki ‘sonradan gelenlerle hesabı olan ‘ilkler’ de Hoca’nın etrafında kümelenmiş durumda.

Gül bu işin neresinde?
Arınç’tan farklı düşünmediği kesin de, her adımı birlikte planladıkları söylenemez.
Dün kulağıma gelen ilginç bir anekdotu aktarayım.
3 tanınmış isim, yaklaşık 10 gün önce Abdullah Gül’e gidiyor.
Türkiye’nin yangın yerine döndüğünü söyleyip karamsar bir tablo çiziyorlar.

Aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
– Size parti kurun filan diyen yok ama ülke ateş çemberinde. Lütfen bir şeyler yapın!
– Arkadaşlara söylüyorum ama beni dinlemiyorlar.
– Toplumun size verdiği bir kredi var. Size saldıracaklar diye susmayın. Tarihe karşı sorumlusunuz. Böyle giderse 6 ay sonra bu masada oturabileceğinizden emin misiniz? 10 yıl sonra bugünlerden bahsedilirken ne deneceğini düşünün. Siz sustukça ‘arkadaşlarım’ dediğiniz insanlar bir kenara atılıyor, görmüyor musunuz?

– Kim mesela?
– Ali Babacan.
– Öyle mi görünüyor?
– Tabii ki efendim. Başbakan’ın yanında Londra’da yatırımcılarla birlikteyken, burada İş Bankası’na el konulmasından bahsediliyor.
Gül, belki de ilk kez bu kadar ağır bir şekilde yüzüne söylenen sözleri sabırla dinliyor ve tek tek not alıyor. Sonrasında “Arkadaşlarla görüşeceğim” diyor ve daha fazla inisiyatif alacağı intibaını veriyor.
Acaba o günden sonra Gül ile Arınç görüşmüş müdür?

O görüşmede Gül 3 önemli mesaj veriyor. Çözüm sürecinde yeniden masaya dönülmesi gerektiğini söylüyor. Akademisyen bildirisinin içeriğine katılmasa da yapılanları hoş görmüyor. “Bildiriden dolayı ilk işten atılan, sizin adınızı taşıyan üniversitenin öğretim üyesi” denilince Gül’ün tepkisi, “Öyle mi? Haberim yoktu” oluyor. Abdullah Gül daha önce ‘Türk tipi başkanlık’ modeline karşı olduğunu söylemişti. O gün de “Başkanlık sistemi olmaz, Türkiye’ye uygun değil” diyor.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...