HDP’li iki bakanın basın toplantısı, TRT kanalları ile AKP hükümetinin sözcülüğünü üstlenmiş ‘havuz’ kanallarınca yok sayıldı, sansürlendi.
Punto 24, 7 Haziran seçimlerinden bir buçuk ay kadar sonra sektörde peşpeşe yaşanan dramatik, kaygı verici gelişmelere ilişkin başyazısında Medya Adı Konmamış Bir Darbe İle Yüzyüze başlığını kullanmıştı.
Aradan geçen zaman, ne yazık ki bu tespitimizi doğrulamakla kalmıyor, gitgide hızlanan bir ‘genetiği değiştirilmiş medya’ ve ‘içi boşaltılmış habercilik’ süreçlerini işaret ediyor.
Türkiye’de gazeteciliğin adeta dipsiz bir kuyuya doğru sona ermek bilmeyen inişinde, 22 Eylül günü tarihe yeni bir ‘dibe savruluş’ olarak geçti. Geçici seçim hükümetinin HDP’li iki bakanı beklenmedik bir şekilde istifa ettiklerini, gerekçesini de bir basın toplantısında açıklayacaklarını duyurdular. İstifalar sadece bakanların çekilmesini değil, aynı zamanda HDP’nin de parti olarak yürütmeden ayrılmasını ifade ediyordu. Zaten çalkantılı olan siyasi süreçte bu gelişmenin haber değeri de hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıktı.
Bakanların basın toplantısı, aslen ‘kamu hizmeti’ yapması gereken TRT kanalları ile AKP hükümetinin sözcülüğünü üstlenmiş ‘havuz’ kanalları tarafından tamamen yok sayıldı, sansürlendi. Adı ‘merkez’ veya ‘ana-akım’ olarak geçen özel haber kanalları ise canlı yayına geçtikten birkaç dakika sonra, bakanların istife gerekçeleri tam olarak açıklanmadan yayınlarını – nedeni bilinmeyen bir şekilde (!) – kestiler.
Bir anda, onca kanal arasında ‘haber’i veren kalmadı. Bu ancak Roboski faciası ve Gezi olayları sırasında yaşanan yoğun, toplu medya sansürüyle kıyaslanabilecek bir ‘karartma’ olayıydı. Hatta onu da aşıyor, ‘halka haber vermeme’ adına deforme edilmiş bir mesleğin ne kadar derinlere kök saldığını, iktidara hizmet zemininde nasıl kurumsallaştığını da kanıtlıyordu.
7 Haziran seçimlerinden bu yana Türkiye’de bağımsız gazetecilik, iktidarın ve yandaş medyanın sistematik ve tahditkar baskısıyla neredeyse bir ‘suç eylemi’ne dönüşmüş durumda. Son haftalarda, ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ iddiası ile ülkenin en tanınmış ve kıdemli gazetecilerini de kapsayan kalabalık bir sektör erbabına adeta yağmur gibi inceleme ve soruşturma açıldı, ardı arkası kesileceğe de benzemiyor. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve hukuk bürosunun savcılığa gönderdiği seri şikayetlerin içeriği ve niceliği, sadece ‘hakaret’ kavramının içini boşaltmakla; ulusal yasalar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öz ve içtihadını hiçe saymakla kalmıyor, çok geniş bir alanda eleştirel medya faaliyetini, bağımsız yorumculuğu ve haberciliği tamamen caydırma amacı da güdüyor. (Bu baskıdan Punto 24 yönetimi de payını alıyor; son haftalarda kurucu başkanımız Hasan Cemal, yedi kurucumuzdan biri ve Yönetim Kurulu üyemiz Yavuz Baydar; yine Yönetim Kurulu üyelerimizden Ahmet Altan yazılı ve sözlü ifadeleri nedeniyle soruşturmaya uğradı.)
Hakaret davalarının yanı sıra, daha da dramatik sayılması gereken diğer boyut, medyada kişi ve kurumları doğrudan hedef alan terör ve darbe iddiaları. Birkaç hafta önce Koza-İpek Holding’e düzenlenen operasyonların özünde ‘terör faaliyetlerine yardım’ iddiası vardı. Bu baskı halen sürüyor. Kısa bir süre önce de, ülkenin en güçlü medya grubu Doğan, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla soruşturmanın hedefi haline geldi.
Bu iki gruba yönelik baskılar süreceğe benziyor. Grupların ortak paydası, her ikisinin de popüler ve eleştirel TV kanallarına sahip olmaları. Halkın büyük çoğunluğunun tek haber kaynağı olarak TV izlediği Türkiye’de, bu güçlü mecrayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tamamen kontrol altına almak istemesi bir sır değil ve kendi siyasi istikbali açısından kilit önem taşıyor. İktidar bu nedenle, özellikle milliyetçi muhafazakar tabana hitap eden kanalları nedeniyle Koza-Ipek ve HDP ile CHP’ye söz hakkına öncelik vermesi nedeniyle Doğan’a çok sert markaj uyguluyor.
Terör faaliyeti suçlamasıyla gazetecilere bireysel olarak uygulanan baskılar ise kırmızı alarm seviyesini çoktan aşmış durumda. Şu anda çoğu bu başlık altında 23 gazetecinin hapiste bulunduğu ülkede, tutukluluk süreleri AİHM içtihatları yine hiçe sayılarak uzatıdıkça uzatılıyor. Hidayet Karaca ve Mehmet Baransu örneklerinde görüldüğü gibi, gazeteciler hakkında, aylar geçmesine rağmen iddianameler yayınlanmıyor, avukatlar en gerekli dosyalardan mahrum bırakılıyor.Tutuklanan gazeteciler listesine en son Bugün gazetesi yazarı Gültekin Avcı da eklenmiş durumda ve kamuoyu kendisinin tam olarak neden hapse atıldığını öğrenemiyor.
Bütün bu gelişmeler bir kez daha seçime giden Türkiye’deki bıçak sırtı siyasi dengeler, otoriterleşme dalgası ve Kürt ağırlıklı Güneydoğu Anadolu illerindeki fiili Olağanüstü Hal çerçevesinde ele alındığında, iktidarın ne kadar sinsi bir bilinçle medyayı ve demokrasi açısından kilit önemdeki gazeteciliği hiçleştirmeye çalıştığını açıklamaya ve anlamaya yetiyor.
P24