Balık hafızalılar çoktan unutsa da AK Parti, ilk iki döneminde demokrasi karşıtı odakların tehdidi altındaydı.
Demokrasiden hoşlanmayan statükocu güçler birçok kurumda çok etkindi. Ayışığı, Yakamoz, Balyoz darbe planları, gece yarısı muhtırası, parti kapatma davası gibi çabalar demokrasi karşıtı adımlardan sadece bazılarıydı.
O günlerde bunlara karşı çıkmak cesaret istiyordu. Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Mehmet Baransu, Alper Görmüş ve benzeri cesur isimler, demokrasi karşıtlarına göğüslerini siper ederek AK Parti’ye arka çıkmışlardı.
Adalete ve demokrasiye sahip çıkmanın, ülkemizde hep bedeli olmuştu. Alper Görmüş’ün yayın yönetmenliğini yaptığı Nokta dergisi de bu bedeli ödeyenlerden oldu. 2007’de darbe günlüklerini yayımladıklarında çiçeklerle karşılanmadılar. Genelkurmay’ın gizli belgelerini yayımladığı gerekçesiyle dergi büyük baskıya maruz kaldı. Gece yarısı muhtırasından 2 hafta önce, 13 Nisan 2007’te askerî mahkemenin kararı üzerine polis Nokta’yı bastı.
Baskını kınayan meslek örgütleri, bunun medyaya gözdağı vermeyi amaçlayan hukuk dışı bir zorbalık olduğunu söyledi. Ama baskı öyle büyüktü ki, derginin sahibi yayını durdurmak zorunda kaldı.
Peki bu zulüm ve medyayı susturma çabası, yapanların yanına kaldı mı? Hayır. O gün bunları yapanlar, toplum nezdinde ve demokratik dünyada itibarlarını kaybetti. AİHM de geçen hafta verdiği kararla Nokta baskınından dolayı Türkiye’yi mahkûm etti, mağdur gazetecilere tazminat ödenmesini kararlaştırdı.
Bugün’e, STV’ye ve başka medya kuruluşlarına yapılan baskınlar için de emsal olacak kararda üç ihlal vurgulandı: Baskın ile gazetecilerin haber kaynaklarının gizliliğinin korunması ilkesi ihlal edildi; haber kaynağının devlet çalışanı olması durumunda kaynak için ayrıca sıkıntılı çalışma ortamı oluşturuldu; derginin tüm bilgisayar verilerine el konularak gazetecilerin haber yayma hakkı engellendi ve medyanın askerî konularla ilgili haber yapmasında yardımcı olacak kaynaklar üstünde caydırıcı etki oluşturuldu.
Nokta’ya baskın sırasında AK Parti iktidardaydı ama muktedir değildi. Zaten darbe planları da, dergiye yapılan baskın da dönemin muktedirlerinin işiydi.
Bugün tuhaf olan, AK Parti’nin muktedir olduğu üçüncü döneminden itibaren eleştirel görüşlere yer veren medya kuruluşlarının ve gazetecilerin dünden daha fazla baskıya maruz kalmaya başlaması. Nokta bu dönemde de polis tarafından basıldı. Bu kez baskını yapanlar, dergiyi ve gazetecileri aramakla yetinmedi. Yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürünü hapse atıp günlerce hücrede tek başlarına tutarak işkence yaptılar. Dünün muktedirleri, hoşlanmadıkları televizyon ve gazetelere akreditasyon uygulamakla yetiniyordu. Bugünküler de akreditasyon uyguluyor ama buna ilaveten ekranları karartıyor, gazetelere el koyuyor, reklamları kesiyor. Tutuklu gazeteci Mehmet Baransu’yu tuvalette tutarak işkence yapıyor, Can Dündar’a hücre cezası uyguluyor, bir dizi yüzünden aylardır hapiste olan Hidayet Karaca için tahliye kararı veren hakimleri hapsetmekle kalmıyor, meslekten ihraç ediyor.
Zulümlere maruz kalanlar için çok acı ve ülkemiz için çok üzücü olsa da AİHM’nin Nokta baskınını mahkûm eden kararı açıkça şunu söylüyor:
Dünün muktedirleri yaptıklarından dolayı nasıl bugün mahkûm oluyorsa, bugün onlardan daha fazla hukuksuzluk yapanlar da yarın mutlaka mahkûm olacak. Son birkaç yıldır yaşanan tüm hukuksuzluklar AİHM’den dönecek. O da olmazsa İlahi adalet er geç tecelli edecek. Bile bile hukuku çiğneyenler de hukuku çiğnenenler de bu gerçeği unutmasın.
ZAMAN’I ELEŞTİRMEK KOLAY AMA…
Hürriyet’in bir yazarı, “Baskı kapımıza gelmeden demokrasiye sahip çıkalım” çağrımdan rahatsız olmuş. Anlaşılan sayın yazar, “Cemaate saldırıp iktidarla ilişkiyi düzeltir, aradan sıyrılırız” anlayışının ne kadar fırsatçı ve çürük olduğunu hâlâ kavramış değil. Çalıştığı gazeteye yapılan baskından, saldırıya uğramaktan, kendi grubu hakkındaki terör ve kaçakçılık gibi tuhaf soruşturmalardan, tetikçi yazarların tehditlerinden bile içinde bulunduğumuz vahameti anlamayan birine ne denilebilir ki…
Sayın yazar, sanırım Cemaat’i ülkedeki her kötülükten sorumlu tutma yolunda göze girmek için artık çıtanın çok yükseldiğinin de farkında değil. KCK, şike, darbe veya yolsuzluk soruşturmalarını Cemaat’e fatura etmek artık demode! Soma faciasını, Rahip Santaro, Garih, Dink, Zirve, Danıştay, Kışlalı, Mumcu suikastlarını, Rus uçağının düşürülmesini falan da Cemaat’e yüklemelisin. Bakın, ‘AKP çizgimize geldi’ diyerek iktidar TV’lerinde dolaşan Perinçek böyle yapıyor. Üstelik Cemaat silindi ama nedense seçilmiş Kürtler tutuklanmaya, gazeteciler hapsedilmeye devam ediyor!
Kim ne kadar demokrat?
Hatırlamaya ne dersiniz… Dün birileri ‘şerefsiz’ diyerek Ahmet Kaya’ya ülkeyi dar ettiğinde, ona söz hakkı veren Zaman’dı. Ya da birileri Hrant’ı hedef gösterirken, onun yakın dostu Etyen Mahçupyan’a yazı yazdıran, Herkül Millas’tan Şahin Alpay’a, Elif Şafak’tan Selim İleri’ye Türkiye’nin tüm düşünce renklerine köşe açan Zaman’dı. 1987’deki tam üyelik başvurusundan bu yana AB sürecine destek veren, her olağanüstü dönemde akreditasyona maruz kalıp horlanan Zaman, diyelim ki size göre yeterince demokrat değil…
Peki, siz ne kadar demokratsınız? Ergenekon-Balyoz dava süreçlerinde sanıkların ailelerini ve avukatlarını sık sık programa çıkardınız. Bu, duyarlı bir tutumdu. Şimdi hâkim, savcı, polisleri geçtik, arkadaşınız, hemşehriniz Ekrem Dumanlı’nın veya bir yıldır hapiste olan Hidayet Karaca’nın, Gültekin Avcı’nın, Baransu’nun ailesini, avukatlarını bir kez programınıza çıkardınız mı? Hayır! Demokratım diyorsanız, programınıza davet edin, bunları da konuşalım.
Oysa bugün Zaman, ayrım yapmadan Hırant Dink’e de, Tahir Elçi’ye de, Can Dündar ve Hidayet Karaca’ya da sahip çıkıyor. Saldırıya uğradığında Ahmet Hakan’ın yanında olduğu, hatta evine geçmiş olsun ziyaretine gittiğimiz gibi, linç edilen akademisyenlere de sayfalarında yer veriyor. Oysa siz, bugün bile gazeteciler arasında ayrımcılık yapıyorsunuz. Hapiste 32 gazeteci varken köşenizde sadece Can Dündar ve Erdem Gül’ün fotoğraflarını paylaşıyorsunuz. Diğerleri gazeteci değil mi? Zaman’a polis baskını yapıldığında ne gazeteye ne Ekrem Dumanlı’ya geçmiş olsun ziyaretine geldiğinizi hatırlamıyorum. ‘Gazeteciler serbest bırakılsın’ diyen demokrat aydınların bildirisine de imza vermediniz.
Görüldüğü gibi, demokratlık açısından Zaman’a veya onun yayın yönetmenine ders verecek konumda değilsiniz. Biz, sadece sizin değil, herkesin eleştirisinden ders çıkarır, yararlanırız. Geçmişteki yanlışlarımız için özeleştiri yaparız, yapıyoruz da. Fakat sağcısı ve solcusuyla demokrat tüm aydınlar, gazeteciler korkunç baskılar altında var oluş, yok oluş mücadelesi verirken kurnazca eski defterleri karıştırmanın ve bagajlara esir olmanın kimseye faydası yok. Zaman, herkesin eski hatalarından ders çıkarıp omuz omuza demokrasiyi savunma zamanı.
ARTIK BİRBİRLERİNİ YALANLIYORLAR
Yalan, hem büyük ahlaksızlık hem de tüm semavi dinlerde büyük günah. Ama dindarlık iddiasındaki bazıları için maalesef sıradan bir alışkanlık. Kabataş ve Sümeyye suikastı gibi yalanlar, iktidar medyasının el ele yayımladığı manşetlerdi. Yalan olduğu ortaya çıkan bu haberler onlarca yazar tarafından savunuldu, mitinglere taşındı.
Şimdi yalanda yeni bir aşamadalar. İktidara yakın isimlerin sözlerini de çarpıtıyorlar. Kayyım kontrolündeki Bugün Gazetesi, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun ağzından ‘cemaatin Erdoğan’ı zehirlemeye çalıştığını’ yazdı. Bakanlık haberi yalanladı. Aynı gazete, esrarengiz biçimde hayatlarını kaybeden ASELSAN mühendislerinin ailelerine dayanarak, ölümlerden Cemaat’i sorumlu tuttuklarını yazdı. Aileler haberi yalanladı.
Yetmedi, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, akademisyenler bildirisine imza atan emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın kızı için “Türk vatandaşı olmayan birinin PKK sevici olmasını anlarım ama bir ordu komutanının kızını, onu destekleyen babasını asla anlayamam.” dediğini, “Komutan tokadı” diye manşet yaptılar. Hilmi Özkök yalanladı.
AK Parti İstanbul Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Markar Esayan’ın, “Hrant’ı Cemaat öldürdü” dediğini yazdılar. Esayan, haberi şöyle yalanladı: “Röportajı söylemediğim şekilde ve uyardığım halde ‘Dink’i FETÖ öldürdü’ başlığıyla verdiler. Bu heves yanlıştır. Gereksizdir.”
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sohbetinde geçen Necip Fazıl şiiri ile PKK’nın hendekleri arasında bağ kuran müfterileri saymıyorum bile.
Pes artık. Görünen o ki, evrensel ahlak ilkelerini ya da yalanı münafık sıfatı gören İslam’ı değil, yalanı bir iktidar aracı olarak gören Hitler ve Propaganda Bakanı Göbbels’i örnek alıyorlar. Nitekim Hitler, “10 kez tekrarlanan yalan, yalan olarak kalır. Ama 10 bin kez tekrarlanan yalan, gerçeğe dönüşür.” derken, Göbbels de “Yalan ne kadar büyükse, o kadar kolay yutulur.” diyordu. Yalanlarla kafası karıştırılıp birbirine düşman edilen milletimize yazık.