Doğum bir hücreyle başlar.
Woolf’un Odası yazısındaki sessizlik içinde muhasebe çağrısı üzerine oturup düşünüyordum. Sonra düşüncelerimi yazmak istedim bir okuyucu cevabı olarak. Bu esnada fark ettim ki, sessizlik etiği ve zulmün sessiz ortakları yazıları da bu hafta yayınlanmış. Öyle görünüyor ki, bu hafta Olayların Dili’nde sessizlik haftası. Dışarıdaki korkunç olaylar karşısında bağırmak istesek de, bazen susmayı bilmeli ve kendimizi dinlemeliyiz. Belki bu, başka açılımların kapısını açabilir. Baştan şunu hatırlatmak isterim ki sessizlik asla bir pesimistlik veya dûn himmetlilik değildir bana göre. “Aktif sabır” kavramı gibi fokur fokur içten yanmak ama dışa gam izhar eylememek demektir.
Woolf’un oda metaforu bana Abba Moses’in hücresini çağrıştırdı. 4. yüzyılda yaşamış bir çöl keşişi Abba Moses, yoğun ve karışık hayatının neticesinde huzuru çölde derme çatma bir hücrede bulmuştu (O çağda da ne yoğunluğu demeyin, her zamanın kendine göre bir ağırlığı var). İbadetlerinde aksaklık gösteren ve bir nevi hissizleşme yaşayan (ki buna Hristiyan literatüründe acedia deniyor) talebesi, Abba Moses’a ne yapması gerektiğini sorar. Abba hiç beklemeden şu cevabı verir: “Git hücrende otur. Hücren sana her şeyi öğretecektir.” Abba için hücre dua, yalnızlık ve kendini nefyetmekti. Abba’ya göre hücre içsel keşif için gereken bir alandı. Bir nevi çokluktan birliğe doğru gitme çabasıydı. Bu bana sanki zamanda seyahat eden bir düşünce gibi geldi.
Günümüzde herkesin hücresi farklı olabilir. Bu hücre, cebrî veya iradî de olabilir. Bir ağacın tepesi, bir caminin penceresi, 75 katlı bir gökdelenin 59. katındaki 25 square feetlik modern bir ofisi veya sadece kapattığımız göz kapaklarımızın arkası… Önemli olan, sessizliğin bize ne öğrettiğidir. Sessizlik öğretir mi insana? En ufuk açıcı söylemler sessizlikten çıkmamış mıdır? Vahiy sessizlikte gelmedi mi? Bediüzzaman Külliyat’ı, Bektaş Veli Makalat’ı, Yunus Emre Divan’ı aynı sessizlikte yazmadılar mı? Nehirlerin sessiz bir kayanın altından kaynadığı gibi tüm ideolojiler de büyük bir sessizliğin içinden çağlamıştır. Gramsci Defterler’i, Marx das Kapital’i aynı “hücre”de yazmadı mı?
Sessizlik bir boşluğu çağrıştırıyor. Bir nevi sahibi olmadığımız şeyleri bırakıp, kendi gerçekliğimizle yüzleşmek. Nedir benim gerçekliğim? Bir boşluk… Hiçbir şeye sahip olamamanın boşluğu… Hiçbir şeye gücü yetememenin boşluğu… Peki ben nasıl varlık kazanacağım? Yok olan var zannedilince yine yokluğa mahkûm… Belki yok olanı yok olarak görebilirsek bir varlık kazanabiliriz.
Peki sessizlik size ne(ler) söyler?
Yazar: Behice Korel Dervişoğlu